Şampiy10
Magazin
Gündem

Meryem’in belgeselini değil reklamını izledik

Meryem Uzerli ve Murat Yıldırım’ın başrollerini paylaştığı Gecenin Kraliçesi, yarın ilk bölümüyle Star TV’de görücüye çıkacak. O nedenle neredeyse son 20 gündür önümüz, arkamız, sağımız, solumuz Meryem Uzerli. Star TV reklam kampanyasında 3 yıl aradan sonra ekrana dönen Uzerli için gün sayıyor. Bu hafta Meryem markalı kozmetik markası lansmanını yaptı. Bilboardlarda Meryem var. Pazar günü de NTV’de bir Meryem Uzerli belgeseli izledik. Belgeselin basın bültenini ilk okuduğumda “Ne saçma, sadece bir dizide oynayan bir oyuncunun belgeseli mi yapılır?” demiştim. Ancak sonra düşününce Meryem Uzerli’nin müthiş bir başarı hikâyesi olduğuna karar verdim. Bir gecede hayatı değişen, bugün 60 ülkede tanınan, önüne açık çekler konulan, bu ülkeyi “Tükenmişlik sendromu” kavramıyla tanıştıran, evlilik dışı çocuk yapmasına rağmen bu ülkede sempatisiyle herkesin bağrına bastığı, kendi kozmetik markasını kuran, iki ülkede yaşayan 30 yaşında bir kadının, aktristin belgeseli şahane bir fikir gibi geldi.

Olgun ve hazmetmiş Meryem

O nedenle heyecanla ekran karşısına oturdum. Çünkü Türkiye, Almanya, Fransa ve Belgrad’da bir yıl boyunca Uzerli’yi takip ettiklerini, film, dizi setlerine ve iki ülkedeki evine girdiklerini söylüyordu dış ses. Ancak sonuç benim için büyük bir hüsran oldu. 32. Gün’den yetişme ve bu ülkedeki en iyi belgeselcilerle çalışma fırsatı bulmuş bir gazeteci olarak bir belgesel değil, Meryem Uzerli reklamı izledim. Meryem Uzerli’nin ise eski samimiyetinden eser yoktu. Muhteşem Yüzyıl Belgeseli’nde ünlü olduğu günü anlatırken “Sokağa çıktım, insanlar üstüme koşmaya başladılar.

‘Allah’ım beni öldürecekler’ diye kaçmaya başladım” diye anlatıyordu Türk izleyicisiyle tanışmasını... Ama bu defa karşımızda sanki sanat hayatının 40’ıncı yılında konuşan olgun, her şeyi görmüş ve hazmetmiş bir Meryem vardı.

Sadece kelle izledik

Bir belgesel çekiyorsunuz ama o belgeselde sadece yeni dizisinin yapımcıları Saner Ayar, Onur Güvenatam, Fadi İsmail, Star TV Genel Müdürü Ömer Özgüner konuşuyor. Annesi arada devreye giriyor ve iki defa babasının yüzünü görüyoruz. Röportajlar yakın yüz planından çekilmiş. Kısacası ekranda sadece kelle izledik. Oysa anlattıklarını dönemin tanıklarıyla, rol arkadaşlarıyla, sokakta insanların tepkileriyle izleseydik bambaşka olurdu. Belgeselin neredeyse 3-4 dakikası hakkında çıkan yalan haberler nedeniyle gazetecilere ayrılmıştı. Ancak bir gazete küpürü bile görmedik.

Yapımcısı abisi Dany

Bir yapıma belgesel diyorsanız ve böyle bir beklenti yaratıyorsanız bu kadar üstün körü bir iş yapma lüksünüz yok. İzlediğim Meryem Uzerli belgeselinin özeti; sadece iki dizi, bir film ve reklam çeken bir oyuncunun Marilyn Monroe gibi aksettirilmesiydi. Aksettirilmek diyorum, çünkü bize bir şey göstermedi. Meryem’in anlattığı şahane hikâyeler vardı ama ortada görüntü yoktu. Almanya’da, İstanbul’da sokakta yürüyüp bir markete giren Meryem’i bile göstermediler. Son derece taraflı bir işti. Nedenini de belgeselin sonunda anladım. Çünkü belgeselin yapımcısı ve editörü Dany Lyons. Yani Meryem Uzerli’nin ağabeyi. Kısacası körler sağırlar birbirini ağırlayıp röportaj yapmış, ne de olsa bu ülkede Meryem’i göstermek kazanç sağlar denilerek adına da belgesel denmiş. Ama bu belgesel gibi çekilseydi, şahane bir iş izlerdik. İçim yandı.

Yazının devamı...

