Meclis’te başörtüsü parti meselesi değil!
Dünya nelerle uğraşıyor, biz hala Arap ülkeleri gibi “kadının saçı, başı, örtüsü üzerinden dine bağlı siyaset” peşindeyiz, tutturmuşuz “başörtüsü” diye, kavga çıkacak mı, devlet üniversite ve okullarından, devlet dairelerinden sonra devletin kendisi demek olan Meclis’te de başörtüsü kullanılacak mı en önemli gündemimiz bu..
Hani Suriye ile çok ilgiliydik, her gün kendi sorunlarımızdan önce “Suriyeli kardeşlerimiz”den söz ediyorduk, ne oldu da susuverdik? 600 binden fazla Suriyeli Türkiye’yi resmen işgal ettikten,El Kaide’den başlayarak İslamcı terör örgütleri savaşlarını Güneybatı’ya yerleşerek oradan yönetmeye başladıktan sonra hepsi unutuldu.. Oysa aslında “Suriyeli kadın kardeşler”imizin kendilerinin ve ailelerinin can endişesi yanında şimdi ciddi bir başka sorunları da var ilgilenecek, bu İslamcı teröristler güçlendikleri Suriye illerinde “Müslüman kadın” kıyafeti olarak başörtüsünün yetmediğine ve “Afgan burkası”na karar verdikleri, kadınları “sizi öldürürüz” diyerek mecbur tuttukları için burkasız dolaşamaz oldular.
Kadın üzerinden siyaset!
Görüldüğü gibi kadın sadece giyimine, tesettürüne göre “Müslüman ya da değil” şeklinde değerlendirilmeye ve siyaset onların üzerinden yapılmaya başlanınca sonu yok, örnekler önümüzde.. Ki aynı İslamcı örgütler Türkiye’ye de “kadınlarınız tam tesettüre uygun değil” baskısına başlayalı çok oldu..
Bir yanda bu durum ortadayken, Türkiye’nin sınırlarında ve hatta artık içine kadar girilerek kendisinde kadın tesettürü tam anlamıyla bir siyasi araç haline getirilmişken biz “Meclis’imizde tesettür” çekişmesi içindeyiz. Ve bunun adı da “kadının özgürlüğü” olarak konuyor, “şu parti özgürlük yanlısı, diğer parti özgürlük karşıtı” gibi sığ tartışmalar yaşanıyor. Dün gelen bir mektup şöyle diyordu; “özgür bir birey ben başımı örteceğim diyorsa konu kapanmıştır”.. İyi de biraz daha geniş açıdan bakın; bu cumhuriyet demokratik ve bunun gereği olarak laik bir rejime sahip olduğuna göre “devletin tüm din ve tabii mezheplere, inançlara eşit mesafede olması” demek aynı zamanda “tüm bireylerine eşit hakları sağlaması” demek değil midir?
Herkese aynı özgürlük..
Bu takdirde bazıları da “sarıkla, cüppeyle, kipayla, çarşafla, burkayla” girmeye kalkar ve “benim özgürlüğüm böyle, konu kapanmıştır” derse ne olacak? Kimin ve hangi ölçüye göre “hayır efendim, bu kadarı fazla” demeye hakkı olacak? Kişinin inanç, ibadet, dini kıyafet özgürlüğü bu nedenle ve “devlet tek bir inanca, mezhebe taraf olmasın” diye sınırlandırılmıştır laik rejimlerde..
O nedenle, başörtüsüyle Meclis’e girenlere özel kutlama yapılması da, karşılarına “Atatürk tişörtü”yle çıkılması da, “CHP karşı olsa bile karşı taraf mağdur görünmesin diye susmalıydı” denmesi de yanlıştır. Meclis’te dini kıyafet “hiçbir partinin özel meselesi olamayacak” kadar, sadece “özgürlüktür” kalıbına sokulamayacak kadar farklı ve önemli bir konudur ve Türkiye’de herhangi bir parti; siyaseti “Okullara ve Meclis’e başörtüsünü sokmayı biz başardık” üzerinden yapmaya kalktığı, bunu propaganda malzemesi olarak kullandığı takdirde yakın bir gelecekte yalnız kendisi değil tüm ülke “kadın kıyafetinin” siyaset malzemesi yapılması nedeniyle sorun yaşayabilir.
