Şampiy10
Magazin
Gündem

Çok heyecanlı bölümler geliyor

Her dizinin en güzel tarafı ilk bölümüdür. Hikayenin nasıl başladığını ve koca bir sezon bize ne anlatacağını vaat eder. Fakat en keyifli bölümü şaşırtıcı sezon finalidir. Sen bütün sezon izlersin, bazılarına kızarsın, senaryoya, oyuncuya küfrettiğin anlar olur. Ama sezon finalinde aslında izlediğin her şeyin bir oyun olduğuyla yüzleşirsin. İyiler kötü olur, kötüler iyi...

İşte bu şaşırtmaca oyununu ben çok seviyorum. O nedenle siz siz olun bu haftalarda “Artık dizi izlemekten sıkıldım” demekten vazgeçin. Çünkü düğümlerin çözüme kavuşacağı bölümleri izleyeceğiz. O kadar emek verdik, bakalım olaylar nereye bağlanacak? Ama bir dizi var ki finalini ciddi anlamda merak ediyorum. Şaşıracağım için değil, şu anda o günleri hatırlamaya ihtiyacımız olduğu için... Vatanım Sensin’den bahsediyorum. Bu sezon reytingleri düşse de, senaryo artık kendini tekrar etse de finalde düşman bu topraklardan temizlenecek ve Türkiye Cumhuriyeti kurulacak. Ben de finali heyecanla izleyeceğim.

Huzurlu uyu Arda!

Aşkın Bedeli dizisinin setinde program çektiğimde tanışmıştık Arda Öziri’yle... Mesleğini yapmak isteyen, güler yüzlü ve eğlenceli biriydi. Aslında ben onu müzisyen tarafıyla da biliyordum. Artık eskisi gibi müzik yapmadığını anlatmıştı. Diziden sonra uzun bir ara verdi, daha sonra karşımıza Diriliş Ertuğrul dizisinde Göktuğ Bey karakteri olarak çıktı. Göktuğ karakteri diziden ölerek ayrılınca Arda’dan haber alamaz olduk. Dün sabah haber sitelerinde resmini gördüm. Acaba hangi diziye girdi diye tıkladığımda acı haberle karşılaştım. Arda Öziri, maalesef geçirdiği motosiklet kazası sonucu hayatını kaybetti. İnanılmaz üzgünüm. Huzurlu uyu Arda, mekanın cennet olsun.

Komediler olsa...

Yazının devamı...

Merve gibi olmak istiyoruz

Çocukken yaşça büyüklerin “Nerede o eski günler” diye başlayan konuşmalarına sinir olurdum. Görmediğim, bilmediğim, yaşamadığım zamanlara dair yüzlerce ahkam kesilirdi ama ben yaşadığım zamanın içinde mutluydum. Sokağa çıkabiliyordum, televizyonda özgürce istediğimi izleyebiliyordum, istediğim kitabı okuyabiliyordum, herkesle sohbet edebiliyordum, tartışabiliyordum, oynuyordum, gülüyordum, dans ediyordum, aşık oluyordum, vazgeçiyordum, düşünce kalkmaya dair umudum hep vardı. Ben kalkmazsam yanımdakiler kaldırırdı. Ailemin koyduğu saat sınırlamaları dışında büyük bir derdim yoktu. Sokaklar daha güvenli, arkadaşlıklar daha kıymetli, aile olmak kutsaldı. Teknoloji bizi ayrıştırmıyor yakınlaştırıyordu. Umut vardı içimizde, hayallerimiz için mücadele ediyorduk.

