24 saat uyumayan, hiçbir zaman kapanmayan bir merkezi gezdim. Ulusal Gözlem Merkezi...Evleri, iş yerlerini olabilecek her türlü güvenlik riskine karşı gözlemliyorlar. Merkezi gezmek için gelenler de bir güvenlik sisteminden geçerek içeri alınıyor, bazı plazalarda uygulanan gözbebeğinden tespit yöntemi bu merkezde de var.Aklımda plazalardaki güvenlik sistemleri vardı. Kapıdan içeri manyetik kart okutarak girmek, her yerdeki kameralarla güvenlikçiler tarafından izlendiğini bilmek... Bunun ötesinde ne olabilirdi? Alarm taktırılıyorİnsanlar iş yerlerini ve evlerini nasıl izletiyordu? Ulusal Gözlem Merkezi’nin kurucuları İsmail Uzelli ve Fazıl Akıncı. İsmail Uzelli aynı zamanda Sensormatic’in Genel Müdürü ve Güvenlik Endüstrisi Sanayicileri ve İş Adamları Derneği Başkanı. Fazıl Akıncı da Ulusal Gözlem Merkezi’nin Yönetim Kurulu üyesi. Şirketi Türkiye’de güvenlik sistemleri konusunda hizmet verme amacıyla kurmuşlar. Araba güvenliği, ev güvenliği, iş yeri güvenliği ve “bebeğim güvende” hizmetlerini veriyorlar. Ev güvenliği ve "bebeğim güvende" hizmetini anlatacağım. Özellikle son yıllarda artan hırsızlık olayları nedeniyle evine alarm taktırıyor çoğu kişi. Ne oluyor alarm taktırınca: Evin kapısı zorlandığında, merkeze sinyal gidiyor, siz aranıyor ve uyarılıyorsunuz. Tatile giderken ya da işteyken içiniz rahat oluyor. Ulusal Güvenlik Merkezi’nde bunun ötesinde bir sistemden bahsediliyor. Yangın, gaz kontrolüEğer derdiniz yalnızca güvenlikse evinize alarm sistemi yerleştirmenin dışında, farklı sistemler de kurdurabiliyorsunuz. Yangın, su basması, gaz kaçağı gibi tehditleri de kontrol edebiliyorlar. Örneğin evdeki sıcaklık ölçülebiliyor, gürültü olduğunda uyarılabiliyorsunuz. Tüm bu hizmetleri alırken örneğin buzdolabınızın ne kadar elektrik çektiğini de öğrenebiliyorsunuz. Evinizin ısıtma sistemini uzaktan kontrol ederken, her türlü elektronik alet için yönlendirme düzeneği de kurulabiliyor. Bu sistemi Türkiye’de kaç kişi kurdurmuş biliyor musunuz. Ulusal Gözlem Merkezi bu sistemi Türkiye genelinde 2 bin eve kurmuş. Hemen hemen tümü İstanbul’da. Kapısında kamerası olan, eve gelip gidenin fotoğrafının çekildiği, evinde su taştığında acilen aranan ve kapısına itfaiye ekipleri dayananlar var. Fazıl Akıncı, "Her geçen gün insanların güvenliğe ayırdıkları bütçe artıyor, huzurlu ve güvenli bir hayat için bütçelerinden pay ayırıyorlar" diyor. İsmail Uzelli de verdikleri bu hizmetin Türki cumhuriyetler ve Ortadoğu ülkelerinden de talep gördüğünü anlatıyor.*****İş yerinizde bebeğinizin durumunu kameradan takip edebiliyorsunuzBebeğim güvende hizmetine gelince... Çalışan anne ve babaysanız, bebeğinizi evdeki bakıcıya bırakıyorsanız, zaten aklınızın yarısı evde kalıyor. Gelişen teknoloji sayesinde son yıllarda evlere kamera yerleştirip, iş çıkışı eve geldiğinde ilk işi kameradan görüntüleri izlemek olan çiftlerin halini bir düşünün. Gün boyunca çalışmış, kafa yormuşsunuz, eve geliyorsunuz, minicik bebeğiniz gün içinde acaba neler yaşadı diye endişelisiniz. Sonuçta bakıcıya parasını veriyor, bir referansla işe alıyor, ona güveniyor olsanız da aklınız evde kalıyor. En azından bakıcının bebeğinize nasıl yemek yedirdiğini görmek isteyebiliyorsunuz. Sizi eve geldiğinizde saatlerce kamera görüntülerini izlemekten kurtaracak bir sistemden bahsediyorlar Ulusal Gözlem Merkezi’nde.*****Bebeğinizden size mail varBebeğim güvende” sisteminde genel olarak üç kamera kullanılıyor. Salona, bebek odasına ve mutfağa yerleştiriliyor. Ulusal Gözlem Merkezi’nden ev sürekli izleniyor. Bebeğinizin kaç saat uyuduğu, mamasını bitirip bitirmediği kontrol ediliyor. Eğer bebeğinize çok düşkünseniz, bu sistem sayesinde siz de evinize bağlanıp bebeğinizi izleyebiliyorsunuz. Anne babaya e-mail yoluyla da bilgi aktarılıyor. Bu arada dış kapıdaki kamera da evinize kimin gelip gittiğini tespit ediyor. İstanbul’da 200 çift bu hizmeti alıyor. Görünen o ki dünya tersine dönmeyeceğine göre, her geçen gün bu hizmetleri alanların sayısı artacak.