Biz Suriye iç savaşına müdahale etmemizin yanlışlığını da ilk günden söyleyerek uyarmıştık, onu da hatırlatayım. “Ama ABD’de de ve Avrupa ülkelerinde başörtüsü serbest” diyenler, Türkiye’nin konumunun, iç ve dış şartlarının onlardan çok farklı olduğunu, Ortadoğu’da siyasette, din kavgalarında hatta savaşlarında önce “Müslüman kadın”a tesettürden başlayarak yaşam şekli biçildiğini görmek zorundalar. Bunu yaparken “Hz. Muhammed’in kendisine biat eden kadınlardan neden tesettür, başörtüsü istemediğini, şart koşmadığını” da düşünsünler. Eğer başörtüsü “Müslüman kadın” için olmazsa olmaz şart olsaydı, istemeyi düşünmez miydi acaba?
Serdar Ortaç’a yapılan yeter artık!
Tam 15 yıl geçmiş üzerinden, 1999 yılında Magazin Gazetecileri Derneği gecesinde Ahmet Kaya ödül almak için sahneye çıktığında “Kürtçe şarkı” söylemek istemiş, Serdar Ortaç “10’uncu yıl Marşı”nı söyleyerek tepki göstermiş, birileri de Ahmet Kaya’nın masasına çatal bıçak fırlatmış.
O yıllar PKK terörünün şiddetle yaşandığı, yüzlerce insanımızın, çocuk yaşta askerimizin bombalı saldırılarda, karakol saldırılarında, çatışmalarda, mayınlı tuzaklarda arka arkaya hayatını kaybettiği, milletin gözyaşının durmadığı yıllar ki daha kesileli kısa bir zaman oldu.. O da ancak “PKK ve BDP’nin tüm talepleri kabul edilirse” kalıcı olabilecek.. Hemen her gün PKK saldırıları yaşandığı, ortam son derece gergin olduğu, toplum duyarlılığı ve öfkesi zirvede olduğu, “PKK terörü ile Kürt vatandaşların hepsini özdeşleştirme” çabaları da sürdüğü için o yıllarda Kürtçe şarkılar da bugünkü gibi akla geldiğinde söylenmiyordu, tarafsız ve “o günün gözüyle” baksın herkes olaya..
Bitmeyen kin!
Bunları hatırladığınızda, o ortamda “Kürtçe şarkı söyleyeceğim” diyen bir sanatçıya bir başkası “ben de kendi milli marşlarımdan birini söylerim” diyebilir, imkansız bir durum değil . O bunu söyledi diye başkalarının yaptığı olaylardan da sorumlu tutulamaz. Hele de bugüne kadar hala ırkçı söylemler ve eylemler “Kürtleri temsil ettiğini söyleyen parti ve gruplar” tarafından yapılır ve kimse sesini çıkarmazken.. Bu olayın üstünden 15 yıl geçti, Serdar Ortaç “çok gençtim, hata yaptım” diye özür dilemesine rağmen sadece “Onuncu Yıl Marşı’nı söylediği” için defalarca saldırıldı, “çatal attın” diyenlere “attıysam elim kırılsın” bile diyerek “atmadığını” anlatmaya çalıştı, bitmedi bitmiyor. Susmuyorlar, ona hayatı zindan etme yarışından vazgeçmiyorlar. Ne bitmez tükenmez, sonu gelmez kinmiş yahu!
Ayıptır, saçmalıktır, haksızlıktır, çağ dışılıktır. Türkiye bir dağ başı olmadığına göre bir yanlış varsa yargıya gider çözersin. Gitmiyorsan, bunca yıl geçmiş unutursun. Serdar Ortaç’a yapılanlar son bulmalı, sıktı artık!
(NOT; Tüm yazılarımda “Kürt vatandaşlarımızla PKK terör örgütünü ayrı tutmaya” dikkat ederim, bu yazıda da karıştırılmasın.)