Korkularımızın esiri olduk

Ama yaş aldıkça ben de çocukken kızdığım büyüklere dönüşmeye başladım. Eski günlere özlemim arttı. Bugün her şeye ulaşmak daha kolay ama özgürlükten çok kendimizi birkaç metrekarelik hapishanelere tıkadık. O adına “ev” dediğimiz yeni hapishanelerde yalnızlığımızın tek ilacı televizyon, sohbet etmenin tek yolu telefon ve sosyal medya oldu. Korkularımız öylesine sarmış ki ruhumuzu umut etmekten bile korkuyoruz artık. İnsanları evimize davet etmekten korkuyoruz. Arkadaşlık etmekten, oyun oynamaktan, aşık olmaktan, birine bağlanmaktan, birine yardım etmekten, inanmaktan, hayal kırıklığına uğramaktan, sevmekten, sevilmemekten o kadar korkuyoruz ki dondurulmuş duygularımızla yaşıyoruz. Cesaretimizi kaybettik, hepimiz korkaklığımızın esiri olduk. Arkadan vurmanın mubah olduğu, dostlukların kalmadığı, herkesin içindeki kötüyle tanıştığı ama yüzleşmeye korktuğu bu dönemde televizyon dizileri bize yardımcı oldu. Çünkü kendi içimizdeki kötüyü gizlemek için suçu o dizi karakterlerine attık.

İçimizdeki kötüyü affedelim

Ufak Tefek Cinayetler’de en kızdığınız ama içten içe en çok kendinize benzettiğiniz karakter Merve değil mi? Hatta iddia ediyorum, çoğu insanın olmak istediği karakter Merve. Çünkü içindeki kötüyle barışık. Eskiden Merve gibi karakterler azınlıktaydı. O zamanlar moda iyi niyetli olmaktı. Şimdi moda yüzüne gülüp arkandan vurmak. Her şeyin bizim hakkımız olduğuna inanmak. Adına da strateji kurmak deniyor. İlişkiler de bir iş dünyası. O nedenle tıpkı bir iş planı gibi arkadaşlıkları, aşkları, aile ilişkilerini stratejik planlıyoruz. Rakibi devirmek için de her yolu mubah sayıyoruz. Hepimiz Machiavellist olduk. Yapacak bir şey yok. O nedenle ekranda Merve gibi karakterler hep en kızdığımız ama içten içe onun gibi olmak istediğimiz karakterler olacak. Şimdi en iyisi gözlerimizi kapatıp 10’a kadar sayalım ve içimizdeki kötülüğe “seni affediyorum” diyelim.

Yazının devamı...

Kadın kumandayı eline aldı

Bu yıl kadın işleri ve erkek işlerinin savaşına sahne oldu televizyon ekranları. Sonunda da bir uzlaşma yolu buldular. Günleri paylaştılar. Pazartesi akşamlarının lideri erkek işleri oldu. Söz ve Çukur tüm sezonu birbirleriyle yarışarak geçirdi. Son anda bu yarışa Yasak Elma dahil oldu ve bir kadın işi olarak dişli bir rakip olabileceğini gösterdi. Gelecek sezon büyük sürprizlere sahne olabilir pazartesi akşamları... Salı akşamları kumandanın sahibi değişti. Daha önce erkeklerin hakimiyetinde olan salı akşamlarına kadınlar damgasını vurdu. Kadın ve Ufak Tefek Cinayetler, Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz’ı zirveden indirdi. Önümüzdeki sezonda kadın dizileri salı akşamlarını domine edecektir. Çarşamba Diriliş Ertuğrul’u kimse yerinden edemez diye düşünürken Sen Anlat Karadeniz geldi ve dengeleri değiştirdi. Tartışmasız kadınlar kumandayı ele geçirdi. Perşembe yıllarca erkek izleyicinin günüydü ama Bizim Hikaye sezonu zirvede geçirerek kadının hakimiyetini kanıtladı. Cuma Arka Sokaklar zirveyi bırakmadı. Uzun yıllardır olduğu gibi... Kadını, erkeği, çocuğu kısacası aileyi ekranda birleştiren tek iş olmaya devam ediyor. Cumartesi komedi günü. Bu sezonda Yeni Gelin zirveyi bırakmadı. Pazar Savaşçı Survivor’la yarıştı ama zirvenin hep en yakın takipçisi oldu. Birkaç yıldır kumandanın hakimi erkeklerdi. Bu sezon kadınlar kumandayı yeniden eline almaya başladı. Gelecek sezon daha fazla kadın işi ekranda olacaktır. Çünkü kadınlar silahtan, intikamdan çok hayatın içinde yaşadıkları zorlukları izlemek istiyor.