Kördüğüm ne anlattı, ben anlamadım

31 Aralık’ta “2016’da dizi tutturma formülleri” başlıklı bir yazı kaleme almış ve ikinci maddesinde “Yeni ama basit hikâyelerin peşine düşün. Bilmece soracağım derken kendisi bilmeceye dönüşen işlere itibar etmeyin. Basit hikâyeyi karmaşıklaştırarak anlatmak kimseyi entelektüel yapmıyor. Unutmayın, sektöre değil izleyiciye dizi yapıyorsunuz” diye bir formülden bahsetmiştim. Bunu yazdıktan birkaç saat sonra Kördüğüm’ün özel gösterimine gittim ve 7 Ocak Perşembe günü ilk bölümü yayınlanan diziyi önceden izleme fırsatım oldu. İzledikten sonra ilk düşündüğüm de bu madde olmuştu. Adıyla müsemma dizi bilmece soracağım derken, kendisi Kördüğüm’e dönüşmüştü. Kördüğüm’ün tanıtımlarından ne anlattığını anlamamıştım. Ne yazık ki, ilk bölüm yayınlandıktan sonra da dizinin bize ne anlatacağını hâlâ bilmiyorum. İşte dizinin en büyük sorunu da bu…

Hikâyesi olan tek karakter Didem’di

120 dakika bir dizi izledik ama ne izledik? Kısaca özetlersek; ilk bölümden ölerek ayrılacak Didem karakterini başrol olarak gördük. Dizide hikâyesi var diyeceğimiz tek karakter Didem’di. Allah rahmet eğlesin! Ablasının oğlunun araba kazasında ölmesine neden olmasına rağmen, karşımıza hız tutkusuyla 15 yaşında bir ergen gibi davranmaya devam eden Ali Nejat çıktı. Neredeyse sıfır vicdan azabı gördük. Şansa bakın ki, idealist çocuk doktoru Naz’da o sırada İtalya’da İngilizce sunum yapıyordu. Kader ağlarını örecek ve bir kitapçıda üç Türk döner kapıya sıkışacaktı. Az sonra da Naz sokaktan geçerken Ali Nejat’ın arkadaşı Ayhan’ı soluk alamadığını görüp onu kurtaracak ve hastanede tanışacaklardı.

Aşk için sağlam sebep gerek!

Ancak benim anlamadığım, Naz doktoru bilgilendirmesine rağmen neden uçağına yetişmek için bir hamle yapmadı? Hiç tanımadığı iki adamla uzun süre kalıp belli ki, kıskanç olan kocası Umut’la tartışmayı ne için göze aldı? İlk andan gönlü Ali Nejat’a mı kaydı? Aynı soruyu Ali Nejat için de sordum. Kadın evli olduğunu söylemesine rağmen o bakışlar, özel yemek servisleri ve flörtleşmeler normal miydi? Evli ve kocasına aşık imajı çizen Naz ve Ali Nejat’ın yakınlaşması için daha sağlam bir sebebe ihtiyaç yok muydu? Her karakteri gösterme telaşı sayesinde; şahane oyuncular gördük görmesine ama biz sahneler dışında bir şey izleyemedik. Hikâye bütünlüğü ne yazık ki, aylarca hazırlanmış bir iş için son derece baştan savma görünüyordu.

Umut karakterli adam olmaktan çıktı

Dizide ciddi anlamda takıldığım iki şey daha var. Madem diziye bir psikolog koydunuz, bırakın öyle kalsın. Ali Nejat’la aralarındaki geçmişi bilmediğimiz ama adamın mesafesini gözümüze soktuğu durumda doğum günü organizasyonunu bir psikoloğa vermesi bana mantıklı gelmedi. Bir diğer takıldığım şey; karısı Naz’ı Ali Nejat’ın arabasında görünce sinirlenen Umut’un barışınca “Hadi sarıl, kocan seni zengin adamların doğum gününe götürüyor” diyaloğu karakteri karakterli bir adam olmaktan çıkardı. Kısacası; duygusuz, şımarık, zengin bir Ali Nejat, gururlu, iyi niyetli gibi görünüp birden asabiyet yapan ama sonra da karakterine ihanet eden bir Umut, tüm doktorlar bulamışken telefondan hastanın sorununun kene olduğunu bulabilen, mesleğini mutlulukla yapan, kocasına aşık Naz’dan nasıl bir çatışma çıkacak bilemiyorum. Sanırım 4’üncü bölümden sonra hikâye bize ne anlatacağını söyleyecek.