Milano, Paris, Londra, New York ve İstanbul... Böyle bir sıralama olabilir mi? İstanbul neden dünyanın önde gelen moda merkezlerinden biri olmasın?Çok uzun zamandan beri hazır giyimciler bunun için çalışıyor. Dünya markalarının önemli isimlerini Türkiye'ye getiriyorlar, yurt dışındaki fuarları yakından takip ediyorlar, Türk moda tasarımcılarını destekliyorlar. Ama kendi aralarında ikiye ayrılmış durumdalar.Geçtiğimiz Şubat ayında da söz etmiştik. Şubat'ta 5 gün arayla iki moda fuarı düzenlenmişti İstanbul'da.Biri "Moda Hayattır" sloganıyla 9-11 Şubat'ta gerçekleştirilen 7'inci Uluslararası İstanbul Hazır Giyim Fuarı (IF) idi. Diğeri de 16-18 Şubat günlerinde İstanbul Tekstil ve Konfeksiyon İhracatçı Birlikleri'nin (İTKİB) önderliğinde CNR'da düzenlenen İstanbul Moda Show du.Rekabet iyi bir şeydir. Bakalım bu rekabet ne getirecek dedik, izledik. Dünyanın moda merkezlerine baktığımızda farklı moda konseyleri farklı fuarlar düzenliyor. "Türkiye'de de neden olmasın" diye düşündük.IF bitiyor mu?Geçtiğimiz hafta İstanbul Fashion 2006 CNR'da gerçekleştirildi. 3 günde 3 bin 500'ü yabancı 66 bin kişi fuarı ziyaret etti. 24-26 Ağustos'ta TÜYAP'ta IF Uluslararası İstanbul HazırgiyimFuarı'nın sekizincisi düzenlenecek.Önümüzdeki günlerde gerçekleştirilecek bu fuarın IF'in sonuncu fuarı olacak söylentisi dolaşıyor.Söylentilerin nedeni de şu: IF Konseyi'nin TÜYAP'la moda fuarı anlaşması bu yıl bitiyor. Önümüzdeki sezon fuarın nerede yapılacağı belli değil.14 dernek çatısı altında yaklaşık 3 binden fazla firmayı temsil eden IF Konseyi'nin bu işe bir çare bulacağı düşüncesindeyim.İTKİB ile IF'in arasındaki çekişme her ne olursa olsun, eğer her iki taraf da İstanbul'u gerçekten de bir moda merkezi yapmayı hayal ediyorsa, fuar düzenlemeye devam etmeli. CNR'daki fuara gittim, doğrusu hayal ettiğim gibi değildi. Görkemli bir açılış oldu olmasına ama Şubat ayındaki fuarın simgesi pembe şapkadan bir adım ileri gidilmemişti. Moda tasarımcıları iş anlamında da bekledikleri geri dönüşü alamadı.Hazır giyimciler ortaya çıkan manzarayı bundan sonra iyi değerlendirirse; çekişmenin-bölünmenin zararı belli olduğuna göre bir orta yol bulursa ya da İstanbul'un tanıtımına da büyük katkısı olması beklenen iki ayrı fuar doğru dürüst düzenlenirse hiç fena olmaz.Ayrıca bu çekişmenin sektörün enerjisini azalttığı kanısında olanlar var. Hatta şimdilerde bir komite önümüzdeki sezonda tek fuar yapılması için zemin yokluyor.Bakalım sonuç ne olacak?Madonna'nın modacısı geliyor* 8. IF Hazır Giyim Fuarı Evrim Timur'un "Amazonlar" defilesiyle aplacak. Defile Fashion TV'de canlı yayınlanacak.* Versace Vakfı'nın sahiplerinden satın alarak tekrar topladığı "Metal Koleksiyon"u sergilenecek. Koleksiyondaki kıyafetleri Madonna'dan Lady Diana'ya kadar dünyanın en özel kadınları giymiş.* Fuarda Valentino, Gianni Ferre, Moschino, Armanı gibi ünlü İtalyan modacılarınSophia Loren'den Prenses Süreyya'ya kadar pek çok Hollywood yıldızı ve dünya jet-set'i için tasarladıkları kıyafetlerden oluşan bir sergi de açılacak.* İtalyan Moda Federasyonu Başkanı Mario Bosselli de fuara katılmak için İstanbul'a geliyor. Bosselli fuarda bir seminer verecek. Dünya Hazır Giyim Federasyonu (IAF) Başkanı Vassilis Masselos da İstanbul'da olacak.
