Pazar günü 1 Nisan’dı. Bütün dünyada şaka günü.Aslında zaten gülmeceye yer vermeye çalıştığım pazar gününün 1 Nisan’a denk gelmesiyle, birkaç şaka yapmayı düşünmüştüm.Ama zaten her şey şaka gibi olduğu için son anda vazgeçtim.Öğleden sonra bir baktım ki, İstanbul’da sanki 1 Nisan’a nazire yapar gibi bir olay yaşandı.Dünyanın bilmem kaç ülkesinden gelen dışişleri bakanları, ki başlarında ABD Dışişleri Bakanı Clinton var, İstanbul’da toplanmışlar, kendilerine “Suriye halkının dostları” adını takmışlar.Amaç Suriye’deki diktatörü devirmek. Bu nedenle İstanbul’a gelen ama aralarında bir türlü anlaşamayan Suriyeli muhaliflere akıl verecekler.Sonra beklenmedik bir şey oluyor. Toplantının yapıldığı yerin önünde başka Suriyeliler de toplanıyor.Onlar muhalif değil. Muhaliflerin ve hepimizin diktatör dediği adamı destekliyorlar.Sonunda bizim polis yukarı bakıyor, “Onlar da Suriyeli, bunlar da; hangisi dostumuz?” diye soruyor. Yukarıdaki zatlar “İçeridekiler dostumuz, dışarıdakiler değil” işareti veriyorlar.Gaz bombaları ve coplar ortaya çıkıyor. Yer misin yemez misin, kendimize dost görmediğimiz öteki Suriyelileri bir güzel dövüyorlar.Bu olay başka gün olsa herhalde “İstanbul’da 1 Nisan şakası gibi olay” manşetleri atılırdı gazetelerde. Ama olay zaten 1 Nisan’da olunca kimsenin aklına bu şaka gelmedi anlaşılan.İşin esprisi bir yana, tüm haberleri okudum, Suriye ile ilgili “Suriye dostları” ne diyor anlamak mümkün değil.Zaten asıl anlamadığımız başka konu daha var. Suriye’de ne oluyor? Bilen var mı?“Esad halkına zulmediyor” deniyor da, bunun nedeni anlaşılmıyor. Kim özgürlük istiyor, hangi muhalif ne bekliyor, kim kimi vuruyor o da belli değil.Örneğin Suriye’deki Kürtler son anda taraf değiştirdi mi değiştirmedi mi?Bizdeki PKK bir anda Esad karşıtı olmayı bir kenara bıraktı mı bırakmadı mı?Daha bunları bile net anlatan yok.Ama bilinen şu ki, Türkiye bir şekilde Suriye’ye müdahaleye kalkarsa, ortalık kan gölüne dönüşecek. Bunda aklı başında herkes mutabık.*****İç hatlarda uçmak sefalet gibiSon aylarda uçakla iç hat seferi yapmayı hiç sevmiyorum. Çünkü tam bir sefalet, tam bir azap haline geldi.Pazar günü İzmir’e oradan da Nazilli’ye gittim. Nazilli konusunu perşembe günü yazacağım. Ama önce şu iç hatta uçma sefaletini yazmak istiyorum.Uçuş saati 11.00’di. O gün İstanbul’daki olağanüstü güvenlik önlemlerini ve bir de üstüne üniversite sınavını düşününce saat 09.15’te evden çıktım.Beklediğim gibi olmadı, 30 dakikada Atatürk Havalimanı’na vardım.Saat 10.35’te uçağa bindim. 11.00’de kapı kapandı, uçak hareketlendi.Uçuşta çok sıra varmış. Tam 55 dakika sanki şehir içi trafiğindeki gibi dura kalka gidip 11.55’te havalandık.İzmir’de terminale girdiğimizde saat 13.05’i gösteriyordu. Demek k tam 2.5 saat uçakta kalmışız.Pazartesi günü dönüyorum. Uçak saati 13.00. Yalnız 35 dakika rötarı varmış. Ona da şükür.Ama pazar günü başlayan başka bir uygulama tadımı fena kaçırdı. Artık uçaklara sıvı alınmıyor. Uçağa geçişteki son güvenlik aramasından parfüm, deodorant, su, meşrubatla geçemiyorsunuz. El konuluyor ve çöpe atılıyor.Bu dünyada da böyle. Bir şey diyemeyiz.Seyahate küçücük bir çanta ile çıkmıştım. Sıvı yasağını bildiğim için ne tıraş köpüğü, ne parfüm aldım. Sadece küçücük bir diş macunu ve diş fırçası.Nazilli’deki dostlar ayrılırken minik armağanlar verdi. Reçel, kestane şekeri.İzmir havaalanındaki ana kapı güvenlik görevlisi “Can Bey, bir kavanoz var çantada” dedi. “Evet” dedim “Reçel.” Görevli “Ama uçağa almazlar haberiniz olsun” demez mi. Meğer reçel, bal dâhil her türlü akışkan yasakmış.Peki ne olacak. “Bagaja vereceksiniz.”Verdik tabii. Reçeli çöpe mi atayım?Bu sefer de İstanbul’da bagaj bekleme derdi. Ayrıca minicik çanta, kavanoz ya kırıldıysa. Şükür ki bir şey olmamış.İşim gereği hep ya bir günlük ya da aynı gün gidip gelmelik seyahatlerim oluyor. Sadece özel ihtiyaçlarımı koyacağım küçücük çantalarla uçağa binmek demek ki hayal oldu.*****Vatansever subaylar nerede?Başbakan Harp Akademilerine gitti, 800’ün üzerinde kurmay subaya ve pek çok generale hitap etti.Ama tuhaf bir şekilde bu konuşma medyadan gizlendi. Sadece 800 subayın Başbakan’ı çakı gibi durup selamladıkları bir fotoğraf dağıtıldı.Aradan bir hafta geçti. Şaşırtıcı biçimde özellikle yandaş medyada bu konuşma ile ilgili hiçbir ayrıntı çıkmadı.Demek ki 800 subay birlik olmuş ve dışarı tek satır bilgi sızdırmamıştı.Oysa daha önce örneğini bildiğimiz bazı “vatansever subayların” kimi gazetecilere koşup “Başbakan öyle bir konuştu ki, subaylar hayran kaldı, hepsine ince ayar çekti, neye uğradıklarını şaşırdılar” türü bilgiler vermesini bekliyordum, vatansever subaylar demek ki toplantıya katılmamış.Sonunda Başbakanlık duruma el koydu anlaşılan ve Anadolu Ajansı’na konuşmanın içeriği verildi. Dün gazeteler bunu manşet yapmıştı.Meğer Başbakan subaylara darbenin ne kadar kötü bir şey olduğunu anlatmış “sakın yapmaya kalkmayın, Türkiye geriye gidiyor” demiş. Askerler de Başbakan’ı hayranlıkla dinlemişler.Tabii insan merak ediyor, konuşma baştan niye kamuoyundan gizlendi, bir hafta geçtikten sonra ne oldu da açıklanmasına gerek duyuldu?*****Emniyet şeridi paralı olsunHer gün otoyollarda emniyet şeridini kullananları görüp hiddetleniyorum. Elimden bir şey gelmiyor. Zaten polisin de elinden bir şey gelmiyor, çünkü ortada trafik polisi yok.İDO’nun Eskihisar-Topçular arabalı vapurunda başlattığı “Daha fazla para veren ön sıraya geçer” uygulamasından sonra aklıma “parlak” bir fikir geldi.Bu emniyet şeritlerini koruyup boş tutamıyoruz. Bari devlet para kazansın.Acelesi olan, normal şeridinde trafik kurallarına uyarak bekleyenleri “salak yerine” koyup bu şeride girenler bari para ödesinler. Hazır kameralar da var, taksimetre gibi çalışsın bunlar, emniyet şeridine girip çıkma sürelerine göre para yazsınlar.Hiç olmazsa yanımızdan “vın” diye geçip gidenlere öfkelenmek yerine cimrilik yaptığımız için kendimize kızarız.Hem de bu şeridi kullanan magandalar, kimi iktidar kalantorları ve içinde kim olduğunu bilmediğimiz mavi lambalı arabalardakiler “Biz zenginiz, çalışın, sizin de olsun” duygusunu tadarlar.