Zenginliği gözümüze soktular

Dizinin prodüksiyonuna gelirsek, tek kelimeyle kusursuz. Ama bu kusursuzluk beni rahatsız etti. Ne Ali Nejat’ın babasının evi, ne de Ali Nejat’ın evi Türkiye hissi uyandırmadı. Sanırım orası Norveç’ti. Tabii ki; Türkiye olduğunu biliyorum ama o kadar Türk olmaktan uzaktı. İtalya sahnelerine gelirsek; Como ve Milano’ya gidip çoğunluğu iç mekânda geçen sahneler çekmek umarım benim kadar yönetmen Ömer Faruk Sorak’ın da canını acıtmıştır. Zira, İtalya’da olduklarını anlamamız için 1-2 resim dışında hiçbir şey yoktu. Tüm karakterler de İngilizce konuştu. Kiralık Aşk dizisi Türkiye’de geçmesine rağmen daha fazla İtalyanca duyuyoruz. Evler, arabalar, gemiler, restoranlar, jetler derken, kendimi zenginliğini gözüme sokmaya çalışan birinin, her biri marka ama birbirinden farklı objelerle dolu, uyumsuz olan bir salonuna girmiş gibi hissettim.

Senaryoya ameliyat şart!

Oyunculuklara hiç lafım yok! Herkes üstüne düşen rolün hakkını vermişti. Sonuçta yazılanı oynuyorlar. Dün de değinmiştim. Dizinin en büyük avantajı oyuncu seçimi. 35 yaş üstü kadınlara tanıdık, bizden hissi veren oyuncular sayesinde, güzel resimlerle ilk bölümde tahminimin çok üstünde reyting aldı dizi. Umarım, ikinci bölümde konuyu yaymadan bizi ana çatışma konusunun içine çeker. Bu kadar emek ve para harcanan bir dizinin, senaryosuna da gereken ameliyat yapılırsa yolu açık olur. Çünkü izleyici 2015’te izlediği dizilerden sıkılmaya başladı ve yenilik arıyor. Kördüğüm’e de şans tanıdı. Gelecek bölüm konuya girerlerse durumu toplar, yollarına devam ederler.

Yazının devamı...

Kördüğüm ve Yeter Kösem’i yedi

Endemol Shine’ın yapımını, Ömer Faruk Sorak’ın genel yönetmenliğini, Belçim Bilgin, İbrahim Çelikkol, Alican Yücesoy, Tülay Günal, Rojda Demirer ve Ege Aydan’ın başrollerini paylaştığı Kördüğüm, perşembe akşamı ilk bölümüyle görücüye çıktı. Ben diziyi özel gösteriminde izlemiş ve çıkışta “Dizinin izleyiciye ne anlattığını birinci bölümün sonunda anlamadım” demiştim. Yarın dizinin sorunlarına değineceğim ama öncelikle değişen perşembe reyting matematiğine dair söyleyecek birkaç sözüm var. Kurtlar Vadisi, 15 Ocak’ta 13’üncü yaşını bitirecek. Başladığı günden beri zirveden inmiyor. Perşembe akşamları ekrana gelen dizi sadece Aşk-ı Memnu ve Fatmagül’ün Suçu Ne döneminde ikinciliğe yerleşti. O dönemler Beren Saat Kurtlar Vadisi’ne kafa tutuyordu. 4 sezon boyunca Polat Alemdar’ı zirveden indirince perşembe Beren Saat’in de günü oldu. Ama bu formül İntikam ve Kösem’de işe yaramadı. Çünkü bir proje sadece oyuncuyla var olmuyor. 5 yıldız yan yana geldiğinde ve iyi bir strateji kurulduğunda başarı geliyor.

Kösem kadınlar koğuşuna döndü

Kösem, bu sezon beni en çok hayal kırıklığına uğratan dizi oldu. Zira, dizi her geçen gün kendi sonunu hazırlıyor. Beren Saat’in gelişiyle biraz toparlayacağını düşünürken, yeniden gördük ki, bir diziyi oyuncu tek başına asla kurtaramaz. Muhteşem Yüzyıl Kösem Parmaklıklar Ardına’ya benzedi. Ben bir hapishanenin kadınlar koğuşunu izliyormuşum gibi hissediyorum. Çünkü kadınlar arasında çekişme, sürekli birilerinin öldürülme girişimiyle iş dönem dizisinden çıktı, suç dizisine döndü. Dizide diyalog yok. Sadece zinhar kelimesi kullanılarak dönem dizisi olmuyor. O nedenle geçmiş olsun, Kösem her ne kadar ilk bölümde bizi heyecanlandırsa da, devamında aynı etkiyi sağlayamadı. Perşembe akşamı başlayan Kördüğüm ve Yeter de Kösem’i yedi. Üstelik böyle devam ederse düşmeye devam edecek.