Tam 30 yıldır yabancılara konut satmak için denemedikleri yol kalmayan İspanyollar 1 milyon adede ulaştılar. Rakamlar ortada, sonuçta onlar başardı. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç ile birlikte İspanya gezisine gitti. Yerinde tespit etmiş olmalılar. Madrit ve Malaga'yı gezdiler. Sonra Maliye Bakanı bir açıklama yaptı, "Gayrimenkul satışında İspanya modelini getireceğiz." Didim'de yabancılara satılmayı bekleyen 50 bine yakın konut yapıldı. Öylece duruyor. Bakan İspanyol modeli diyor? "İspanyol modeli yan yana siteler yapmak mı?" diye sormalı. Geçtiğimiz yıl Malaga'ya gitmiştim. Siteler, alışveriş merkezleri, eğlence mekânları, konserler... Kaldırımlar, açıkhavada alışveriş yapılan caddeler mermer döşenmiş. Gece, gündüz gibiydi. Her yer ışıl ışıl, her yer rengârenk, insanlar sabahlara kadar eğleniyordu. Malaga'da nüfusun yüzde 70'i Almanlar, İngilizler ve İskandinav ülkelerinden gelenler. İkinci evleri İspanya. İspanya'da hizmet sektörü Türkiye'nin yanına yaklaşamaz, garsonlar gerçekten kötü, kimse yabancı dil bilmiyor- ama onların nasıl başardıklarını da görmeli. İspanya dezavantajlarına rağmen turizmde bir numara. İspanya'da yılda 3 bin aşçı yetişiyor. Bu bile onların turizm sektörüne nasıl baktıklarının bir göstergesi. Kısacası, iş ev yapmakla bitmiyor. Cazibe merkezleri yaratmak lazım. İspanyol modeli "yazlık ev" inşa etmek değil.*****Bir finansçının börekçi olma öyküsü...Önder Öbek, "finansçı börekçi". Önce Rumeli böreklerini anlatalım. Aile kökenleri Rumeli'ye dayananlar bilir, pırasalı ve sütlü kabaklı börekler vardır, çıtır çıtır... Kol böreği ya da tepsi böreği fark etmez, damakta dağılır... Önder Öbek bundan 4 yıl önce ilk börek dükkânını açtı. Rumeli kökenli kadınlar buldu, onlarla denemeler yaptı, Yugoslavya kökenli babaannesinin yaptığı böreklerin tadını yakaladı. "Herkesle paylaşayım, bunu bir ticari faaliyet haline getireyim, hatta ilk önce İstanbul'a sonra başka illere de Rumeli börekleri zincirini götüreyim" istedi.Önder Öbek aslında finansçı. İşler istediği gibi gitmemiş. Dahiliye profesörü olan babasının, "ne iş yaparsan yap, istersen limon sat ama kendi işin olsun" sözü de kulağında küpeymiş. 1998 senesinde Bilkent Üniversitesi İşletme Bölümü'nden mezun olduktan sonra finans eğitimini pekiştirmek için University of Texas-Dallas'ta MBA programına katılmış. Türkiye'ye döndükten sonra da Kent Yatırım'da 2 yıl kurumsal finansman bölümünde çalışmış. Aslında yolun başındayken aklında börekçilik filan yokmuş, yalnızca bir aile geleneği olan börek sofralarına katılmak için pazar günlerinin gelmesini iple çekermiş. İşler istediği gibi gitmeyince aile büyükleriyle yaptığı "Hiç Rumeli börekleri yapan bir yer yok" muhabbeti aklına düşmüş ve işe koyulmuş. Merdaneyi eline alıp hamur açmıyor ama börekçilik işini çok iyi biliyor. Öbek ilk dükkânını 2002'de Beylerbeyi'nde, bir sene sonra da ikincisini Selamiçeşme'de açtı. Kısa bir süre önce de Anadoluhisarı'nda yeni şubesi açıldı. Şimdilerde Önder Öbek, "Rumeli börekleri" zinciri oluşturma peşinde koşuyor... Ve markalaşma süreçleriyle ilgili şöyle diyor: "Şu aşamada henüz markamıza yatırım yapıyoruz. Kalitemizi bozmadan, bu damak tadını daha çok kişiye nasıl ulaştırabiliriz, sürekli bunun üzerine çalışıyoruz. Yakın bir gelecek için yeni birkaç şube açmak veya bayilikle büyümek gibi konular üzerinde duruyoruz. Fakat emin olduğumuz, öncelikle İstanbul'da daha sonra yavaş yavaş diğer bölgelerde de Rumeli böreğini tanıtmak için çalışmaya devam edeceğimiz."Rumeli börekleri zinciri neden olmasın? ***Rumeli böreğinin özellikleriBörekler bir kere sıvı yağla yapılıyor. Dolayısıyla hafif. Kabaklı, soğanlı, peynirli, ıspanaklı, pırasalı, kıymalı ve patatesli çeşitleri var. Börek dışında cevizli ve bademli ev baklavası ile bir çeşit Rumeli tatlısı da satılıyor Rumeli Börekçisi'nde.