Sevgili okurlar; Türkiye’nin dönüştürülmesindeki en büyük adımlardan biri geçen hafta atıldı. Eğitimde reform olarak sunulan 4+4+4 sistemine “Kuran-ı Kerim” öğretilmesi seçmeli ders olarak konuldu. Bu bilimsel eğitime vurulmuş bir darbedir.Halkın isteğiBaşbakan Erdoğan bu kararı “halkın isteği” olarak değerlendirdi ama asıl tehlikeli sözü “Allahaşkına sizin Kuran-ı Kerim’le alıp veremediğiniz nedir?” sorusuyla söyledi. Bu demagojiye karşı bir cümle ile cevap verecek hiç kimse olamaz.Amaç ortaya çıktıEğitimde yeni sistem ortaya ilk atıldığında herkes asıl amacın imam hatiplerin önünü açmak ve orta-lise eğitimini giderek imam hatipleştirmek olduğunu biliyordu. İktidarın “dindar nesil yetiştirme projesinin” başladığı zaten anlaşılıyordu.Daha, daha da ileriAncak iktidar, orta vadeli bir eylem planı yerine dönüşümü çok daha hızlandırmak için en ileri adımı atmaktan çekinmedi ve Kuran-ı Kerim dersini orta-lise eğitimine seçmeli adı altında getirdi. Böylelikle sonu belirsiz bir “karşı devrim” başlatılmış oldu.Bu ders yanlıştırŞimdi “sen dine karşı mısın?” kışkırtmalarına hiç aldırmadan gerçeği söylemek ve orta-lise eğitimine Kuran-ı Kerim dersinin konulmasının neden yanlış olduğunu açıkça anlatmak zorundayız. Tek cümle; eğitime dini sokarsanız bilimselliği ortadan kaldırırsınız.Laik eğitimin önemiEğitimde laikliğin sağlanması bizim icadımız değil. Dünyanın gelişmiş bütün ülkelerinde inançlar kişi hak ve özgürlükleri arasında tanımlanır, ama eğitim bütün inançlardan arınmış, bilimsel gerçekliklerin ışığında verilir. Aksi durum toplumu çökertir.Din-bilim çatışmasıKuşkusuz ki insanın dünyaya geldiği günden bu yana yaşadığı gelişmeler dini kurallarla değil, bilimin sorgulayıcı ışığında gerçekleşmiştir. Bilim her şeyi sorar, sorgular. Din ise kurallara uymayı emreder, nedenlerini sorgulamaya kesin yasaklar getirir.Bilim dine karşı değilBuradan bilimin dine karşı olduğu görüşü çıkmaz. Tam tersine, bilim esasında “Tanrı’yı arama” çabasıdır ve insanlar tarih boyunca “Tanrı’yı ararken” bilimi geliştirmişler ve bugün hepimize şaşırtan akıl almaz bilimsel teknolojik aşamaya ulaşmışlardır.Din kişiseldirDoğarken seçemediğimiz birkaç önemli unsur var. Cinsiyetimizi, milliyetimizi seçemeyiz. Doğduğumuz yere göre dinimizi de pratikte seçemeyiz. Buna karşı cinsiyet ve milliyetimizi değiştiremeyiz ama dinimizi seçebiliriz. Bu nedenle din kişiseldir.Devlet müdahale edemezÇağdaş bir dünyada, din kişisel ve vicdani olduğu için devletlerin dini olmaz. Ancak bazı devletlerin din kurallarıyla yönetildiği de kesindir ama burada da demokrasiden söz edemeyiz. Bu nedenle çağdaş toplumlarda devletler dine müdahale edemez.Devlet eliyle eğitimDin kişisel ve vicdani olduğu için devletler, temel ve zorunlu eğitimde seçmeli de olsa belli bir dinin kural ve uygulamalarını öğretmeye kalkamaz. Bunun yerine herkesin inancını yaşamasının koşullarını ve dinlerini öğrenme olanaklarını sağlar.Din bilgisi dersiÖğrenci hangi dinden ya da inançtan olursa olsun temel ve zorunlu eğitimde, dinler tarihi, dinler felsefesi, çağın gereklerine uygun ahlâk dersleri konabilir. Ancak bir dinin kutsal kitabının ders olarak okutulması dayatma demektir ve yanlış sonuç verir.Amaç dini öğrenmekseOkullara Kuran-ı Kerim dersi koyanlar “Çocuklarımızın dinlerini öğrenmelerinde ne sakınca” var bahanesinin arkasına sığınıyor. Sonra ekliyorlar, “Böylelikle herkes dinini gerçek olarak öğrenmiş olacak” Bu ne kadar gerçekçi acaba?Türkçe mi olacak?Din dersi değil de “Kuran-ı Kerim” dersi dediğiniz an, hepimiz biliyoruz ki çocuklara Arapça ve eski yazı öğretilecek. Bu durumda “dini gerçek anlamda öğrenmek ancak Arapça bilmekle mi mümkün?” sorusu akla gelir. Arapça bilmeyen Müslüman değil mi?Kim Arapça biliyor?Ülkemizin nüfusu 70 milyon. Nüfusun yüzde 99’u Müslüman. Peki kaçımız Arapça biliyoruz? Dünyadaki Müslümanların toplamı 1 milyar 400 milyon civarında, bunların da büyük çoğunluğu Arapça bilmiyor. Bu insanlar Müslüman değil mi?Nerede öğrendik?Bugün Arapça bilmese de, Kuran’ı orijinal dilinden anlamasa da, kendisine Müslüman diyenlerin samimiyetini sorgulayamayız. “Elhamdülillah Müslümanım” diyenlere “Peki sen dinini nasıl öğrendin” deme hakkı hiç kimsede yoktur.Öğretmen sorunuKuran-ı Kerim dersi ancak işin ehli olanlar tarafından verilebilir. Bu durumda eğer yüksek talep olursa okulların öğretmen ihtiyacının karşılanması da çok ciddi sorun olacaktır. Herhalde edebiyat, Türkçe ya da ahlâk bilgisi öğretmenleri bu derse girmeyecek.Bilgisayar ve KuranBazı okurlar soruyor “Bir elinde bilgisayar bir elinde Kuran olamaz mı?” diye. Neden olmasın? Bugün nice bilim insanı dinlerine de çok bağlı, hatta kurallarını harfiyen yerine getiriyor. Muhtemelen çoğu bir dini eğitimden geçmediler. Yani bir sorun yok.Asıl amaç siyasiOkullarda bir dinin kutsal kitabını ders olarak koymak sadece siyasi nedenle açıklanabilir. Bunun adı dinin siyasete alet edilmesidir. Halkın en hassas duygularını tahrik ederek oy avcılığı yapmaktır. Toplum üzerinde egemen olma amacını taşımaktır.Bilim ve dogmaBilim “Tanrı’yı aramaktan” yola çıkmıştır ama, sürekli sorar, sorgular, eleştirir, karşı çıkar, direnir. Bu nedenle pozitiftir. Din ise kurallara bağlı olmayı emreder, sormak, sorgulamak, eleştirmek, karşı çıkmak yasaktır. Bu nedenle dogmatiktir. Siyaset burada devreye girer.Sormayın, eleştirmeyinBu nedenle egemenler yönettikleri toplumların sormasını, eleştirmesini, karşı çıkmasını, direnmesini istemezler. Bu, egemenliklerini sarsar. Ama tam tersine sormayan, sorgulamayan, eleştirmeyen, karşı çıkmayan toplumlar egemenlerin çok işine gelir.Dindar nesil yetiştirmekİşte “dindar nesil yetiştirmek” masum talebinin arkasında yatan budur. İtaat eden, boyun eğen, yöneticileri sorgulamayan, eleştirmeyen bir toplum yetiştirirseniz, egemenliğinizi çok daha rahat sürdürürsünüz. Din bu yüzden çok önemlidir.Dine de zarar verirHalkın hassas duygularını sömürerek güya daha dindar görünmeye çalışanlar, dini, temel ve zorunlu eğitimin içine almalarının yaratacağı hasarı 20 yıl sonra gördüklerinde muhtemelen pişmanlık duyacaklardır. Ama o zaman iş işten geçmiş olacaktır.Eğitim bir maratondurEğitim sistemiyle siyasi nedenlerle oynamak çok tehlikelidir. Çünkü eğitimde bugün attığınız temeller meyvesini 15-20 yıl sonra verir. Günlük siyasi çıkarlar uğruna yaptığınız müdahaleler bir bakmışsınız 20 yıl sonra sizi de altına alarak ezip geçmiş...Hepinize iyi haftalar dilerim..