Kördüğüm oyuncu seçiminden kazandı

Yeter, yılbaşı gecesi başladığında hepimiz eleştirdik. Ben yazdıklarımın hâlâ arkasındayım. Dizinin Aylin karakterinin Yekta’nın yanında kalması için sağlam bir motivasyona ihtiyacı var. Aksi taktirde mazoşist olmaktan öteye gidemiyor. Ama Yekta karakterinin fark yaratacağına eminim. Geçen hafta da yazmıştım. Kördüğüm’e gelirsek, yarın detaylı bir analiz yazacağım. Ancak en büyük avantajını oyuncu seçiminden (casttan) kazandı. Başrolleri kastetmiyorum. Ama dizinin her karakteri bilindik, tanıdık yüzdü. Yoksa o hikâye anlatım biçimiyle, zenginliğin o kadar gözümüze sokulduğu bir halde bu kadar yüksek reyting alamazdı. Fakat özellikle 35-50 yaş arası kadın izleyicinin son zamanlarda en büyük şikâyeti; kendi tabirleriyle ekranda çoluk çocuk izlediklerini düşünmesi. Kördüğüm’ü izleyen o yaşta 10 kişiye “Diziyi beğendiniz mi?” diye sordum. Cevap aslında her şeyi açıklıyordu: “Ekranda tanıdık birilerini görünce iyi hissettik. Son zamanlarda yapılan projelerde kendimizi yakın hissedeceğimiz kimseyi bulamıyorduk.”

Yazının devamı...

Güneşin Kızları’nda sorun var!

Bir süredir Güneşin Kızları’nı izleyemiyordum. Yılbaşı ertesi sinyalsiz kalınca arka arkaya birkaç bölümü arka arkaya izledim. Pazartesi akşamı karşısında Kırgın Çiçekler ve Paramparça olmayınca da son bölümünü de seyrederek arayı tamamen kapattım. Ancak Güneşin Kızları beni şaşırttı. Rakipleri karşısında neden reyting kaybettiğini de anlamış oldum. Çünkü dizide finale kadar hiçbir şey olmuyor. 115 dakika ne de olsa Selin-Ali ve Nazlı-Savaş aşkı tuttu diye gençlerin sıradan hayatıyla geçiyor. Son beş dakikada da Haluk ve Güneş cephesinde bir bomba patlayacakmış gibi oluyor ama yine beklenen olay olmuyor.

Merak unsuru artırılabilir

Pazartesi akşamı ekrana gelen bölümde; Zafer Ali’ye ikizlerin babası olmadığını finalde itiraf etti. Savaş ses kaydında Haluk’un Güneş’e tecavüz ettiğini duydu. Zafer, Haluk’la buluşmasına Güneş’i çağırmıştı ki, Haluk Zafer’i mahremim dediği Güneş’in önüne atıp vurmasını sağladı ve bölüm finali oldu. Altını çizerek söylüyorum ki, 116 dakika bomboş geçen bölümün son 4 dakikasında bunlar gerçekleşti. Oysa dizide bunun gerilimi yaratılabilir, sahneler büyütülebilir ve seyirci bu finale hazırlanabilirmiş. Ortada bir merak unsuru olmayınca ne yazık ki, dizi akmıyor. Selin-Ali ve Savaş-Nazlı arasındaki çatışmalara girmiyorum bile... Çünkü sadece süre uzatan ve hiçbir şeye hizmet etmeyen sahneler silsilesi izliyoruz. Bu iki şahane çift kesinlikle daha iyi sahnelerde oynamayı hak ediyor.

İnadına Aşk çarşamba olur mu?

Başlığa hemen ben cevap vereyim. Olmaz, olamaz. Zaten kan kaybetmeye başlamış ve reyting listesinde aşağıya düşen bir diziye yapılabilecek en kötü şey onu asla kazanamayacağı bir güne koymaktır. Çarşamba akşamlarının galibi, TRT 1’in Diriliş dizisi... Onu Star TV’nin Kara Sevda’sı , Kanal D’nin Poyraz Karayel’i, Atv’nin Eve Dönüş’ü takip ediyor. Çarşamba akşamı etkin olamayan iki kanal var: Show TV ve Fox TV. Show TV, yerli filmlerle reyting pastasından pay almaya çalışıyor. Kocamın Ailesi bittiğinden beri de Fox filmlerle var olmaya çalışıyor. Şimdi İnadına Aşk gelip çarşamba başarılı olabilir mi? Dizinin son iki hafta perşembe reytingi ortalama 4 ve kanalı tatmin etmiyor. Çarşamba 5 reytingin üzerine çıkması olsa olsa mucize olur.

Evli ve Öfkeli’de aşklar başladı

Kimi zaman kan kaybediyor, bazen ritmi düşüyor ama ben Evli ve Öfkeli’nin başladığı günden beri ekranın nefes aldıran işlerinden biri olduğunu düşünüyorum. Haftalardır dizi aynı döngüde devam ediyordu. Bu hafta adamlar evli kadınlara aşkını itiraf etmeye başladı. Mine ve doktor aşk yaşamaya başladı. Dilek ve Tarık Sönmez ayrıldı bile... Bundan sonra dizinin boyut değiştirmesi gerekiyor. Esra’nın ve Seray’ın boşanmasıyla önce boşanmak sorun değil, aşk yine sizi bulur demeli dizi bize... Ardından da eski koca kabusları başlamalı ki, çatışma yaşansın.

