Yaratan, insana akıl vermiş
.
Okurum A. Ç. bir akademisyen olduğunu yazıyor. Bilime ve teknolojiye inanıyor. İnsanları elden geldiğince tedavi edip kurtarma taraftarı. Ancak doğanın daha doğrusu Allah’ın verdiği hastalıktan ölecek olan kimseyi tıp yoluyla tedavi edip hayata döndürmenin kadere karşı koymak, bir bakıma Allah’a baş kaldırmak olduğunu da düşünmekten kendini alamıyor. Organ naklinin de bir bakıma güzel ama bir bakıma da doğaya müdahale olduğunu düşünüp ikilem içinde kaldığını belirterek şöyle diyor: “Doğanın bize verdiği kansere boyun eğmeyip gitme vaktimiz geldiği halde bu dünyada kalmaya direnmek bizi yaratan ve bu dünyayı elinde tutan güce karşı gelmek değil midir? Tıbbi müdahaleler nereye kadar ‘caiz’, nereden sonrasının ‘Allah’a karşı gelmek’ olduğunu nasıl bilebiliriz? Biz insanlar her gün ileri gidiyoruz. Gün gelecek, bugün aklımızdan geçmeyen hastalıkları bile iyileştirebileceğiz. Bu işin ‘durma noktası’ nerededir? Tıp bilimi hangi ölçüye kadar caizdir? Lütfen beni yanlış anlamayın. Ben de tıp biliminden ve organ bağışından yanayım. Ancak din felsefesinde bu sorunun cevabını bulamadım. Sizin akademik hüviyetinize danışmak zorundayım.”
CEVAP: Aydınlatılmaya hiç ihtiyacınız yok. Çünkü hayatın felsefesini kavramışsınız. Size göre tıp, doğaya, kadere karşı gelmektir. Bir bakıma sevap olsa bile size göre günahtır. O zaman meyveleri aşılamayalım çünkü kadere, doğal hale müdahaledir. Tıraş olmak günahtır çünkü doğaya karşı gelmektir. Yıkanmak da boş. Ne gerek var yıkanmaya? Her şey olduğu gibi kalsın. Bilime, teknolojiye ne gerek var? Bu kimyasal çalışmalar, nükleer santrallar, otobüsler, deniz araçları hep doğaya müdahaledir. Olmaz böyle şey. Her şey doğal haliyle kalsın. Sizin felsefenizden doğan düşünce budur.
İyi ama yaratan, niçin insana akıl vermiş, araştırma merakı vermiş? Niçin insanı yeryüzüne halife (egemen) yapmış? Demek ki O’nun bunda bir hikmeti var. Hastalığı veren, tedavisini de yaratmış. Bunu arayıp bulmak insanın görevi. Hasta eğer iyileşecekse Allah ona sebep yaratır. Kanser tedavi edilir. İyileşmeyecekse kader onun ölmesi yönünde ise ne kadar müdahale edilirse edilsin hasta yine ölür. Kur’ân bize “kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayınız” buyurmaktadır. Tehlikeden sakınmak ve gelen tehlikeyi savmaya çalışmak Tanrı’nın buyruğu, bizim de görevimizdir. Tedbiri elden bırakmayız. Ama takdir ne ise o olur. Eğer hastanın kaderi iyileşmek yönünde ise bir sebeple iyileşir ancak iyileşmesi de tedaviye bağlanmıştır. Onun kaderi böyledir. 15-20 metre yüksekten düşen insan ölür ama birkaç gün önce 13’üncü kattan düşüp ölmeyen birini haber yaptı gazeteler, televizyonlar. Demek ki onun kaderi öyledir. Tedbir almak, tedaviye başvurmak, organ bağışında bulunmak kadere karşı gelmek değildir. Hz. Ömer Şam’a gider. Orada veba olduğunu öğrenince geri dönmeye karar verir. Komutan Ebu Ubeyde, “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” deyince Ömer “Evet, Allah’ın bir kaderinden öteki kaderine kaçıyoruz” diye cevap verir. Sonuç nasıl olmuşsa işte kader odur.