Başbakan “Şike yapan takım düşürülmesin” önerisini getirdi biliyorsunuz. Şike yapan yönetici yüzünden takımın cezalandırılmasını doğru bulmadığını söyleyen Erdoğan “Ligden şike olayına adı karışmış 8 takım düşürülürse Türkiye’de futbol biter” diye de ekledi.UEFA Başkanı Platini bu sözleri kendisine söyleyen Erdoğan’a hak vermişti ama “Ne yapalım kural böyle, değiştirmek çok zor” cevabını vermişti.Belli ki Başbakan küme düşmenin kalkması için bir şeyler yapacak.Tabii o zaman şike nasıl önlenecek o da ayrı konu. Kulüplere bir zarar gelmeyeceğini bilenler, kamikaze gibi birini bulup yönetici olarak başa oturturlar, sonra çatır çatır şike yaparlar, nasıl olsa kulübe bir şey olmayacak, kamikaze yönetici kulüp aşkıyla bir süre hapse girer.Başbakan’ın bu çıkışında hafif bir suçluluk duygusu olduğunu da düşünüyorum.Fenerbahçe’ye yönelik operasyon başlarken belki de bu düşme işi pek hesaplanmamıştı, şimdi işin vahameti ortaya çıkınca “Yahu biz ne yaptık” havası hakim sanki.Geçelim.Şimdi Fenerbahçe’ye düşen şudur.Mahkeme bir yandan devam ediyor, elbette en etkili savunma yapılacaktır.Ama bu arada Türkiye Kupası’nı kazanmak da şart oldu.Fenerbahçe çok uzun yıllardır nedense Türkiye Kupası’nda başarılı olamadı.Oysa bu yıl olmak zorunda.Bir önlem olarak şampiyonluğu kazanmalı.12 Eylül öneminde Ankaragücü Türkiye Kupası’nı kazanmıştı. Ama ikinci ligdeydi.O tarihlerde Ankara’yı birinci ligde temsil eden takım yoktu.Başta darbeci paşalar olmak üzere Ankara bürokrasisi maçlara gidemiyor, Fenerbahçe’yi, Galatasaray’ı, Beşiktaş’ı izleyemiyordu.12 Eylül yönetimi Ankaragücü’nün kupa zaferinden sonra maç seyretmenin formülü buldular. Dediler ki “Türkiye Kupası’nı kazanan takım, ikinci ligden çıkarsa, ödül olarak birinci lige terfi eder.”Ve Ankaragücü o yıl, birinci lige alınmıştı.Geçenlerde Futbol Federasyonu’na sordum, “Bu bir yasa mıydı yoksa bir kerelik bir uygulama mıydı?” diye.“Bir kerelik” uygulamamaymış. Yani yasası yok.Ama, o tarihten bu yana Türkiye Kupası’nı hiçbir ikinci lig takımı kazanmadı. Yasası yok ama örneği de yaşanmadı.Diyelim ki Fenerbahçe’yi küme düşürdüler.Fenerbahçe Türkiye Kupası’nı kazanırsa, bir kere uygulanmış, eşitlik ilkesi nedeniyle tekrar uygulanabilir.Tamamen bir önlem olarak söylüyorum. Umarım Fenerbahçe düşmeyecektir, ama ne olur ne olmaz, siz Kupa’yı kazanın da.Hem Fenerbahçe Türkiye Kupası’nı kazanırsa, küme düşse bile Türkiye’yi Avrupa’da temsil etme hakkı kazanmış olacaktır.Demek ki Kupa’yı kazanmak olmazsa olmaz bir durumdur.*****Bu haftanın fıkralarıYıldırım Tuna’dan gelen fıkralarla keyifli bir hafta sonu dilerim;İlk gün gibiHuzurevinde 2 yaşlı adam sohbet ediyorlarmış, “Ben tam 85 yaşındayım” demiş biri, “Her tarafım ağrıyor.. Dizim, belim, eklemlerim, ama her yerim.. Sen de tam benim yaşımdasın, senin durumun nasıl?..” Diğeri “Ben kendimi aynen yeni doğmuş bebek gibi hissediyorum..” diye cevap vermiş diğeri. Birinci yaşlı “Hadi ya? Gerçekten mi?.” deyince cevap gelmiş; “Evet.. Saç yok, diş yok, sanırım biraz önce de altıma kaçırdım..”Gerek kalmadıAdam, sırılsıklam vaziyette, evinin zifiri karanlık bodrumunda bir saattir durmadan basınçla fışkıran su borusunu iki eliyle zar zor zapt etmeye uğraşırken karısının “Hayatım boruları bırakıp gelebilirsin” diye onu yukarı çağıran sesini duymuş. “Neden?.. Tesisatçı mı geldi?” diye cevap vermiş adam nefes nefese. “Yok aşkım..” demiş karısı, “Gerek kalmadı.. Yemeği ocakta unutmuşum ev yanıyor..!”Tek eksiktiTemel’e kız istemeye gitmişler. Kızın babası Temel’e dönüp “Nasılsın bakalım?..” demiş, “Sigara, içki, kumar, pavyon var mı sende?..” Temel “Valla hepsi var efendimÖ” diye cevap vermiş arkasına yaslanıp bacak bacak üstüne atarak, “Bi karı eksik, gördüğünüz gibi sayenizde onuhalletmek için buradayız işte..!”Ahlak bozulduArkadaşımla sohbet ederken “Ahlak iyice bozuldu” dedim, “Toplumun eski değerleri yok ediliyor.. Ben evlenmeden önce karımla bir kere bile yatmadım.. Ya sen?.. Sen yattın mı?..” Arkadaşım “Valla bilmem ki ağabey” dedi, “Yengenin kızlık soyadı neydi?..”Domuza çarpmışTeksas’ta ormanın içindeki büyük bir çiftlikte yeni işe başlayan kovboy arazi aracıyla çiftliği çevreleyen kilometrelerce uzunluktaki çitleri kontrole gitmiş. Az sonra patronunu telsizle aramış, “Bi domuza çarptım patron, tampon kan içinde, o da can çekişiyor, ne yapayım?” diye. “Arabanın bagajında tüfek var. Tam kafasına sık bir tane, sonra da çalılıkların arasına at” diye cevap vermiş patronu. Biraz sonra adam tekrar aramış, “Dediğini yaptım patron” demiş, “Motosikletinin de üzerinde mavi-kırmızı ışıklar hâlâ yanıp sönüyor.. Onu ne yapayım?”Manyak mı ne?Küçük oğlumla tıklım tıklım asansöre ittire kaktıra bindim, tam önümdeki sırtı bana dönük kadın birden dönüp suratıma müthiş bir tokat patlattı ve homurdanarak asansörden indi.. “Aa?.. manyak mı ne?..” dedim oğluma yanağımı sıvazlarken, “Evet manyak baba..” dedi oğlum elimi iyice kavrayarak, “Sen de ona bir şey yapsaydın ya.. Benim ayağıma basmıştı, ben de hemen onun için kıçını cimciriverdim işte..!”*****Gani Yıldız’danSoru: Yeni sistem “4+4+4 kesintili eğitim” neyi sağlayacak? Cevap: Türkiye’nin “dönüşümünün kesintisiz” olarak devam etmesini...***Soru: 5 kilo bal 100 TL olur mu? Cevap: Sahteyse “bal gibi” olur.***Ankara Devlet Resim Heykel Müzesi’ndeki tabloların çerçevelerinin, hizmetli personele soba boyasıyla boyatılması sonucu resimler zarar görmüş. Bu olay, sanata hangi çerçeveden baktığımızın resmidir!***Enerji Bakanı Taner Yıldız, “Vatandaşın geliri de arttığı için, benzin fiyatlarının artması önemli değil” demiş. Sayın Bakan’ın cevabı Temel’in fıkradaki cevabına benzemiş: “Valla zam beni etkilemiyor; ben hep 20 liralık alıyorum!”***“Dindar bir nesilden kime zarar gelir? Ama ateist bir gençten kimseye fayda gelmez” fikrini savunana “din tüccarı” denir. Çünkü o, “fayda-zarar hesabı”nı inanç üzerinden yapar!***Milletvekillerinin 23 bin liraya kadar olan telefon görüşmeleri Meclis bütçesinden karşılanacakmış. Hayatı bu kadar rahat yaşayanlara “milletin seçtiği vekilleri” demek eksik kalır. Onlar, “Allah’ın seçtiği şanslı kulları”dır.***AKP, İstanbul İl Kongresi’ni Galatasaray’ın yeni stadında yapabilirmiş. Siyaset biraz da “tribünlere oynamak” olduğuna göre bu tercih çok yanlış sayılmaz.
