Berlin her zaman insanlık tarihinin merkezlerinden biri olacak. Ama gördüm ki Londra gibi bir gastronomi merkezi olma yolunda da çabaları yok değil. Ama benim buradaki lezzet maceram bir lokantada değil bir kahvede başlıyor. Berlin’in geniş caddelerinde yürürken Einstein kahvenin adının cazibesine mi takılıyorum yoksa içerden dışarıya akseden sıcak atmosfere mi bilmiyorum ama bir anda kendimi içeride buldum. Art-Deco akımının en doğru örneklerinden biri olduğu ilk gözüme çarpan özellik. Tezgahtaki yufkaları çıtır çıtır kızarmış elmalı hamur işini görünce dekorasyonun dışında da doğru adreste olduğumu anlıyorum. Bu kahve birkaç şubesinden en otantik dekorlu olanıymış. Ismarladığım Assam çayı poşetle değil demlenmek üzere yapraklar şeklinde geliyor, ilginç bir çaydanlıkla birlikte... Tabii ki elmalı hamur işini, yani apfel strudel ısmarlıyorum.
Almanya’nın, Avusturya’nın (baklavanın iki komşu ülke Türk-Yunan ortaklığı misali) bu ünlü ve tipik hamur işine biraz dikkat edilirse yufkaların elma dilimlerinin üzerine börek gibi sarılmış olduğu görülür... Yerken ince yufkalar dağılır, rüzgara tutulmuş gibi... Zaten strudel sözcüğünün manası da kasırga imiş. Bu uçuşma benzerliği de kanıtlar ki strudel’in anası ya da ilham kaynağı yufkaları ağızda dağılan baklavamızdır. Bu Avrupa tatlısı bir Macar tarafından bu etkide yaratılmıştır. Yalnız tatlısı değil böreklerimizin etkisi tuzlu strudel çeşitlerinin yapılmalarına yol açmış olmalı. Strudel’i dondurmalı yerken baklavanın da böyle çeşitlendirilebileceği aklıma geliyor. Ancak buradaki strudel’in bir kusuru var. Elmanın pişerken bıraktığı su ile ıslanan yufkalar alt kısımda sert bir hamur meydana getirmiş. Bizde şekerli şerbetin etkisiyle hamurlaşmayan alt kısım, meselesi elma olunca çözülememiş ama “bu kadar kusur kadı kızında da olur” deyip iştahla içimi ısıtan Assam çayının rengine eş ediyorum bu Türk kökenli Avusturya ya da (hadi Berlinlileri gücendirmeyelim) Alman hamur işini...
ŞİNİTZEL İÇİN DOĞRU ADRES
Berlin’de ambiansı olan lokantalar caddelerinden biri de Französischestrasse yani Fransız Caddesi. Bir şans eseri rezervasyonsuz mutlu sona eriştiğimiz Lutter und Wegner de bu cadde ile Charlottenstrasse’nin tam köşesinde. Burası 1811’den beri servis veren özel bir adres. Lokantası dolu olduğundan kav bölümüne alınıyoruz. Kolalı beyaz örtülü masaya geçip deri kaplı banklara oturtuluyoruz. Berlin’de esas olan mütebessüm servis ayrıca bizi rahatlatıyor. Ambians insanı yemek gelinceye kadar oyalar ama burası bayağı seyirlik bir yer. Şimdilerde modern dekorasyonun artık yorgunluk veren binbir çeşidinden biri yerine kökleşmiş bir dekorasyon içimi aydınlatıyor. Gümüş şamdanların alevlerinin etrafı tabandan tavana çevreleyen kavdaki şişelerin üzerine bıraktığı soluk pırıltılara rağmen... Ancak salt yemek zevki ise burası tam bir adres değil. Yine de daha çok bir Avusturya klasiği olarak bilinen ancak Berlin’in mutfağında da aynı yere sahip Almanca adı ile schnitzel (şinitzel) burada yerinde bir seçim. Ama ısmarlarken Fransızca olarak yani “escalope a’la viennoise” denilecek. Bizdeki gibi bir Fransız hayranlığı mı desek...
Dört çeşit peynirden üçü de keçi peyniri olunca keçileri kaçırmama ramak kalıyor ama tavuk vaziyeti kurtarıyor. Yine de Berlin’deki ilk gecenin böyle otantik bir adreste noktalanmasından ayrıca herkes memnun. Almanlar’ın sekt denilen tatlımsı, Lutter und Wegner markalı özel köpüklü şarabı ile bu macerayı noktalıyoruz. Berlin gastronomisi haftaya ilginç bir lezzet ile devam edecek...
Berlin’de Avusturya ve Türk etkili lezzetler
Berlin her zaman insanlık tarihinin merkezlerinden biri olacak
Haberin Devamı