İstanbul Kanyon da Eylül ayında Harvey Nichols açılacak. Eylül'e yetişir mi yetişmez mi diye merak eden çok. Geçtiğimiz haftalarda Edinburgh'ta Türkiye'den bir grup gazetecinin de katıldığı bir basın toplantısı düzenledi Harvey Nichols ve açılışın Eylül'de yapılacağı açıklandı.Kanyon'daki mağaza 3 katlı, toplam 8 bin metrekare, Kanyon un en büyük mağazası. Mağazada mimari çalışmalar gece gündüz sürüyor. Ve açılışın 15 Eylül'e yetiştirilmesi planlanıyor. Ancak henüz resmi bir açıklama yok, çünkü açılış Eylül'ün son haftasına hatta Ekim'e de kalabilir.200 marka geliyorLüks mağaza zinciri Harvey Nichols 200 markayı Türkiye'ye getiriyor. Yok yok diyemeyeceğim, Prada, Dölce Gabbana, Celine, Etro, Miu Miu, Yves Saint Laurcnt, Cavalli, Armanı Jeans yok. Onlar Beymen'de kaldı. Prada ve Dolce Gabbana da İstinyePark'ta ayrıca olacak.Ama kimilerinin çok yakından takip ettiği markaların çoğu Harvey Nichols'ta.Ayrıca Hüseyin Çağlayan ve Rıfat Özbek'in koleksiyonlan da olacak.Harvey Nichols'u Türkiye'ye Unitim Holding getiriyor. İmteks Giyim Sanayii'ne bağlı Unitim Holding. İmteks 1985'te, Unitim perakende grubu ise 1998'te kurulmuş.İmteks, Adidas, Nike, Puma, Reebok, Marks&Spencer, Zara, Tommy Hilfigcr, Debenhams'ın da Türkiye'deki üreticisi. Unitim ise işe Tommy Hilfiger, Gas ve Camper'ı Türkiye'ye getirerek başlamış.İmteks'te üretiminin tamamı ihraç ediliyor, 2005 ihracat cirosu 64 milyon dolar.Ve Unitim bu yıl yalnızca Harvey Nichols için 120 kişi istihdam etmeyi planlıyor. Unitim, Türki cumhuriyetler, Rusya ve Ukrayna'da da bünyesinde bulunan markaların distribütörlüğünü yapıyor. Bu operasyonlar için Rusya ofisinde 100 kişilik bir ekibi var. Accessorize'ı Türkiye'ye getiren de Unitim. Şu anda en hızlı büyüyen markası Accessorize.3 markayı Türkiye'ye getirerek işe başlayan Unitim, şu anda 8 markanın Türkiye temsilcisi ve Harvey Nichols'ı Türkiye'ye getirerek 200'ün üzerinde markayı Türkiye'ye sokan şirket olacak. Hızla büyüyen Unitim Holding'in perakendede 2010 yılı ciro hedefi 350 milyon dolar.Unitim Holding, yakında Bally, Thomas Pink ve G-Star markalarını da Türkiye'ye getiriyor. Doğrusu iyi markaların avcısı oldukları ortada. Yakında Türkiye'de hızla büyüyen markaların arkasındaki şirket olarak öne çıkacakları kesin.Ve faaliyet alanlarını tekstille sınırlı tutmuyorlar. 2007'de Londra'nın en ünlü füzyon restoranı Hakkasan Kanyon'da açılacak, Hakkasan'ı da Türkiye'ye getiren Unitim.