Bilgim yetersiz. Hukukçulara sormak istiyorum.Diyelim ki bir nedenden ötürü birine çok öfkelendiniz ve onu öldürmeye karar verdiniz.Bunun için pusuya yattınız.Öldürmek istediğiniz kişi geliyor.Tüfek elinizde, nişan alıyorsunuz, parmağınız tetikte.Tetiğe tam dokunacakken bir nedenle vazgeçiyorsunuz.Vazgeçme nedeniniz önemli değil, vicdanınız elvermemiş olabilir, yakalanıp hapiste ömür tüketmekten çekinmiş olabilirsiniz, öldürdüğünüz kişinin ailesinin kan davası güdeceğinden korkabilirsiniz, yani neyse ne.Sonuçta pusu kurduğunuz, nişan aldığınız ve tetiği çekmeye hazır olduğunuz halde vazgeçmişsiniz.Aradan 3-4 yıl geçmiş.Bu süre içinde belki de o öldürmek istediğiniz kişiyle tekrar dost olmuşsunuzdur. Ortak işiniz bile vardır.Ama hiç hesaplamadığınız bir şey oluyor.Meğer siz pusuya yatmış, nişan almış, tetiği çekmeye hazır olduğunuz sırada biri sizi görmüş. Sizi izlemiş.3-4 yıl sonra da polise gitmiş ve “Şu adam var ya, bu adamı öldürecekti, pusu kurdu, nişan aldı.”Herhalde polis soracaktır: “Peki sonra?”Sizi ihbar eden “Sonrası yok, öldürmedi, silahını toplayıp gitti” diyecektir büyük olasılıkla.Sorum şu: Bu ifade üzerine savcı sizin için cinayete teşebbüs suçundan dava açabilir mi?Konu şuradan aklıma geldi.Yıllardır devam eden bazı siyasi davalar hep “eksik teşebbüs” olarak değerlendiriliyor.“Yapacakmışlar ama yapmamışlar.”Yine hukuk bilgimin eksikliğine rağmen şunu biliyorum, “bir suça teşebbüs, eğer o an yakalanırsa teşebbüs sayılır.”Yani suç işlemeyi düşünmüş olabilirsiniz, bunun için hazırlıklarınızı da tamamlarsınız, ama sonuçta suçu işlemezsiniz.İşte tam bu sırada yakalanırsanız “teşebbüs” olarak nitelenebilir bu.Çünkü siz “vazgeçtim” deseniz bile görüntünüz suç işlemeye hazır görüntüsüdür.Ama suç düşünülmüş fakat hiç harekete geçilmemiş, üstelik o suçu işleme kabiliyetiniz ancak belli bir görevde bulunduğunuz sürece geçerli ve emekli olarak bu kabiliyeti tamamen yitirmişsiniz.Yine de “teşebbüs” olarak nitelenebilir mi?“Darbe yapacaklardı” iddialarına bir de bu gözle bakmak gerek diye düşünüyorum.*****Demokrat paşalar sahnedeHiç kuşkusuz Cumhuriyet tarihinin en ilginç Genelkurmay Başkanları’ndan biri Hilmi Özkök’tür.Önce Ergenekon sonra Balyoz davaları ile yüzlerce Türk subayının tutuklanmasına neden olan “darbe yapılacaktı” iddialarının tam odağında olmasına rağmen kayda değer, dişe dokunur hiçbir şey söylemiyor.Oysa asker kişiler arasında en rahat konumda olan O.İktidar seviyor, yandaşları seviyor, öyle ki “Türk Silahlı Kuvvetleri’nde demokrasiye ve hukuka inanan tek komutan” olarak bile niteleniyor.Yani konumu gereği Hilmi Özkök’ün ille de mahkemeye gidip ifade vermesine bile gerek yok.Şimdi de bir dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman “gizemli” duruşu ile bir yerlere selam çakıyor. “Çağırsınlar konuşurum” diyor, tabii biliyor ki mahkeme onun da tanıklığını istemiyor.Oysa bu iki “demokrat” paşanın ille de mahkemeye gitmelerine gerek yok. Lüzumlu lüzumsuz herkes televizonlarda konuşuyor. Madem sizi mahkeme çağırmıyor, çıkın bir televizyona ve konuşun.“Efendim, yargıyı etkilemek istemiyoruz.” Yapmayın. Ne mahkemeyi etkilemesi Allah aşkına.Yapacakları sadece üç kelimelik bir açıklama; “Darbe girişimi olmuştur” ya da “darbe girişimi olmamıştır” diyecekler.Bu kadar basit bir beyanda bulunmaktan kaçınıyorlar.Şerefli birer asker olarak belki birçoğuyla ta ortaokul yaşlarından beri birlikte oldukları arkadaşlarının hapislerde süründürülmesinden, itilip kakılmasından ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu kadar hakarete uğrayıp aşağılanmasından keyif almıyorlardır herhalde.Peki, hayattan ne bekliyorlar acaba?*****Kuran dersi kurnazlığıAKP ve MHP Kuran’ın okullarda seçmeli ders olmasını kabul etti. İki parti bu kararı “Bugün tarihi bir gün onur ve gurur günü” diyerek kutladılar.İsteyen herkesin dinini, Kuran-ı Kerim’i, peygamberimizin hayatını öğrenme hakkı var mı? Elbette. Ama eğer bunu yaygın eğitim sisteminin içinde yapmaya kalkarsanız hem dini siyasete alet etmiş olursunuz hem de bizzat dine zarar verirsiniz.Ancak oy kaynaklarını dini istismardan alan iki parti çağdaş dünyanın kabul ettiği bu gerçeği görmezden geldiği gibi bunu bir gurur vesilesi olarak da kutlayabiliyor.Daha da önemlisi ve vahimi, safiyane dini duyguları olan milyonlarca insanın önünde bunun doğru olmadığını söyleyenleri “İslam dinine karşı çıkmakla” suçlamaları.“Sen neden İslam dininden korkuyorsun?” veya “Çocukların dinlerini öğrenerek büyümesi seni neden rahatsız ediyor?” türü popülist sorulara verilecek bir cevap yoktur.İşte AKP ve MHP bu kurnazlıkla hareket ederek milyonların duygularını istismar etmekten çekinmiyor.Bunun adı da “siyaset” oluyor, “milli irade” oluyor.*****Kapatalım okulları, hepsi özel olsunBaşbakan Kore-İran gezisine çıkmadan önce “Ben yokken gündem sıkıntısı çekmeyin” diye düşünmüş olacak ki, “Üniversitelere sınavsız girilecek, dershaneler kalkacak” demişti.Gerçi tam iki yıl önce yine aynı cümleleri sarf etmişti ama, Menderes’in “hafızayı beşer nisyan ile maluldür” sözüne inandığımızdan, iki yıl sonra gelen aynı gündem maddesine yine kurtarıcı gibi sarıldık.Böylelikle Başbakan yurt dışındayken oyalanacak bir gündem maddemiz oldu.Başbakan bu konudaki görüşlerini belirtmeye uzun yurt dışı gezisinde de devam etti.Örneğin “4+4+4 sistemi ile herkese özel okul fırsatı sağlayacağız” dedi. Başbakan “özel okula” özel vurgu yaptığına göre, özel okulların devlet okullarından daha iyi olduğuna inanıyor.O halde boşuna uğraşmaya ne gerek var, Milli Eğitim kendi okullarını kapatsın, hepsini özel girişimcilere devretsin, her çocuk özel okula gitme şansı bulmuş olur zaten.Ama sorun özel okul-devlet okulu ayrımında değil ki, sorunumuz kalite.Özelde ya da devlet okullarında çocuklarımız nasıl yetişiyor? Eğitim ve öğretmen kalitesi ne alemde?Özel okulların daha iyi olduğunu varsayanlar olabilir, çünkü bu okullar paralı olduğu için daha iyi öğretmenlere daha yüksek maaş verebiliyorlar. Ama özel okul sayısı arttıkça kaliteli öğretmen sayısı da artmış olmayacak ki.Bu iş sonunda yine parası olana yarayacak demektir.