Yazının devamı...

Dinle Beni Marlon size tokat atıyor

Yeni yılın ilk üç gününü televizyon açısından zorlu geçirdim. Çatıdaki antenim karlara teslim olunca ben de sinyalsiz kaldım. Teknik servis duruma çare bulamadı. O nedenle günün neredeyse 8 saatini TV karşısında geçiren biri olarak kendimi internete vermek zorunda kaldım. Ne yazık ki, sinyal azlığı orada da geçerli. Zar zor bir şeyler izleyebiliyorum. Hal böyle olunca, uzun zamandır izleyemediğim filmlere verdim kendimi. İyi de oldu!

Ses kayıtlarından belgesel

Bu yıl Antalya Uluslararası Film Festivali’nde “Mutlaka izle” listeme koyduğum ama bir filmin galasında teknik sorun olunca yetişemediğim bir belgesel vardı. Adı Dinle beni Marlon. Yönetmenliğini Steven Riley’in üstlendiği, efsane aktör Marlon Brando’nun daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış arşiv görüntülerinden ve kendi ses kayıtlarından derlenmiş ve mahremini ilk defa anlattığı bir belgesel...

Hepimiz hiçbir şeyiz

Sinyalsiz televizyonumun bana en güzel yeni yıl hediyesi oldu Dinle Beni Marlon. Zira, 12 yıl önce vefat eden, dünyaca ünlü bir aktörün filmleri dışında kendisini ölümsüzleştirmesinin başka bir yolu bu belgesel. Çünkü hayattayken bunu planlamış, o ses kayıtlarını doldurmuş ve her şeyi anlatmış. Acılarını da, kibirini de, başarısızlığını da, mutluluklarını da tüm samimiyetiyle kayıtlara dökmüş. Hiçbir şey olan bir adamın dünyaca ünlü bir aktör olup sonra nasıl hiçbir şeye dönüştüğünü, güzelliğin geçiciliğini, nefret ettiği şeye nasıl adım adım yaklaştığını ve kendisini nasıl eleştirdiğini mutlaka izlemelisiniz. Onu dinlerken kendinizle yüzleşiyorsunuz. Marlon size büyük bir tokat atıyor. Çünkü aslında hepimiz hiçbir şeyiz.

Cihan’ın ölümü iyiliğin ölümü demek

Güllerin Savaşı dizisinde canlandırdığı Cihan karakteriyle ekran tarihine adını yazdıran Sercan Badur, cumartesi akşamı diziye veda edecekmiş. Basın bültenleri öyle söylüyor. İzleyici olarak bu duruma üzülüyorum. Çünkü Cihan dizinin en masum, en iyi karakteri. Bu dizide herkes başına gelenlerle kötülüğü seçti. Dizinin iyi kızı Gülru ne zaman kötü oldu anlamadık ama kötülüğün kollarına koşmaktan vazgeçmedi. Kahramanı Ömer’de kötülükle bir kez tanışınca onunla arkadaş olmayı seçti. Gülfem zaten kötülükten yaratılmıştı. Ama Cihan yaşadığı onca hastalığa, maruz kaldığı o kadar kötülüğe rağmen tertemiz kalmayı sürdürdü. Şimdi onun ölümü iyiliğin de ölümü anlamına geliyor. Bakalım, Güllerin Savaşı bunca kötüyü seçmiş karakterle nasıl bir yola girecek?

Kördüğüm perşembe başlıyor

Başrollerini Belçim Bilgin, İbrahim Çelikkol, Alican Yücesoy, Tülay Günal, Ege Aydan ve Rojda Demirer’in paylaştığı, Ömer Faruk Sorak’ın genel yönetmenliğini üstlendiği Kördüğüm, perşembe Fox TV’de başlıyor. Yeni yılın ilk dizisi olacak Kördüğüm. Bugüne kadar yeni yılın ilk 15 günü başlayan diziler genellikle tuttu. Kurtlar Vadisi, Muhteşem Yüzyıl, Poyraz Karayel bunlara örnek verilebilir. O nedenle Kördüğüm şanslı bir dönemde yayına giriyor. Her ne kadar tanıtımlarından bir şey anlamasam da, geçtiğimiz çarşamba yapılan özel gösterimde diziyi izleme şansını buldum. Henüz yayınlanmamış bir diziyi eleştirmeyi etik olarak doğru bulmuyorum ama yayınının ardından cumartesi yazımı okuyabilirsiniz.

Yazının devamı...