Osmanlı padişahlarını teknolojiyle buluşturma fikrinden yola çıktı moda tasarımcısı Sedef Çalarkan. Ve bir marka yarattı. Marka, "Osman". O, padişahlarının kulağına iPot takan moda tasarımcısı. Kemer, çanta, tişört tasarımları var.Yaptıklarını ilk gördüğümde "ne güzel fikir" diye düşünmüştüm. Kısa zamanda iyi yol aldı Sedef Çalarkan. 2005'te kurduğu markanın ürünlerini İstanbul'da biri Bağdat Caddesi'nde diğeri de Galatasaray'daki iki mağazada satıyor. Moda fuarlarına katılıyor. Geçtiğimiz hafta BBC World'de yayınlanan, Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı'nın konuk olduğu "Middle East Business Report" programının bir diğer konuğu da moda tasarımcısı Sedef Çalarkan'dı. Türkiye'den iki başarılı kadın BBC'deydi. Hemen Sedef Çalarkan'ı aradım. BBC World muhabiri Jackson Hewett İstanbul'a gelerek Osman-Galatasaray mağazasında Sedef Çalarkan'la çekim yapmış. Lübnan'daki savaş, Türkiye ekonomisine ve Osman markasının oluşum sürecine dair onlarca soru sormuş BBC muhabiri. Kısacası, Osman markası bir yılını henüz yeni doldurdu ama kat ettiği yol oldukça fazla. Peki Sedef Çalarkan bunu nasıl başardı? Öncelikle Osmanlı padişahlarını teknolojiyle buluşturma fikri bence müthiş. Padişahların karikatürize edilmesi, Üçüncü Selim'in kulağına iPot takması, Üçüncü Murat'ın bluetooth kullanması, fosforlu renkler arasında padişahların portrelerinin kullanılması dikkat çekiyor. Hat sanatı eğitimi alan web tasarımcısı arkadaşı Kemal Edes, fikrini hayata geçirmede Sedef Çalarkan'ın yol arkadaşı olmuş. Çalarkan, tasarımcılığının yanısıra 10 yıldır da marka danışmanlığı yapıyor. İngiltere'de Bournemouth Üniversitesi'ni bitirdikten sonra Louis Vuitton, Arzu Kaprol, Derin ve Telsim gibi markaların özel proje yöneticiliğini yaptı. Osman kendisi için yarattığı ilk markası. BBC'de haber olmak Sedef Çalarkan'ı markanın çıkış noktasına götürmüş. "Osmanlı İmparatorluğu çok önemli ama bize kalan mirası hiç de iyi değerlendiremiyoruz. Türkiye'nin tanıtımı ve kültürel zenginliğimiz de günümüzde bu şekilde anlatılabilir" diyor Çalarkan. Yeni markası TeomanÇalarken, Osman markasını büyütmek için çabalarken bir yandan da yeni fikirlerin peşinden koşuyor. Yeni projesi Teoman. Genç kızların Teoman'a gösterdiği ilgi üzerine kurmuş Sedef Çalarkan yeni projesini. Gençlerin, özellikle de kadınların Teoman'a dokunmak istediğini gözlemlemiş ve "Teoman'ın el izini kullanmalıyım" demiş. Şimdilerde tişörtlerde Teoman'ın eli var. Ne diyelim, fikirler güzel. *****"DUYGU" KADINIYDIİki yıl önceydi. Turuncu Dergisi'ni çıkarıyordu Duygu Asena'yla ortak arkadaşlarımız. Buluştuk. "Çok kötüyüm, unutkanım, sokakta insanlara çarpıyorum..." dedi. Depresyona girdiğini düşünüyordu. Aslında yaşadıklarına anlam veremiyordu. Psikiyatr Saffet Murat Tura'ya gitti, Tura'nın yönlendirmesiyle hemen MR çektirdi... Sonrası... 4 ay dediler, o iki yıl mücadele etti...Tanıyana kadar bambaşka bir yeri vardı hayatımda. Önce kitaplarıyla tanışmıştık, sonra arkadaş olduk. Her şey bir yana. Evet güzeldi, "feministler çirkin olur" diyen "maço zihniyete" karşı yaşamıyla, söylemiyle, cesaretiyle gözümde bir kahramandı. Ve çok alçakgönüllüydü. Son sohbetimizde, "Dünyaya geliyor, yaşıyor ve ölüyoruz. Acılar, üzüntüler, mutluluklar, yalnızlıklar, hepsi var. Ben genelde en büyük üzüntülerden sonra yaşamanın anlamına dair, yaşama bağlılığa dair bir şeyler bulurdum. Bunlar üzerinde çok çok konuşulacak konular..." demişti.Hayatın ne getireceği hiç belli olmuyor... Arkasından yazmak ağır geliyor.Her ne kadar, "aslında aşk da yok" dese de, o şöyle derdi: "Herkes aşkı arıyor ama belki de yanlış yerde arıyoruz aşkı. Hayat aşk demek değil, hayatını güzelleştirebiliyorsan, aşkını da buluyorsun. Aşk için her şeyden vazgeçen kadınlar mutlu olamıyor..."