İktidar garip bir psikolojiye girdi. Her yerde ve her fırsatta “devletin gücünü” herkese göstermeye çalışıyor. Bu psikoloji, AKP’nin iktidara geldiği ilk yıllarda farklı biçimde ortaya çıkmıştı.Erdoğan sık sık “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı” olduğunu hatırlatırdı, sanki Başbakan olduğunu kimse bilmiyormuş gibi. Bu söylem bir anlamda “kim olduğumu bilin” gibi gizli bir güç gösterisiydi aslında.Tabii bunda sürekli iktidardan ayağının kaydırılması korkusunun da payı vardı. “Bizi burada tutmazlar, bir yolunu bulurlar, bizi alaşağı ederler” korkusu.Bu korku AKP için açılan kapatılma davasının Anayasa Mahkemesi’nden dönmesinden sonra ortadan kalktı.Korkuyla karışık efelenme gerçekten “Biz hükümetiz”e dönüştü, karşı atak başlatıldı. En büyük tehdit olarak görülen asker darmadağın edildi, her türlü eleştiri baskı ve tehditle sindirildi, iktidar gerçek anlamda AKP’nin eline geçti.Şu anda buna kimsenin itirazı yok.Yaşadığımız budur.Garip olan şu ki, iktidar bu büyük gücüne rağmen sanki içinde “hâlâ bir tedirginlik” taşıyor. Bu duyguyu anlamak mümkün değil.Sadece dünü tartışalım isterseniz.KESK üyeleri Meclis’te görüşülmeye başlanan 4+4+4 yasa teklifine karşı çıkarak Ankara’da gösteri yapmak istiyor. Devletin tüm güvenlik güçleri alarma geçiriliyor.Ankara’ya gitmek üzere çeşitli illerden yola çıkmaya hazırlanan yüzlerce otobüs daha kendi kentlerinden çıkmadan engelleniyor.Gerekçe yok. Yani Ankara’ya gitmek isteyenlere “Gidemezsiniz” denmiyor. Otobüslerde kusur bulunuyor örneğin. Ya da saatler süren kimlik incelemesi yapılıyor.Ama herkes biliyor ki, amaç Ankara’daki gösteriyi önlemek. Resmen açıklamıyorlar ama, gizli gerekçe “izinsiz gösteri” yapılacağı. Ne malum?Lafa gelince demokratik haklar, gelişen demokrasi, Türkiye’nin değişimi nutukları atmakta iktidardan üstün kimse yok.Ama demokrasi lafla olmuyor. Uygulamalara bakmak gerek. Toplumun bir kesiminin en basit protesto hakkına bile saygı göstermeyecek, insanların üzerine gaz sıkacak, su fışkırtacak, onları coptan geçireceksiniz, ama size demokrat denecek.Bütün bunları “Ama devlet var, yasalar var, devlete kafa tutulmaz” bahaneleriyle haklı gibi göstermeye kalkmaksa gülünç ötesidir.*****İlker Başbuğ doğru olanı yaptıErgenekon’du, Balyoz’du gibi davalar başladığından bu yana hep merak ederim; “askerler neden askerce davranmıyor?” diye.Elbette kim olursa olsun, herkes hukuk önünde eşittir, ama hukuk insanlara yargılanırken direnme hakkı da verir. Örneğin poliste ya da savcılıkta ifade vermemek, sonuçta sanık durumundaki kişinin aleyhine sonuç verecek olsa bile bir haktır.Tutuklanan askerler belki de pek alışık olmadıklarından ve çok şaşırdıklarından birkaç istisna dışında savcı ve yargıçlar karşısında ürkek tavırlar takındılar. En azından askerliğin doğasında olan “dik duruşu” pek sergileyemediler.İlk kez bir asker, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ mahkeme heyetine karşı sesini yükseltip ifade vermeyi de savunma yapmayı da reddetti.Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bir terör örgütü gibi gösterilmesine karşı çıktı.Savunma yapmamasının sonucu ne olur bilemem. Ama İlker Başbuğ’un kamuoyunda da giderek “intikam mı alınıyor” fikrinin ağır basmasına neden olan davalara farklı bir anlam yüklediği kesindir.*****Ah şu yasalar yok mu?İktidarın bir söylemine bayılıyorum. Demokrasiye, hakka, hukuka hatta vicdana aykırı ne yapsalar hemen yasaların arkasına sığınıyorlar. İnsanlar sabahın köründe evlerinde baskına uğruyor, itilip kakılıp gözaltına alınıyorlar, bahane hazır “Biz de üzülüyoruz ama, yasa böyle.”Suçu bile belli olmayan aydınlar, akademisyenler, sendikacılar, sanatçılar, askerler tutuklanıyor, adeta hapislerde unutuluyor, bahane aynı: “Biz de çok üzülüyoruz ama yasalar böyle.”Bir gazete kapatılıyor. Bahane yine aynı: “Biz de üzülüyoruz ama yasalar böyle.”Ama en güzeli, yıllardır güya demokratikleşme adı altında ve reform denilerek bu yasaların değişeceği söyleniyor.10 milyon kişinin oy verdiği seçilmiş kişiler hapiste: “Yasal düzenleme yapılacak.”Uzun tutukluluk artık vicdanları zorluyor: “Yasal düzenleme yapılacak.”En son yaşadığımız ise en komiği. Özgür Gündem kapatıldı. Meğer onun için de yasal düzenleme yapılacakmış. Adalet Bakanı açıkladı “Yeni düzenlemede gazete kapatma kalkıyor.”Yapılan her olumsuz işte “yasaların arkasına saklanmak” büyük bir kandırmacadır. Ayrıca MİT olayında bir yasanın nasıl hızla değiştirilebildiğini gördük. Demek ki “Yasa böyle” demek o kadar da gerçekçi değil.*****Özgür GündemÖzgür Gündem, Kürt siyasetinin sesi niteliğindeki bir günlük gazete.Tüm baskılara ve yıldırmalara rağmen yayın hayatına hep devam etmeye çalıştı. Binası bombayla yerle bir edildi, bazı çalışanları öldürüldü, birçok çalışanı tutuklandı, neredeyse burada çalışan her gazeteci için onlarca dava açıldı ama Özgür Gündem yayınına devam ediyor.Mahkeme geçen hafta bu gazeteyi kapattı. Bir gazetenin mahkeme kararıyla kapatılması olacak şey değil. Demokrasiye, basın özgürlüğüne inanan kimsenin bu kararı görmezden gelmesi ve desteklemesi mümkün değildir.Ama bunu fırsat bilip başka gazete ve gazetecilere hakaretler yağdırılmasını da yadırgıyorum.Hele bugüne kadar iktidara destek verenlerin şimdi demokrat kesilip “Ey gazeteciler neredesiniz, bu habere de mi sessiz kalacaksınız” diyerek medyaya ayar vermesini de hazmedemiyorum.Sanki bunları yazanlar iktidarın her antidemokratik uygulamasına karşı çıkmışlar da...*****Türban inanç bağlantısıYine bir örneğini yaşıyoruz, bu nedenle yine yazıyorum. Dini siyasete alet etmek için türban bahanesiyle güya demokrasi savaşı verenlerin toplumu etkilemek için sarıldıkları görüş şudur: “İnsanları inançları gereği yaşamaktan ve giyinmekten alıkoyamazsınız. Herkes özgürdür. İnancı gereği başını kapayana karışamazsınız. O da başı açık olana karışamaz.”Bu gerçekten öyle mi?Eğer inanç sistemi siyasete tamamen egemen olursa, gerçekten başını örtmeyenlere aynı saygıyla yaklaşılacak mı?İşte İran örneği. Başbakan İran’da. Heyetinde kadınlar da var. Kimi gazeteci, kimi bürokrat kimi iş dünyasından.Başbakan’ın uçağının tekerlekleri Tahran Havaalanı’na değdiği an bütün kadınlar başlarını örttü. Çünkü İran’da başı açık gezmek yasak.Yani inanç sistemiyle yönetilen İran’da, sadece bir inanca göre yaşamak ve giyinmek serbest. İster inançsız olun, ister bir başka dinden, İran’a girdiğiniz an başınızı örteceksiniz.Sorarsanız İran’da da en önemli kavram demokrasi. Yarın Türkiye’de de böyle olmayacağının garantisi nedir?