Karagül “bitti” derken yeniden “canlandı”

Yeni yılın ilk günü Fox TV iyi bir hamle yaptı ve Karagül’ün yeni bölümünü yayınlandı. Ekran tekrarlarla doluyken, seyirci tercihini tatile girmeyen diziden yana kullandı ve Karagül Tüm Kişiler’de 10.38, AB’de 6.09, ABC1’de 7.94 reytingle zirveye oturdu. Karagül yeni yılda final yapacaktı. Ancak son haftalarda reytingini yükseltip zirveye oturunca devam kararı aldı. Yeni bölümde de Mehdi’yi alıp annesine veren Baran’ı Kendal çatıdan attı. Tüm bölüm hastanede yatan Baran’ı ve hastane koridorunda kavga eden aileyi izledik. Ebru ve Narin’in “Benim oğlum” kavgası bitmek bilmedi. Sonunda da Ebru tüm aileyi çocuklarını kaçırdığı iddiasıyla gözaltına aldırdı.

Birinci bölümün ilk sahnesinde “Baran kimin çocuğu?” sorusunu sorduran dizi cevabı 100’üncü bölümde verdi. Seyirci her zaman Ebru’nun çocuğu olduğunu bildi ama Ebru bilmedi. İşte bir diziyi tutturmanın en önemli formüllerinden biri de bu. Bir soru sordurmak, cevabını izleyiciye vermek ama karakterin cevabı bulma yolculuğunu seyrettirmek. Şimdi Baran’ın kimi seçeceği yolculuğu başlıyor. Üstelik işin içine hastalıklar da girecek. Bu gidişle Karagül sezon sonuna kadar devam edecek. Bir dizi bitti derken yeniden zirveye oturtmak büyük başarı. Karagül, sektörün tarihine bu özelliğiyle geçecek. Dizilerin reytingleri düştükçe insanlar yıllarca Karagül’ü örnek gösterecek.

BU YARIŞMA SONRADAN AÇILIR

İşte Benim Stilim Ünlüler, yeni yılın ilk günü TV8’de başladı. Üstelik karşısında Karagül’den başka bir rakip yoktu. Bu defa jüriden Nur Yerlitaş ve Kemal Doğulu ayrılmıştı. Yeni jüri; Hakan Akkaya, Neslihan Yargıcı, İvana Sert ve Uğurkan Erez’den oluşuyordu. Yarışmacılar öyle susup pusacak cinsten değil! Her biri bir dönem hem işleriyle, hem de magazin haberleriyle gündemden düşmeyen isimler: Aslı Zen, Berna Öztürk, Yeşim Erçetin, Simge Tertemiz, Elif Ece Uzun, İnci Pars, Esra Balamir, Pelin Suade, Esra Sönmezer, Yasemin Öztürk, Nil Karataş, Tuğçe Özbudak, Gizem Özdilli, Sevil Uyar, Neslihan Önder ve şarkıcı Hatice… Reyting sonuçlarına göre kötü bir başlangıç yaptı ama bu İşte Benim Stilim Ünlüler Arap atı gibi sonradan açılır. Kavgalar başlayıp herkes geçmişin ağırlığını eteğinden dökmeye başladığında magazin sayfalarını süsleyecek çok hikâye okuyacağız benden söylemesi…

BAŞIN SAĞ OLSUN DOĞAN!

Fox Haber’in patronu Doğan Şentürk, çok sevdiğim bir haberci arkadaşım. Ekranda dizilere kafa tutup bir haber bülteninin zirveye oturmasını sağlayan perde arkasındaki mimar o. 2015’i zirvede tamamlayan ve bir marka haline gelen Fox Haber, yeni yılın ilk gününde de yüksek bir başlangıç yaptı ve ikinciliğe oturdu. Üstelik o gün Doğan Şentürk babasını kaybetmişti. Ekip, acısını kalbine gömüp işini yaptı ve acısına geri döndü. Bizim meslek böyle işte! En acılı gününüzde bile halkın haber alma özgürlüğüne hizmet etmek zorundasınız. Başın sağ olsun Doğan Şentürk... Ateş düştüğü yeri yakar ama tüm ailenize sabır diliyorum.

Yazının devamı...

Yeter ne esaret, ne de cesaret olsa olsa mazoşistlik olmuş!

40 yıl düşünsem yılbaşı gecesi yeni bir dizinin başlayacağı aklıma gelmezdi. Çünkü yılbaşı akşamı herkes kendisini eski yılın, acıların ve umutsuzlukların vedasına ve yeni umutların eğlencesine formatlıyor. O nedenle bir dramın yılbaşı akşamı iş yapması zordu ama alınan büyük bir riskti. Çünkü insanların tam yemeğe oturduğu saatte yeni bir dizi başlatmak çok iyi bir sonuca da dönüşebilirdi. Daha önce hiç denenmediği için hepimiz bu kararı garipsedik ama bir yandan da “Ya tutarsa” dedik. Sonuç; olmadı. Atv’nin büyük umutlarla başlattığı Yeter dizisi Tüm Kişiler’de 3.46 reytingle 18’inci, AB’de 2.17’yle 24’üncü, ABC1’de 3.37’yle 17’nci oldu. Yılbaşı gecesi değil de, haftaya başlasaydı Fox TV’nin Kördüğüm’üyle beraber yarışa katılacaktı. Diziyi izledikten sonra söyleyebilirim ki, şansı yılbaşına göre daha yüksek olabilirmiş.