Batman'da üç yıl önce ÇATOM 'un (Çok Amaçlı Toplum Merkezi) yanında çocuklar için hazırlanmış "okuma odalarını" görünce çok etkilenmiştim. Fakirlik, işsizlik ve çaresizlikle örülü bir ortamda, bir odada gözleri pırıl pırıl parlayan ve kapıdan giren her büyüğe "öğretmenim" diye seslenen çocuklar...Pepsi Genel Müdür Yardımcısı Fahhan Özçelik'le GAP bölgesi için düzenlenen çocuklar ve gençlerle ilgili sosyal sorumluluk projelerini konuşmak üzere buluştuk ve Fahhan Bey de sözü okuma odalarından açtı. GAP bölgesinde 6 okuma odası var. Özçelik, "Amacımız bu sayıyı artırmak" diye başlıyor.18 milyar $ harcandıGAP Türkiye Cumhuriyeti'nin en büyük projesi. Türkiye'nin sulanabilir arazilerinin yüzde 20'si 9 ili kapsayan GAP bölgesinde. Sudan elde edilen enerjinin yüzde 40'ı bölgede kurulan santrallardan sağlanıyor. Bugüne kadar GAP için 18 milyar dolar harcandı ve şu anda projenin yüzde 50'sinden fazlası gerçekleştirilmiş durumda.Evet, GAP bir ara her vesileyle gündemimize geliyordu ve GAP'la övünüyorduk. Sonra bazı yanlışlar yapıldı, özellikle de projenin bir toplumsal dönüşümü sağlaması aşamasında yetersiz kalındı. Sulu tarıma geçilemedi. Fazla sulama sonucu toprak tuzlandı. Ürün çeşitliliği üzerine planlar suya düştü, şimdilerde göz alabildiğince uzanan pamuk tarlalanyla dolu Harran Ovası... Rengârenk giysili, yanık tenli kadınlar, küçücük çocuklar plastik ayakkabılarıyla büyüklerden gördükleri gibi tanm yapıyor...GAP İdaresi, sosyal dönüşümü sağlamak için farklı projeler yürütüyor. Bunlar 2001'den beri BM Kalkınma Fonu'nun desteğiyle sürdürülüyordu. Örneğin, "Gençlik İçin Sosyal Gelişim" programı kapsamında 11 -15 yaş grubundaki çocuklara 12 günlük eğitimler veriliyor, yeni tanm teknolojileri öğretiliyordu. Artık bu projeler Pepsi'nin desteğiyle devam edecek. GAP İdaresi'nin BM Kalkınma Fonu'yla anlaşmaları sona erdi. Ve Pepsi, sosyal sorumluluk projeleri kapsamında GAP'a yöneldi.Pepsi, GAP bölgesindeki çocuk ve gençlere yönelik 5 yıl için 1 milyon dolarlık fon ayırdı. Öncelikle yapılan çalışmalara devam edilecek. Okuma odaları ve "gençlik ve kültür evleri" artırılacak. Yeni merkezlerde gençlere mesleki beceri kursları verilecek. Pepsi, yerel yönetimler, kaymakamlar ve sivil toplum örgütleriyle birlikte yürütüyor bu çalışmaları.Özçelik, Diyarbakır'daki merkezin 2003 yılında gerçekleştirdiği "Sanat ve Kültür Aracılığıyla Sürdürülebilirlik" projesine, Almanya, Fransa, İspanya, Malta ve Lübnan'dan 24 gencin de katıldığını söylüyor.20 Ağustos'ta da Batman Gençlik ve Kültür Evi, AB'den ve Türkiye'den gençleri Hasankeyf te buluşturacak. "Medeniyetlerin Buluştuğu Nokta Hasankeyf' projesi başlatılacak. Özçelik, bundan sonra istihdam projelerine ağırlık verileceğini de özellikle vurguluyor. Mesleki beceri kazanan gençlerin iş hayatına katılımına yardımcı olmak amacıyla "stajyer yetiştirme" programlan da hazırlanıyor. Güneydoğu'dan son dönemlerde gelen "acı" haberlerin gölgesinde bölgede güzel şeyler de oluyor.Sezen Aksu Gençlik ve Kültür Evi'ndeki gençlerle buluşacakSezen Aksu 16 Ağustos'ta Pepsi'nin katkılarıyla turneye çıkıyor. Yanında bu kez Hepsi Kızları da olacak. Reklamlarını görmüşsünüzdür... Bu konserlerin sonuncusu 5 Eylül'de Gaziantep'te. İşte bu konsere bugüne kadar GAP bölgesinde gençlik ve kültür evlerindeki projelerle hayatını değiştiren gençler de katılacak.Geçtiğimiz yıl Turkcell'in Kardelenler projesi kapsamında kız çocuklarıyla kucaklaşan Sezen Aksu, bu kez de GAP Bölgesi'ndeki gençlerle buluşacak.