Anayasa Mahkemesi’nin Cumhurbaşkanı Gül’ün görev süresini 7 yıl olarak belirleyen yasayı iptal etmesi hâlinde bu yaz iki seçim birden yapabileceğimizi içeren yazılarım hem siyasi hem de siyasete meraklı çevrelerde hayli ilgi gördü.Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı vermesinin ortaya gerçekten çok ilginç bir durum çıkaracağını savunanların yanı sıra, bu yazılarıma “AKP iktidarını zayıflatmak istiyorsun” eleştirileri yöneltenler de var.Bir ihtimali yazmanın neden AKP’yi zayıflatacağını anlamak çok zor. Çünkü bu durum tamamen bir ihtimaldir, gerçekleşirse ne olacağını yazıyorum.Bu konudaki tartışmalara katılırken, tartışmaların ışığında, aslında neredeyse hiç konuşmadığımız ama bir süre sonra AKP içinde de büyük sorun yaratacak bir başka konu daha gündeme geldi.Gül’ün süresi ister 5 yıl ister 7 yıl olsun, başta Başbakan Erdoğan olmak üzere, AKP’nin çekirdek kadrosunu oluşturan 50 kadar milletvekili için bu dönem son dönem.AKP’nin tüzüğüne göre birçok milletvekili 2015’te yapılacak genel seçimlerde yeniden aday olamayacak.Akla ilk gelen isimleri hemen sayayım: Bülent Arınç, Binali Yıldırım, Ali Babacan, Salih Kapusuz, Bekir Bozdağ, Hüseyin Çelik.Diyebilirsiniz ki “Bu zaten bilinmiyor mu, bu konuyla ne ilgisi var?”Görünüşte bu söylem haklı gibi.Ama püf noktası şu ki, bu durumun görev süresi ister 5 yıl ister 7 yıl olsun Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le çok yakın ilgisi var. O bu durumun dışında.AKP’nin çekirdek kadrosu yaşlı değil. Yani yukarıda saydığım isimlerin hepsi “orta yaş” kuşağında. 60’larında. Yani daha uzunca bir süre siyaset yapabilecek durumdalar.Üstelik 10 yıllık iktidar deneyimleri de var.Oysa AKP tüzüğüne göre bu isimler 2015’te, en azından bir dönem siyasete ara vermek durumundalar.AKP kurulurken “daha demokratik bir yapı kuruyoruz, siyaseti babamızın malı gibi sürekli yürütmeyeceğiz” söylemleri herkesin hoşuna gitmişti.Oysa süre yıldırım hızıyla akıp geçiyor. Üç dönem göz açıp kapayıncaya kadar geçti. O gün “Biz ne kadar da demokratız” diye gerinenler şimdi, hele 13 yıllık bir iktidardan sonra bunu bırakmak isteyecekler mi?İnsan doğasına aykırı. Bülent Arınç gülerek “Bizim dönemimiz bitiyor, artık belki muhtar olurum” derken dalgasını mı geçiyor yoksa “muhtar bile olamaz” başlığına nazire mi yapıyor, anlayabiliyor muyuz?Ali Babacan gibi yaşı henüz 50 bile olmamış bir siyasetçi bu kadar kolay çekip gidecek midir?İşte “5 yıl da olsa 7 yıl da olsa fark etmez” dediğim püf noktası burada.Abdullah Gül görev süresi bittiğinde AKP’nin başına geçmek yerine “üç dönemi bitiren” milletvekilleriyle birlikte yeni bir parti kurar mı? Ya da siyasete Has Parti’de devam eder mi?Hiç konuşmuyoruz bunları değil mi?Tabii bir ihtimal daha var. O da AKP’nin tüzüğünü değiştirmesi.Üç dönem şartını ortadan kaldırması.Olabilir mi? Ahlâken olmaz tabii. Ama olursa ne olur?Hiçbir şey. Hatta vatandaş “Helal olsun muhalefeti nasıl da kıç üstü oturttular” diyerek AKP’ye desteğini yüzde 60’lara bile çıkarabilir.*****İsmail Dümbüllü ödülüDün Dünya Tiyatrolar Günü’ydü. Sanata ve sanatçıya verilen değer açısından tartışmalı günler yaşıyoruz ama gerçek sanatçılar tüm engellere rağmen mücadelelerini sürdürüyor.Dünya Tiyatrolar Günü’nü Müjdat Gezen Tiyatrosu’nda, bu günün anlamına uygun olarak verilen İsmail Dümbüllü Ödül töreni ile kutladım.Ödülü bu yıl Semaver Kumpanya’da oynanan “Bir Tutam Hayat” oyununundan Serkan Keskin aldı.Keskin’e ödülünü CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun eşi Sevim Kılıçdaroğlu verdi.Daha sonra Müjdat Gezen Sanat Merkezi Tiyatro Bölümü öğrencilerinin Shakespeare’in “Bir Yaz Gecesi Rüyası” adlı oyunundan sahneledikleri bir bölümü izledik. Hepsi henüz birinci sınıf öğrencileri olan genç sanatçılar bende büyük umut uyandırdı.1980 yılından beri verilen İsmail Dümbüllü Tiyatro Ödülü’nü daha önce kazanan sanatçılar şunlardı:Münir ÖZKUL, Gazanfer ÖZCAN, Altan ERBULAK, Nejat UYGUR (2 kez) Münir CANER, Suna PEKUYSAL, Ayton SERT, Savaş DİNÇEL, Ali SÜRMELİ, Bülent KAYABAŞ, Altan ERKEKLİ, Ferhan ŞENSOY (2 kez), Levent KIRCA Feridun KARAKAYA, Demet AKBAĞ, Metin SEREZLİ, Genco ERKAL, Rasim ÖZTEKİN, N. Mahfi AYRAL, Yılmaz ERDOĞAN, Zihni GÖKTAY, Hümeyra, Erol GÜNAYDIN, Demet AKBAĞ, Bülent Emin YARAR, Cem YILMAZ (Özel Ödül), Vahide GÖRDÜM, Fırat TANIŞ*****“İşi bitirin” demek doğru meydanlara inmek yanlış!Geçenlerde bir okur mesajında “Yanlış bilgi veriyorsunuz Can Bey” diye yazıyordu. Yanlış dediği şu; Bir yazımda “Meclis’ten geçti” ifadesini kullanmışım. Okurum da “Meclis’ten geçti demek doğru değil ki, Tayyip Erdoğan’dan geçti demek gerek” diyor.Metafor yapıyor.Metafor falan ama, yanlış da değil. Tayyip Erdoğan’ın istemediği bir şey Meclis’ten geçebilir mi, ya da “geçmesin” dediği bir şeye AKP milletvekilleri olumlu oy verebilir mi?Ama iş lafa gelince, iktidardan daha demokratı yok.“Millet Meclisi milletimizden aldığı güçleee” diye başlayan nutuklara artık çok alıştık.Bunları duyunca zannedersiniz ki milletvekilleri oy verecekleri bir yasa ile ilgili çalışmışlar, incelemişler, hem hukuki, hem demokratik, hem ahlaki hem de vicdani kararlarını vermişler...Neyse bunları biliyoruz zaten.Ama durum böyleyken CHP’nin önemli bir yasayla ilgili halkla buluşmasını “demokrasi dışı” olarak nitelemek de en azından ayıp oluyor.İktidar sözcüleri “Bunun yeri Meclis’tir, gelin Meclis’e, anlatın, ikna edin, yasayla ilgili görüşlerinizi belirtin, yasayı değiştirin” demiyorlar mı, insanın yüreği cız ediyor.Haydi bunu partililer söylesin, onlar politikacıdır, ya yandaşlara ne oluyor.Hepsi birer demokrasi kahramanı kesilmiş durumda, işi gücü bırakmışlar yine muhalefete muhalefet ediyorlar.Güya AKP’li olmayan ama yüreklerindeki iktidar korkusuyla geceleri uyku uyuyamayan sözde demokratlar da aynı havada.Allahım sen aklımızı koru.*****Beyoğlu’nun yolları taştaaanŞarkının aslı “Adana’nın yolları taştaaan” ama Beyoğlu’na da uyduğu için böyle yaptım.Beyoğlu’nun yolları dediğim İstiklal Caddesi.Her gün yüz binlerce insanın sel gibi aktığı, neredeyse bütün protesto gösterilerinin yapıldığı cadde.Geçenlerde yağmurlu bir günde İstiklal Caddesi’ni boydan boya geçtim.Gidenler biliyor, gitmeyenler için söyleyeyim, hemen hemen attığım her adımdan sonra yerinden oynayan taşların arasından fışkıran sular üstüme sıçradı.Kim bilir kaç para harcanarak döşenen o granit taşların hepsi oynuyor.Sanıyorum mühendislik hatası var.Taşları döşeyen kimse buranın sadece “yaya yolu” olduğunu düşündü herhalde.Oysa yolun tam ortasından tramvay geçiyor. Belli saatlerde servis araçları hatta koca kamyonlar giriyor.Yaya için planlanan yol da dayanamıyor tabii.Şimdi o yolun yeniden yapılması gerek.Merak ediyorum Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan “Yine taşlara milyonlar dökülüyor” eleştirilerine ne cevap verecek o zaman?