En emrivaki evlilik teklifi

Yapımcılığını Koliba Film-Ata Türkoğlu’nun, senaristliğini Nalan Merter Savaş ve Vilmer Özçınar’ın, müziklerini Mayki (Murat Başaran), Ender Akay, Sunay Özgür’ün ve yönetmenliğini Tarkan Karlıdağ’ın üstlendiği Yeter dizisi yılbaşı gecesi atv’de başladı. Dizinin başında “Sayın Cemal Şan’a teşekkürler” yazdı. Bu teşekkürle yönetmen Karlıdağ’ın ilk bölüm bitmeden diziden ayrıldığını ve yerine Cemal Şan’ın diziyi devraldığını anlamış olduk. Dizide; Pelin Karahan, Yurdaer Okur, Korel Cezayirli, Wilma Elles, Selen Domaç, Ayşin Yeşim Çapanoğlu, Fatih Koyunoğlu rol alıyor. “Yeter- Esaret mi, Cesaret mi?” yağmurda ıslanan bir kızın yanına gelen ondan yaşça büyük bir adamla başladı. Kızın “Bizim aşkımız masal gibi başladı” sesiyle de klip başladı. Hayatımda izlediğim en aşktan uzak, masalı bir an bile anımsatmayan aşk sahnelerinden sonra evlilik teklifi geldi. 41 yıllık dizi tarihinin en emrivaki evlilik teklifine şahit olduk. Ama kahramanımız Aylin bunu masal gibi bulmuş olacak ki, Yekta’nın boynuna atladı.

Hop 5 yıl daha geçti

Bir anda 2010 yılına geçtik. Karısının boynuna gerdanlık takan Yekta “Hadi çıkalım” dedi. Bu arada 6-7 yaşlarında bir çocukları olduğunu gördük. Aylin’in de karnının burnunda olduğunu... Ondan sonra da zulüm izledik. Hiç çekinmeden hamile karısını aşağılayan, korkutan, çocuğuna psikolojik darbeler vuran bir adam izledik. Yıllarca bu adamın yanında kalan Aylin, bir anda kaçmaya karar verdi. Şansa bakın ki, o anda suyu geldi ve doğurdu. Arkadaşlarıyla birkaç dakikada plan yapıp kız çocuğunun ölü doğduğunu söyleyerek Aylin’in abisine verdiler. Hop bir 5 yıl daha geçti. Zulmünü artıran bir Yekta, sürekli “Özür dilerim” diyen bir Aylin geldi. Sonunda da Yekta’ya kızının yaşadığı söylendi ve birinci bölüm finali oldu.

Aşka inanmadık

Dizinin mayası acayip sağlam... Ekranda izlemeye alışık olmadığımız bir karakter Yekta. Ama öyle kötü anlatılmış ve işlenmiş ki dizi, kendinizi nasıl olur diye dizlerinize vurup yakınırken buluyorsunuz. Öncelikle bu kadar ters köşe bir adam yaratıyorsanız bizi o aşka inandırmanız gerekmez miydi? Aylin’in neden bu adamı terk etmediğini anlamamız için gerçek bir sebebe ihtiyacımız yok mu? Bu adamın mükemmeliyetçilik takıntısı ve zulmüne dair bazı tüyolar vermek gerekmiyor muydu? Aylin bu kadar korktuğu kocasına kızlarının öldüğünü söyleyip yengesine verebiliyorken, o evden kaçamamasının inandırıcılığı yok ettiğinin farkında değil misiniz?

İzleyici “Yeter” der

Bu liste ben de uzar gider. Sayfalar dolusu hata yazarım. Bugün neredeyse tüm kanallar ve yapımcılar bir hata yapıyor. Bir bölümde her şeyi anlatmak derdine düşen ve ana meseleye bir anda gelmeye çalışan dizide hızla bir sürü şey oluyor. Paramparça, Kara Sevda gibi dizilerde bu yöntem işlediği için, tüm diziler bu formüle başvuruyor. Ancak çok önemli bir şeyi kaçırıyorlar. İzleyicinin o diziyi izlemesi ve karakterlerle empati kurabilmesi için önce inanması gerekiyor. Anlatım biçimi her şeyi değiştirir. Aksi takdirde Yeter’deki gibi güzel, istediği zaman abisinin evine gidebilen, onu deli gibi kollayan arkadaşları varken bir psikopata neden dayandığını anlamadığımız Aylin’i sevmemiz mümkün değil! Olsa olsa zenginlikten vazgeçemeyen bir mazoşist diyebilirim Aylin için... Bu iş böyle devam ederse Aylin diyemez ama seyirci “Yeter” der.