Seçim dizilerin reytingini etkiledi

Çok ilginç bir dönemden geçiyoruz. Yaz geldi, diziler sezon finallerine koşarken ekranda bambaşka bir hareketlilik var. Malum seçimler yaklaştı. O nedenle herkesin gündeminde siyaset var. Sokakta, pazarda, evde tek konuşulan siyaset ve seçimler. Hal böyle olunca bu ekrana da sirayet ediyor. Bu çarşamba Liderler Fox’ta başladı. İlk konuk cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’ydi. Reyting sonuçları gösteriyor ki, Ramazan ayının ilk günü reytingler 5-7 arasında geziyor. Çoğu dizi bu reytingi almakta zorlanıyor. Üstelik Fatih Portakal’ın sunduğu ana haber bülteni bu hafta hep reyting sıralamasında ilk 5’te yer aldı. Gelecek hafta siyasete ilgi daha da artacaktır. Bu da haber bültenlerinin reytingini artıracak. Demedi demeyin, seçim dizilerin reytingini de etkiliyor.

Yazının devamı...

Baba kız sahnesi ağlattı

Finale doğru koşan Vatanım Sensin’in perşembe akşamı ekrana gelen bölümünde büyük sır ortaya çıktı. Filipos Cevdet’in Türk ordusu için çalıştığını anladı ama onu tutuklamak yerine takip etmeyi seçti. Cevdet her şeyden habersiz gibiydi. Ancak oyunu yine Cevdet kurmuştu. Filipos’u ava giderken avlamanın peşindeydi. Finale kadar da Cevdet yakalandı zannettik.

Oysa zaten Cevdet yakalandığını zannetmemizi istiyormuş. Final sahnesine gelirsek; benim için biraz gözü yaşlı bitti. Bir kızın hayatta ilk güvendiği erkek babasıdır. Bir kez, sadece bir kez babasına güvenini kaybederse hayatı boyunca tanışacağı tüm erkeklere güvenini kaybeder. Hilal ve Cevdet arasında da böyle bir ilişki vardı. Hilal babasını kaybetmenin acısını onun yüzüne baka baka yaşadı. Biz de tam iki sezon onun ve Cevdet’in acısını izledik. Birbirini çok seven baba ve kızın nasıl kavuşamadığına şahit olduk. Ta ki Perşembe akşamına kadar! Hilal babasının kapısına dayandı ve arkadaşlarını öldürdüğü için ona silah çekti. İşte o anda babasının aslında Türkiye bayrağından hiç vazgeçmediğini öğrendi. Miray Daner duygularını gözünden öyle iyi fışkırtan bir oyuncu ki, ona kapılmamak elde değil. Halit Ergenç zaten bu konuda tartışmasız Türkiye’nin en iyi aktörlerinden biri. İkisi karşılıklı birbirine özlemle baktı ve ben de Hilal’le beraber ağlamaya başladım. Yapacak bir şey yok sulu gözlüyüm. Artık Cevdet’in yanında Hilal de var. Finale giden yolda aksiyon hızlanacaktır. Bu dizinin finalinde sanırım sadece ben değil, Türkiye ağlayacak.

Hürkuş haftaya sinemalarda!

Bu yaz sinemalarda hareket var. Geçen hafta Kral Şakir: Oyun Zamanı filmi vizyona girdi. Çocuklarınızın gerçekten çok eğleneceği bir film. Ben içimdeki çocuğu mutlu etmek için izledim. Oldukça da keyif aldım. Dün Bal Kaymak filmi vizyona girdi. Bu hafta onu da yazdım. Ailece izleyebileceğiniz, umutla gülümseyeceğiniz bir film. Onu da listenize alın derim. Sırada büyük prodüksiyonlu bir film var. Yönetmenliğini Kudret Sabancı’nın üstlendiği, Hilmi Cem İntepe, Gizem Karaca, Bora Akkaş, Miray Daner, Gurur Aydoğan ve Birol Üner’in rol aldığı Hürkuş: Göklerdeki Kahraman filmi 25 Mayıs’ta vizyona giriyor. Film; Vecihi Hürkuş’un iki sevdasını da beyaz perdeye taşıyor: Gökler, tayyare düşkünlüğü ve ayrı kaldığı eşi Hadiye Hanım. Filmin bir başka merak uyandıran kısmı ise efektleri. Çünkü 15 milyonluk bütçesi olduğu açıklanan film; Türk sinema tarihinde hava muharebelerinin en uzun gösterileceği sahnelerin olduğu film iddiasını taşıyor. Bunun için 82 tasarımcı tarafından özel efektler çalışılmış. 18 kişi süpervizörlük yapmış. Filmde Batman ve Superman filmlerinde kullanılan lazer tarama teknolojisi de yer alıyormuş. Teknik elbette çok önemli ama Vecihi Hürkuş’un hayatını nasıl anlattıkları benim için daha önemli. Film 25 Mayıs’ta vizyona giriyor. Bakalım, göklerin kahramanı sinemaya nasıl bir uçuş yapacak?