Tesadüfe bakın ki Nazlı Ilıcak da dün benim ayrıntılarıyla yazdığım “Bu yıl çifte seçim olabilir” konusuna değinerek “Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanı’nın süresini 7 yıl olarak kabul eden yasayı iptal ederse” ortaya çıkacak ilginç durumu ele almış.Konuyu dile getiren bir yazar daha var. Şubat ayında benim konuyu TV ekranlarında anlattığım sırada kendi blogunda Memduh Bayraktaroğlu da aynı konuyu işlemiş.Ancak onun analizi Tayyip Erdoğan‘ın eğer bu yıl bir seçim süprizi ile karşılaşırsak aday olmayacağı, Abdullah Gül’ü destekleyeceği yönünde.Bu da mümkün elbette, ama bana göre eğer Anayasa Mahkemesi iptal kararı verirse Tayyip Erdoğan aday olmayı daha fazla tercih edecektir.Bunun nedenlerini dünkü ayrıntılı yazımda ile getirmeye çalışmıştım.Önemli olan Anayasa Mahkemesi’nin ne karar alacağı.Vatan’da Bilal Çetin 22 Şubat’ta şunu yazmıştı; “O yeni düzenlemeye ‘evet’ oyu veren Ak Partili çok sayıda hukukçu milletvekili bile yeni düzenlemenin AYM tarafından bozulacağını, bozulması gerektiğini söylüyormuş.”Çetin’in yazdığı elbette duyuma dayalı bir bilgi ama, doğruluğu da bana göre kesin.Çünkü hani “göz var izan var” diye bir deyimimiz vardır, tıpkı onun gibi bu düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olduğu çok ortada.Bunu elbette AKP’li hukukçular da biliyorlar. Ancak Cumhurbaşkanlığı seçiminden hemen sonra yapılması gereken bir düzenleme bugüne bırakılınca, yapacak başka bir şey de kalmıyordu.AKP o yasayı çıkarmak zorundaydı. Çıkardı da, ama “bilerek-bilmeyerek” hatalı çıkardı.Kimbilir, belki de Anayasa Mahkemesi’ne bir mesaj verilmek istenmiştir. “Biz bu konuyu parti içi dengeler nedeniyle çözemiyoruz, artık top sende” denilmiştir.Anayasa Mahkemesi’nin ise çok kısa sürede bir karara varması gerekiyor. Hele karar “iptal” olacaksa daha da çabuk çıkması doğru olacaktır.Çünkü eğer iptal kararı çıkarsa, ağustosta yapılması gereken Cumhurbaşkanlığı seçimleri için çok az bir zaman kalacaktır. Seçim takvimini işletmek için kararın bir an önce çıkarılması adeta zorunludur.*****Erdoğan “Ben gelene kadar tartışın” diyerek dershane konusunu ortaya attıŞurası bir gerçek ki, eğer Başbakan yurt dışındaysa ya da bir nedenle ortalıkta görünmüyorsa Türkiye’de hiçbir şey olmuyor.Açıkçası Erdoğan yoksa gündem de yok.Başbakan bu kez farklı bir şey yaptı.Herhalde “Ben yokken canınız sıkılmasın” diye düşünerek “Üniversite giriş sınavları olmayacak, dershaneler kalkacak” dedi.Üç gündür bakıyorum da televizyonlarda gazetelerde ve sosyal medyada bu konu tartışılıyor.Kimi destekliyor kimi desteklemekle birlikte dershanelerin kaldırılamayacağını bunun hayal olduğunu söylüyor.Bunları bir kenara bırakalım. Başbakan Erdoğan dershanelerin kapatılacağını ilk kez söylemedi ki.Tam iki yıl önce de yine “Dershaneler kalkacak” demişti. O zaman da bugünkü gibi benzer tartışmalar yaşanmış ve her konu gibi unutularak bir kenara bırakılmıştı.Medya aynı unutkanlığını sürdürüyor, iki yıl önceki tutulmayan vaade bugün de sahip çıkıyor.İşte bu nedenle “Erdoğan giderken, ben gelene kadar oyalanın diye bir gündem maddesi attı” ortaya diyebiliyorum.*****Üniversiteye giriş sınavsız olacakmış. “Kökten çözüm” dedikleri bu olsa gerek; sınav yok, şifre de yok... (Gani Yıldız)*****Afganistan’da ne işimiz var?Başlıktaki soruyu “feryat ederek” ilk soran kişi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül olmuştu biliyorsunuz. 10 Ekim 2001’de Meclis Afganistan’a asker gönderme tezkeresini tartışırken AKP Genel Başkan Yardımcısı sıfatıyla Abdullah Gül “Sonu belirsiz bir macera” demişti.Şimdi başka bir gündeyiz ve dün “Afganistan’da ne işimiz var?” diyenler bugün aynı soruyu soranları azarlıyor.İlginç olan, bazı AKP’liler TV ekranlarında “güzel laf ediyormuş” edasıyla “Zamanında Afganistan da bize yardım etmişti, Kurtuluş Savaşı’nda bize destek vermişlerdi” diyorlar.Doğru, Afganistan Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk’ün mücadelesine kendince katkıda bulunmuştu.Okurlarımdan Coşkun T. buna dikkat çekerek “Evet ama” diyor, “Afganistan Türk ordusuna yardım göndermişti, İngilizlere veya Yunanlılara değil.”Peki biz Afganistan’da Afgan halkına destek olsun diye mi oradayız, yoksa Afganistan’da konuşlanan Amerikan ordusuna mı yardım ediyoruz?Herkesin bu soruyu iyice düşünmesi gerekmiyor mu?*****“Şahane ortaklık” iyi bi şey mi?Başbakan’ın dış gezileri özellikle ABD başkanları ile yaptığı görüşmeler medyamızda tam bir “zafer şöleni” gibi sunuluyor.Obama’nın karşısında bacak bacak üstüne atması, Obama’nın Erdoğan’a sarılması, kızlarını nasıl yetiştireceğini sorması, Erdoğan’ı sürekli övmesi medyamızda müthiş bir “başarı sarhoşluğu” rüzgârı estiriyor.Türkiye’nin dünyada daha önemli noktalara geldiği, bazı yerlerde sözümüzün dinlenmeye başlandığı, Türkiye’ye artık daha ciddi gözle bakıldığı gerçek.Ancak söz konusu Amerika olunca “Şahane ortaklık” gibi tanımlamalar kulağa ilk geldiğinde hoş gibi algılansa da, şüphe de yaratıyor.Ne demek “şahane ortaklık?”Amerika’nın her sözünü yerine getirdiğimiz için mi “şahane” yoksa Türkiye her konuda dik duruş sergilediği için mi?Amerika için önemli olan kendi çıkarlarıdır. İktidarda kimin olduğuna bakmaz bile. Eğer kendi çıkarı bozulmuyorsa bir ülkede kimin iktidarda olduğu umurunda değildir.Örneğin birçok ülkede “demokrasi, özgürlük” savaşı veren Amerika sıra Suudi Arabistan’a veya Katar’a, Bahreyn’e gelince ağzını açıyor mu?Yine örneğin Çin’de hâlâ komünist rejim var, ama aynı zamanda azgın kapitalizmin de merkezi oldu Çin. Amerika’dan hiç “Çin’de demokrasi yok, demokrasiyi getirmemiz gerek” gibi çıkışlar duydunuz mu?“Şahane ortaklık” tanımı beni rahatsız ediyor açıkçası. Çünkü sonucunu kestiremiyorum.*****Atatürk’ün vasiyetiKaç kere yazdığımı ben de unuttum. Atatürk’ün “Cumhuriyetin 50. Yılında açıklanacak” gizli bir vasiyeti olduğu iddia edilir yıllardır. Vasiyetin 12 Eylül döneminde bizzat Kenan Evren tarafından yasaklandığı, halen Genelkurmay’da tutulduğu ve bütün çabalara rağmen açıklanmadığı da söylenir.Bunları hep yazdım. Hiç cevap gelmedi.Dün Şeni Şafak aynı konuyu, zamanında Evren’e “darbe davası açmakla” ünlenen eski savcılardan Sacit Kayasu’nun sözlerine dayanarak haber yaptı.Bu haber anında pek çok internet sitesinde de yer aldı.Haberin ilk kez iktidara yakın bir gazetede yayınlanması çok ilginç.Yakında bu vasiyetle ilgili başka haberler de yayınlanabilir.Sorun, eğer varsa böyle vasiyet, çarpıtılmadan, orasından burasından kesilip biçilmeden yayınlanıp yayınlanmayacağındadır.İktidar tarafı el attığına göre...