Yazının devamı...

2016’da dizi tutturma formülleri

2015’in son gününden hepinize merhaba! Önce güzel dileklerle başlayalım. 2015 hem ülke, hem dizi sektörü, hem de hepimiz için kötü geçti. O nedenle gidişine hiç ama hiç üzülmüyorum. Çünkü yeni yıl umut demek, yenilenmek demek. 2016 hepimize mutluluk getirsin. Gelelim artık klasikleşen yeni yıl yazıma… Bu yıl 1 Ocak’ta izinli olduğum için 31 Aralık’ta yayınlıyorum. 2015 dizi sektörü adına öylesine kötü bir yıl oldu ki, yılın skandalı onlarca dizinin vedasıydı. Şimdi 2016’da benzer şeyler yaşanmasın diye naçizane birkaç öneride bulunacağım. Üstelik bu öneriler geçen senekilerden farklı değil, bilakis birebir aynı olacak. Unutanlar için yeniden hatırlatalım istiyorum. Bunlar olana kadar da yazmaya devam edeceğim galiba… Çünkü bu 10 maddeyi uygulayıp dizi batırma şansınız neredeyse imkânsız. Yoksa yazıda kolaya kaçmadım. Umarım on binlerce insanın ekmek yediği, umutlarını bağladığı dizi sektöründe bu sene doğru kararlar verilir.

- Bir dizi projesi seçerken büyük insanların küçük hesaplarına değil, küçük insanların büyük hayallerine odaklanın. Çünkü satın alma gücü düşük bir ülkede en çok alınan şey hayallerdir. İnsanlara hayal satarsan kazanırsın.

- Basit ama yeni… Yeni ama basit hikâyelerin peşine düşün. Bilmece soracağım derken kendisi bilmeceye dönüşen işlere itibar etmeyin. Basit hikâyeyi karmaşıklaştırarak anlatmak kimseyi entelektüel yapmıyor. Unutmayın, sektöre değil izleyiciye dizi yapıyorsunuz.

- 2015’in en büyük sorunu hikâyelerin açılmamasıydı. Yani dizinin derdinin ne olduğunu ancak dördüncü bölümde görüyorduk. Kimsenin buna tahammülü yok. Türk izleyicisi bir soru sorar. Bunu karşılayan dizi başarılı olur. “Ben olsam ne yapardım?” sorusunu seyirciye sordurup reyting sonuçlarınıza bakın, ne demek istediğimi anlayacaksınız.

- Starlara para dökmekten vazgeçin. Kendinize sürekli starın proje olduğunu hatırlatın. Lütfen buradan tanınmayan kişileri oynatın dediğim anlaşılmasın. Sadece projenizi starlaştırın ve iyi oyuncuları oynatın demek istiyorum.

- Reyting aletlerinin Twitter kullanıcılarının evinde olduğunu zannetmeyin. Twitter başka şey, reyting aleti başka… Eğer söylediğimden şüphe ediyorsanız, istatistiklerden Türkiye’de kaç kişinin evinde bilgisayar ve internet olduğuna bakın. Akıllı telefon kullanımı çok yüksek olmasına rağmen etkinlik yaratımı çok yüksek değil! O nedenle Twitter’ın sizi manipüle etmesine izin vermeyin. Ama sosyal medyayı da yok saymayın. Sosyal medya kullanıcılarının dizinizin karakterlerinin derinleşmesi için yaptığı eleştirileri dikkate alın.

- Prodüksiyondan kısılmasına izin vermeyin. Çünkü karakterinizi yaşatacağınız ev, giydireceğiniz kıyafet, bindireceğiniz araba ve karşısında muhatap olacağı figürasyon projenizin gerçekçiliğini artıracak. Ama prodüksiyonu abartıp gözümüze de zenginliği sokmayın!

- Dizinizi mutlaka oluşturduğunuz denek gruplarına izletin ve eleştirilerini dikkate alıp düzeltmeler yapın.

- İlk bölümün günahı olmaz klişesinden vazgeçin. Eğer riski göze alıp ilk bölümden önce 3 ya da 4’üncü bölümü çekerseniz ilk bölümü çektiğinizde her şey daha profesyonel görünecek.

- Prototipinizi el yordamıyla oluşturmak yerine, izleyici kitlenizin kim olduğunu araştırın. Hedef kitlenizin size ulaşabileceği saat ve günde yarışa katılırsanız başarısız olma şansınız çok düşük.

- Mutlaka pilot şehirler seçip “İzleyici ekranda ne görmek istiyor?” başlıklı bir araştırma yaptırın. İnanın siz bile inanamayacaksınız. Deneme yanılma metoduyla milyonlar batıracağınıza, az para harcayarak projelerinizi nasıl tutturduğunuza…

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.