Yazının devamı...

Yasak elma farkı kapatıyor

Yasak Elma’nın ilk 6 bölümünün çok hızlı başladığını ve böyle devam ederse tadından yenmeyecek bir işe imza atacaklarını daha önce yazmıştım. Pazartesi akşamı ekrana gelen 9’uncu bölümde gördük ki bu işin matematiği sağlam kurulmuş. Çünkü Halit ve Yıldız evlendi bile. Yıldız’ın Argun evine gelin gelmesiyle olaylar hızlandı. Erim sonunda annesi Ender’le görüşmeye başladı ve onun evine gitmek istedi. Ender’in daha iyi şartlarda yaşaması için en iyi kozu oğluydu. İstediğine de ulaştı. Erim annesinin yaşadığı evi görünce babasından onu daha iyi bir eve taşımasını istedi. Bir de Yıldız’ı Halit’in arkadaşlarının olduğu yemekte küçük düşürerek 1-0 öne geçti.

Zeynep ve Alihan neredeyse evlilik yoluna girecekti ki, Alihan’ın aşk travması ortaya çıktı ve Zeynep’i çok aşağılayıcı bir şekilde hayatından çıkardı. İşte bu bölümle Yasak Elma Tüm Kişiler’de 6.00 reyting alarak 3’üncülüğe oturdu. Üstelik birincilik koltuğundaki Söz’le arasında 0.92’lik bir pay kaldı. Yasak Elma Söz ve Çukur’a karşı farkı kapatıyor. Bu demek oluyor ki, Yasak Elma gelecek sezon büyük bir tehlike olacak. Peki, bundan sonra ne olur? Yıldız altı cephede savaşa çıkar. Bir yanda Ender ve Caner, diğer tarafta Zehra, Zerrin, Lila olur. Hatta yakında bu savaşa Sinan da katılır. Yıldız hatalar yapar ama Yıldız Argun kalabilmek uğruna hep dört ayak üstüne düşer. Zeynep ise aşk acısıyla kahrolur ama Alihan’ı asla affetmez. İşin imkansız aşk boyutunu Alihan ve Zeynep’le izlerken, entrikanın merkezinde Argun olanlar ve Argun olmayı kaybedenler olacaktır.

İstanbullu Gelin devam edecek

TARTIŞMASIZ ekranın en iyi dizilerinden biri İstanbullu Gelin. Her hafta bizi merak duygusunda bırakan senaryosu, oyunculuk performansları, senaryo ve oyuncular arasında hikaye anlatıcılığını oldukça başarılı sergileyen rejisiyle ekrana bağlamayı başarıyor. İstanbullu Gelin’in hikayesi psikiyatr Gülseren Budayıcıoğlu’na ait. Kitaplarının sıkı bir okuru olduğum için mi bilemem ama psikolog sahnelerini heyecanla bekliyorum. Geçen ay İstanbullu Gelin’in önümüzdeki sezon devam edeceğini yazmıştım. Ancak pek çok internet sitesinde bu sezon final yapacağı yazdı. Tekrar araştırdım ve öğrendim. İstanbullu Gelin’in daha anlatacak çok hikayesi var. Üstelik bu zamanda senaryosu, rejisi, oyunculuk performansları birbiriyle bu kadar uyumlu olan ve yüksek reyting alan dizi bulmak zorken tabii ki İstanbullu Gelin devam edecekmiş. Eylül ayında ekranda olacağı kesin. Ancak ömrünün ne kadar uzun olacağını üçüncü sezonda aldığı reytingler belirleyecek.