Sevgili okurlar; birkaç kere yazdım yazmasına ama, CHP’nin Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuru üzerine görüş ve tahminlerimi toparlayarak tekrar paylaşmak istiyorum. Çünkü bu girişimin sonucunda Türkiye çifte seçime gidebilir.Cumhurbaşkanı seçimiPek çok konuda “intikamcı” duygularla hareket eden iktidar, 2007’de yaşadığı “Cumhurbaşkanı seçememe şokunu” da, benzer bir intikamcı duyguyla aşmak istemiş ve “O halde Cumhurbaşkanı’nı halk seçsin” diyerek anayasayı değiştirmişti.Kulağa hoş geldiHalka sorulduğunda kulağa hoş geldiği için “Cumhurbaşkanı’nı halk seçsin” önerisi kamuoyunda da ilgi görmüş ve referandumla yeni seçim yöntemi bu şekilde belirlenmişti. AKP’nin “Benden sonra tufan” diye başlattığı sistem şimdi sorun oldu.AKP’nin hesaplamadığı2007 ilkbaharına döndüğümüzde, AKP’nin büyük bir hayal kırıklığı yaşadığını hatırlayalım. AKP o tarihlerde yeniden tek başına iktidara gelme ihtimalinin az olduğunu düşünüyordu. Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesini bir çıkış noktası gibi görüyordu.Büyük seçim zaferiAncak AKP’nin korktuğu başına gelmedi. Yeniden, üstelik güçlenerek tek başına iktidar oldu. Yeni dönemde yapması gereken ilk icraat Cumhurbaşkanı’nı seçmekti. Anayasa değişmişti ama referandum yapılmadığı için seçim eski yöntemle yapılacaktı.Gül seçiliyorSeçimden önce 367 engeli yüzünden Gül’ü Cumhurbaşkanı seçemeyen AKP, bu kez MHP’nin desteğini alarak 367’yi aştı ve seçimi gerçekleştirdi. Gül 7 yıl için bir kereliğine seçilmişti, ama iki ay sonra yapılan referandumla anayasa değişikliği gerçekleşti.Sorunu buza yatırdılarAslında Gül’ün görev süresi daha o günden itibaren sorundu. Hemen yasal bir düzenleme yapılması gerekiyordu. AKP yapmadı. Tahminim, son ana kadar bekleyip, o anın ortamına göre hareket etmeyi amaçladı.Günler geçiverdiDilimizde “sayılı gün çabuk geçer” deyimi var. Zaman hızla aktı, anayasanın emrettiği 5 yıllık sürenin sonuna yaklaştık. Telaş o zaman başladı. Yasal düzenleme yapılmadığı için Gül görev süresi de muğlaktı. Ama çözüm bulmak da zordu.Hukuksal sıkıntıAKP kurmayları 5 yılı düşünüyordu. Ama korkulan şuydu: Görev süresi 5 yıl olarak kabul edilirse, Gül bu sürenin sonunda anayasa gereği “tekrar aday olmak” isteyebilir. Bunu önlemeye kalkmak ise parti içinde huzursuzluk yaratacaktır.7 yılda da aynı sorunBaşka taraftan bakalım. Aslında süresi 7 yıl olarak kabul edilse bile, Gül yeni anayasa gereği yeniden üstelik 5+5 olacak biçimde aday olmak isteyebilir. Bu da Tayyip Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkma planını bozabilir. AKP’nin buna tahammülü olamaz.Geçici çözümSonunda iktidar “hukuki sorun yaratacak” biçimde bir “ara çare” buldu ve alelacele bir yasal düzenleme yaparak Gül’ün görev süresinin 7 yıl olduğunu belirten bir yasayı Meclis’ten geçirdi. Ancak bu yasa hukuken sakat ve Anayasa’ya aykırıydı.Gül’e engellemeMuhalefetin “Görev süresi 5 yıldır” seslerine aldırmayan iktidar, öyle bir yasa çıkardı ki, Gül’ün bir daha aday olma ihtimalini de ortadan kaldırdı. Kamuoyu bu ayrıntının üzerinde çok durmadı. Çünkü beklenti Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasıydı.Eşitliğe aykırıOysa Meclis’ten geçen yasa açıkça bir Anayasa suçu işliyordu. Çünkü bu yasa ile 4 Türk vatandaşının en doğal hakkı olan “seçilme hakkı” ellerinden alınmış oluyordu. Daha önce Cumhurbaşkanı olanlara “aday olma yolu” yasayla kapatılmıştı.Zaten böyle miydi?Kamuoyu konuyu alıştığımız eski düzen nedeniyle fark etmedi. Eski Anayasa maddesine göre Cumhurbaşkanı’nı TBMM, 7 yıllığına ve bir kereliğine seçebiliyordu. Oysa yeni anayasa maddesi seçimin halk tarafından yapılmasını öngörüyordu.Küçücük bir fark gibiDaha önceki “bir kere seçilen bir daha seçilemez” maddesi insanların zihnini karıştırıyor elbette. Ama yeni anayasa maddesi Cumhurbaşkanı seçimini sıfırdan başlatıyor. Kısacası, yeni madde ile herkes eşit kulvardan koşmaya başlamak durumunda.Gül aday olabilirBu durumda, ister 7 yıl, ister 5+5 olsun, Gül ve diğer eski Cumhurbaşkanları, yeni anayasa maddesine göre aday olma hakkına sahiptir. Hiçbir yasa anayasaya aykırı olamayacağına göre, bir kişinin seçilme hakkını yasayla gasbetmeye kalkamazsınız.CHP’nin başvurusuYasa çıktığı günden beri bunu düşündüğüm için konunun Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesi halinde bir iptal kararı çıkabileceğini tahmin ediyordum. Sonunda CHP Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Şimdi dananın kuyruğu kopacak.Erdoğan ne düşünür?Şimdi gelelim işin en önemli noktasına. Tahminim şu ki, Başbakan Erdoğan 2014 yerine bu yıl Çankaya Köşkü’ne çıkmak istiyor. O nedenle Anayasa Mahkemesi’nin bir iptal kararı almasını isteyebilir, hatta bunun için telkinde bile bulunabilir.Nedenleri çok fazlaErdoğan başbakanlığı bırakıp neden bu yıl Çankaya’ya çıkmak ister? Bunun pek çok nedeni var. Öncelikle aşırı yorgunluğun Erdoğan’ı çok yıprattığı bir gerçek. İçte ve dışta yaşanan ve çözülemeyen sorunların da Erdoğan’ı korkuttuğunu unutmayalım.İşler iyi değilİktidar elindeki medya gücünü de kullanarak “Türkiye’nin büyüdüğünü, ekonominin çok iyi olduğunu, daha demokratikleştiğimizi” söylese de aslında işler o kadar da iyi gitmiyor. Türkiye sanki bıçak sırtında gibi. Her an dengeler bozulabilir.İçte ve dışta sorunlarKürt açılımı başlatıldı ama neredeyse başladığımız yere döndük; Suriye, İran, Irak konularında bir türlü karar alınamıyor, ekonomi dışarıdan pompalanan paraya bağlı, demokratikleşirken bir tür sivil vesayet hâkim oldu, sorunlar çözülemiyor.Yeni anayasa olmuyorİktidar, sürekli yeni anayasadan söz ediyor ama Meclis’te nitelikli çoğunluğa sahip olmadığı için sil baştan anayasa yazmaya cesaret edemiyor. İstediği gibi anayasa yazamayacağı için işi yokuşa sürüyor. Bu da yandaş eleştirilerini giderek artırıyor.2014’e varmak zorBu koşullar altında, şu anda AKP’nin oyları artıyor gibi görünse de, 2014’e kadar sürdürülememesi olasılığı çok yüksek. Bunun önüne geçmek için en iyi çare beklenmedik bir anda Cumhurbaşkanı seçimini yapıp buna genel seçimi de eklemektir.Gözler Yüksek Mahkeme’deŞimdi tekrar geliyorum, en önemli noktaya. Anayasa Mahkemesi CHP’nin başvurusu üzerine Cumhurbaşkanı’nın görev süresi ile ilgili yasayı iptal edebilir. Bu son karardır ve Türkiye zorunlu olarak ağustosta Cumhurbaşkanı seçimine gider.İkinci sandık gelirTayyip Erdoğan bu durumda sadece Cumhurbaşkanı değil genel seçimlerin de yapılmasını isteyebilir. Çünkü mantıklı olan budur. Bu operasyon AKP’nin biraz kan kaybederek de olsa yeniden tek başına iktidar olmasını sağlayabilecek bir karardır.Erdoğan sonrasıŞurası gerçek ki, başında Tayyip Erdoğan’ın olmadığı bir AKP son seçimlerde aldığı oyu bir daha alamaz. Bunu bütün araştırmalar gösteriyor. Erdoğan’ın partiye “kişisel katkısının” yüzde 15 olduğunu söyleyen araştırma kuruluşları bile var.Tek başına giderseEğer Anayasa Mahkemesi iptal kararı alır ve Cumhurbaşkanlığı seçimi bu yıl yapılırsa, büyük olasılıkla Erdoğan Çankaya Köşkü’ne çıkar. Oysa genel seçimler 2015’te. Üç yıl içinde Erdoğan’sız bir AKP’nin gücünü koruması mümkün değildir.Sorunu aşmak içinİşte bu nedenle bu yıl ikinci sandık da önümüze gelebilir. AKP’nin oyu yine düşecektir mutlaka ama, pek çok seçmen Çankaya için oyunu Erdoğan’a verirken, “yalnız kalmasın” diyerek parti seçiminde AKP’yi tercih etme yolunu kullanabilir.Bunlar tahmindirSevgili okurlarım; yazdıklarım Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı alma olasılığı üzerine yaptığım tahminlerdir. Eğer Yüce Mahkeme başka karar alırsa bu tahminler geçerliliğini yitirir. Yazımı bu gözle değerlendirin lütfen.Hepinize iyi haftalar dilerim.