Şimdi Sultanahmet'e gitmenin hiç zamanı değil. Turist doludur her yer, dedim. İki yıldır Türkiye'den uzak olan arkadaşım ısrar etti ve Sultanahmet'e gittik. Selim Usta'nın Tarihi Sultanahmet Köftecisi'nin köftelerini özlemiş. Ayrıca Sultanahmet'in insanın ruhunu dinlendirdiğini düşünüyor. Yola çıktık. Ben yolda ısrarla, "Çok kalabalıktır, çoluk çocuk, turistler" diye dırdır etmeye devam ettim. "Bedesten'e uğramadan dönmem" diyorum bu arada.Sonunda vardık. Cıvıl cıvıl, rengârenk Sultanahmet... Güneş batarken ayn güzel oldu ve ilk kez Sultanahmet'i yaz aylarında önceki yıllara göre sakin gördüm. Turist sayısındaki düşüş Sultanahmet'te de hissediliyordu.Nakkaş'a uğradık. Nakkaş, altında bir tarihi sarnıç bulunan dört katlı bir mağaza. Kurucularından Hakan Kaptan aynı zamanda mücevher tasarımcısı. Nakkaş'ta 18 bin el dokuması, 100 parça antika halı var. Seramik bölümü ve mücevher bölümleri de ilgi çekici. İznik çinileri, altından özgün tasarımlar Nakkaş'ı farklılaştırıyor.Hakan Kaptan, "Londra'da British Museum, Roma'da Âşıklar Çeşmesi, İstanbul'da Ayasofya ve Yerebatan Sarnıcı... Sultanahmet, sadece Türkiye içerisinde değil, dünya üzerinde görülmesi gereken yerler arasında" diyor."Turist sayısındaki düşüş sizi etkiledi mi?" diye soruyorum hemen ve Hakan Kaptan anlatmaya başlıyor:"İstanbul'a gelen turist sayısı düştü. Kuş gribi ve Danimarka'daki karikatür olayları etkiledi. Ayrıca TUI, Neckerman gibi büyük tur operatörleri, reklam ve tanıtım çalışmaları ile tatil trendlerini belirliyor. Olumsuzluktan gördükleri an güzergâhlarını değiştiriyorlar. Potansiyellerini başka coğrafyalara çevirerek, uluslararası turizme yön veriyorlar.Yılın ilk dönemi kötü geçti. Nakkaş olarak bizi de büyük ölçüde etkiledi. Geçen yılla karşılaştırıldığında, kapıdan giren turist sayısında yüzde 40'lık azalma var."Turistler kumaş parçalarıyla geliyor"Yabancılar perdelerinden, koltuk takımlarından kumaş parçalarını da yanlarında getiriyorlar. Türk halısını çok daha iyi tanıtmamız lazım..."Kaptan, bu sözlerini uzun zamandır hazırlıkları süren bir organizasyona bağladı. 2007'de Türkiye'de ilk kez 11. Uluslararası Antika Halı Konferansı ve Fuarı düzenlenecek. Kaptan, EHD (El Halıcıları Derneği) ile birlikte çalışma yürütüyor. Uluslararası Antika Halı Festivali her üç senede bir farklı bir ülkede düzenleniyor. Önümüzdeki yıl Türkiye'ye 1500 yabancı katılımcı gelecek. Kısacası Türk halıcıları bu konferans ve festivalle Türk halısını uçurmayı hedefliyor.Yunan Dışişleri Bakan Yardımcısı kebap yiyip, Ajda'yı dinledi...İzlanda'da yetişen çakal eriği meyvesi var, kıpkırmızı. Adı "Sloe berry", bence böğürtlene benziyor. Bu meyvenin kendine has kırmızı renkli suyu ile Ursus votkası harmanından Ursus Roter doğmuş. Ursus Roter bu yaz eğlence mekânlarında az alkol almayı sevenlerin içkisi oldu.Önceki gece Ursus Roter'in lansmanı vardı Reina'da. Kıpkırmızı bir gece konseptiyle hazırlanan lansmanda Ajda Pekkan da sahneye modacı Yasemin Akat tarafından hazırlanan şahane bir kırmızı kostümle çıktı. Erken saatlerde Reina Köşebaşı'nda oturduk. Köşebaşı'nın ortağı Ali Akkaş Eylül ayında Atina'da Köşebaşı açmaya hazırlanıyor. Görkemli bir açılış planlıyorlar. Yunanistan Dışişleri Bakan Yardımcısı 39 yaşındaki Rodop Milletvekili Evripidis Stylianidis de Reina'daydı. Yunan politikacı Ajda'yı hayran hayran dinleyip, kebap yedi; önce rakı, sonra da Ursus içti.
