Kafeler iyi hoş da ya eksikler!

Haberin Devamı

Çağdaş yaşamın dinamik ortamı için kafeler ciddi bir gereksinim. Aslında kafe yabancı bir isim olsa da lokanta İtalyanca'dan, restoran da Fransızca'dan gelir. İlk kafeler Osmanlı döneminde, İstanbul’da açılmış. Yani günümüzde yaygın olan ve Batılı sandığımız bu kültürün kökeni bizde. Osmanlı’dan önce Mısır’da sokakta kahve içme adeti varmış ama kahve sunan yerler sadece şimdiki sokak satıcıları gibi, ancak sabit olan standartlarmış. Günümüzde İtalya ya da Fransa’da olduğu gibi gelen geçen ayak üstü bir fincan kahve içermiş. Önceleri sadece kahve, sonraları küçük atıştırmalıkların ve sonra da bu ortama hafif yemek çeşitlerinin dahil etmeleri sonucu kent ortamlarında kahvehaneler kadın erkek bir arada yenilen içilen kafelere dönüştü... Kahvehaneler her ne kadar kadınlara kapısını açmaz ise de Ula gibi medeni yerlerde kadınlarda erkekler gibi bildiğimiz kahvehanelere giderler ve halk arasında bu son derece normal karşılanır. Ula’nın kahvehaneleri akşam yemeklerinden sonra dağ kekiği çayı içmeye gittiğim bir özel yerlerdir örneğin... Evdekinden daha lezzetli gelir. (Okey oyunu çatırtısı ve kahvehane ortamı mı desem...)

Malzeme tabakta kendini göstermeli

Kafe derseniz ciddi bir yemeğe odaklı değilsem giderim. İstanbul’da kalitelerinden ötürü tercih ettiklerim var. Bunlardan biri kaliteli servisiyle beğendiğim Armani Cafe. Armani malum ünlü İtalyan giyim markasının marka ismi. Buranın ismiyle özdeşleşen yemek çeşitleri, mönüsü bir kafe için makuldur ancak gözden kaçırdıkları bir detayı önemsedim... Yemek sonrası bir uğrayışımda İtalya’da sıradan sayılan (kalite farkı her zaman tabii ki fark attırır) bir yemek sonrası içkisi olan Vin Santo istedim. Vin Santo, Toskana’nın Chianti bölgesinin üzüm çeşitleri olan beyaz Trebbiano ve Malvasia üzümlerinden yapılan bazen de rose’si için kırmızı Sangiovese üzümü eklenen önemli bir kültürel içecektir. Özellikle de “biscotti” denilen gevrek tatlı bisküvi batırılarak içilir. En bulunması gereken yerde bulunmayışı beni şaşırttı... Bir zamanlar İtalyan kültüründe olmadığı için Türk kahvesi vermeyen, dolayasıyla o tarihlerde gitmeyi reddettiğim Armani Cafe yeni yerinde bu kez bir İtalyan klasiğine vefasızlık etmiş... Ama her zaman yediğim domates çorbasına diyecek yok. Ispanak salatası da sanat eseri gibiydi ancak küflü ve yumuşak ünlü İtalyan peynirini Gorgonzola’nun daha iyisini bulabilirlerdi. Tadımlık ölçüsü de garipti... Ürün kalitesi her zaman lezzette ilk ve en sözü söyler! Mönüde yazılmış bir malzeme de kendini gösterecek kadar tabakta bulunmalı, mumla aranmamalı...

Yemek sanat gibi fantazi işi

Bir diğer kafe mekanım Lucca’dır. Ukala bir ortam sunsada garsonlarını son derece şeker, mönüsünü de tatmin edici buluyorum. Kuşkusuz bu yerlerde çok önemli. Lucca’nın en beğendiğim yönü ise yeniliklere her daim yer vermesi. Somon füme bildim bileli yeşillik üzerine atılmış olarak gelir her yerde. Burada farklı yeşilliklerle servis edildiği gibi devasa kapariler göz ve damağı okşuyor. Kaparinin küçüğü daha makbuldür dense de ben irilerini sevdim. İnce uzun tabaktaki somon füme, bu kez farklı bir çeşit yiyormuşuz gibi geldi. Yemek her sanat dalı gibi bir fantazi işi. Lezzetinden çalmadan gözü okşatabilmek de ayrıca önemli. Tabii tabaktaki her şey yenilebilir olduğu sürece.

DİĞER YENİ YAZILAR