Hapı yutmuş değiliz! Türkiye'de kişi başına ilaç kullanımı yılda 90 dolar. Yunanistan'da ise bu rakam 250 doların üzerinde. Fransa'da 400 dolar civarında.Bize göre ilaç fiyatları pahalı. Avrupa'yla kıyasladığımızda ise en ucuz ilaç Türkiye'de.Peki, ilaç fiyatları AB süreciyle birlikte düşer mi, artar mı?Geçtiğimiz hafta sonu Bülent Eczacıbaşı'yla "Pazarın Patronu" için sohbet ederken AB sürecinin ilaç sektörüne etkisini de konuştuk. Sohbetimiz röportaj sayfalarına sığmadı, burada devam ediyoruz.Eczacıbaşı ve temsil ettiği firmalar, yıllardır Türkiye'deki yabancı uluslararası devlerle orijinal ilaç-eşdeğer ilaç ve veri koruma alanında mücadele ediyor.Öncelikle orijinal ilaç - eşdeğer ilaç ayrımına açıklık getirelim.Bir ilaç ya orijinaldir ya da eşdeğerdir (jenerik). Orijinal ilaç dünyada ilk kez ruhsatlandınlan ve pazara sürülen (patentli) ürün oluyor. Yani bir firma bir hastalık için bir ilaç geliştirir, ruhsatını alır ve o ilacı pazara sürer. Aynı zamanda da "koruma süresi" alır. Koruma süresi bittikten sonra aynı nitelikte ilaçlar üretilebilir. Bunlar eşdeğer ilaçlardır. Üzerinde orijinal ilaçtaki maliyet unsurları olmadığından eşdeğer ilaçlar orijinalinden ucuz olur. Türkiye'nin de kabul ettiği patent mevzuatına göre ilaç koruma süresi 20 yıl. (Yani yirmi yıl boyunca o ilacın eşdeğeri imal edilemiyor.)Bazı ülkeler buna karşı çıkıyor. Özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ilaç fiyatlarının düşürebilmek için koruma süresi kısaltılıyor.Hindistan ve PolonyaBu konuda iki başarılı örnek var. Biri Hindistan.Hindistan "Biz fakiriz, nüfusumuz çok, ucuz ilaca ihtiyacımız var" diyor. 20 yıldır ilaç sektörünü geliştirmek için yatırımlar yapan Hindistan'ın son 13 yılda ilaç ihracatıyla ithalatı başabaş. Eşdeğer ilaç ihracatı 3 milyar dolar.Diğer örnekse Polonya. Avrupa'da en yüksek eşdeğer ilaç tüketimi Polonya'da. Toplam tüketimin yüzde 79'u.AB müzakereleri sürecinde Polonya'nın en zorlu pazarlık konusu ilaç sektöründeki düzenlemelerdi.Türkiye'de durum ne olacak?Eczacıbaşı, "Eşdeğer ilaç kullanımı sayesinde AB'de her yıl 18 milyar euro tasarruf sağlanıyor. Türkiye'de 2004'te eşdeğer ilaç kullanımıyla sağlanan 416 milyon dolar tasarrufun, 2005'te 615 milyon dolara ulaştığı hesaplanıyor. Türkiye ilaç endüstrisi AB standartlarında, dünyada ilaç üretiminde kendine yeterli 18 ülke arasında. Tüketimi az olması nedeniyle yurtiçi üretimi ekonomik olmayan bazı ürünler dışındaki tüm ilaçlar Türkiye'de üretilebiliyor. Bu kapsamda, son derecede yüksek bir eşdeğer ilaç üretme kapasitesine sahibiz. Türkiye, müzakere sürecinde AB eşdeğer ilaç endüstrisinin önemli bir parçası olmaya aday" diyor. Türkiye Polonya'nın yaptığını neden yapmasın?Kanyon'daki Konyalı Papermoon gibi olduKanyon'daki Konyalı çok farklı. Topkapı Sarayı ve Sirkeci'deki Konyalı'ya benzemiyor. İlk gidişimde "aydınlık, sade ve modern" olması hoşuma gitmişti ama servis inanılmaz yavaştı. Sanırım ilk günlerin acemiliğiydi. Menü de sınırlı gelmişti. Ama görünen o ki Konyalı doğrusunu yapmış.Şık, modern ortamı, menüsündeki kolaylık Kanyon Konyalı'yı kısa sürede farklılaştırdı.Ve beklenen oldu. Civar gökdelenlerdeki iş adamları Kanyon'da yemeğe geliyor, iş yemekleri için tercih ettikleri yer de Konyalı.Her öğle neredeyse her masada bir iş yemeği var. Üstelik Kanyon -Konyalı'daki şarap kavı İstanbul'daki en büyüklerden. Kanyon'daki Konyalı Papermoon gibi oldu.