Oya’nın rengini anlamak zor

SALI akşamı ekrana gelen Ufak Tefek Cinayetler’i izlerken düşünmeden edemedim. Oya’nın hayattaki en büyük isteği hamile kalmaktı ve sonunda bu mutlu haberi aldı. Soluğu da intikam almak için Merve’nin yanında aldı. Onu arabasına alıp tehditler edip sesini kaydederek kaza yapmalarını sağladı. Sonra da bebeğime bir şey olmasın diye ağlamalara başladı. Şaşkınlıkla izledim bu durumu. Tamam, kabul ediyorum işin seyirlik kısmı şahane! Ama Oya’nın rengini de anlamak zor! Kadın doktor ama kendini zehirleyen başka bir doktora inanıyor. Bu zorlu hamilelikte o kazayı yapacağını bile bile arabayla Merve’yi korkutuyor. Yetmiyor, bir de tehditle Merve ve Serhan’ın yaşadığı evi alıp yerleşiyor. Oya bu hikayenin kötü karakteri de biz mi durumu kaçırdık? Merve Aksak aslında Oya’ydı da hayal mi gördük?

Yazının devamı...

Bal Kaymak izlenmeli

Bazen bir film izlersin ve içini bir umut kaplar, hayatta unuttuğun bir duygunu yeniden uyandırır. Çünkü her film bir duyguyu harekete geçirir. Cuma günü vizyona girecek olan Bal Kaymak filmi de hepimizin özlediği bir duyguyla kucaklıyor bizi, “samimiyet”le... Son zamanlarda bu kelimeyi de sevmiyorum artık. Çünkü samimiyet kelimesi de bir modaya dönüştü ve samimiyetsizlerin diline pelesenk oldu. Ama bugün asıl derdim sözlükteki anlamıyla samimiyeti karşılayan Bal Kaymak filmini anlatmak. Yapımcılığını Big Play Entertainment (2D Medya)-Sertaç Demirtaş, Yusuf Karataş’ın üstlendiği, senaryosunu, yönetmenliğini, ortak yapımcılığını Onur Tan’ın yaptığı, Tarık Ünlüoğlu, Sabina Toziya, Beren Gökyıldız, Kenan Çoban, Filiz Ahmet, Yunus Emre Yıldırımer, Melissa Yıldırımer ve Ömer Tan rol aldığı küçücük ama kocaman bir film Bal Kaymak. Makedonya’nın şahane atmosferinde iki inadım inat karakter ve bir umut dolu kız çocuğu arasında koca bir memleket meselesine parmak basması ise takdire şayan!

Yönetmen umudu seçmiş

Bir filme gidersiniz, kalbinizin üstüne bir el bastırmaya başlar ve ağlamaya başlarsınız. Ağlamak bir deşarj olma yöntemidir ve rahatlayarak o filmden çıkarsınız. Ya da tam tersini düşünelim. Kahkahalarınızdan bazen filmin diyaloglarını duyamazsınız ve yine rahatlamış olarak sinema salonundan çıkarsınız. İşte Bal Kaymak size bu ikisini de veriyor. Daha doğrusu kalbinize bir el bastırmaya başlıyor, gözünüz sulanıyor ama tam o anda yüzünüzü güldürmeye başlıyor. Yönetmen istese herkesi ağlatacak malzemeye sahip, ticari düşünse gişede şansını daha da yükselir, fakat o hayat gibi bir film çekmek istemiş. İnsanları ağlatmak değil güldürmenin, umutlandırmanın seçimini yapmış. İyi ki de böyle yapmış.

Bal ve kaymak bir araya gelirse

Gelelim filme... Bade (Beren Gökyıldız) annesi ve babası vefat edince teyzesiyle büyür. Fakat teyzesi birkaç aylığına yurt dışına gitmek zorunda kalınca onu babasına yani Adem’in yanına getirir. Adem (Tarık Ünlüoğlu), dünyanın en iyi balını üreten aksi, huysuz, geçimsiz, sert bir adam. Köpeği ve arılarıyla yaşıyor. Kızına küstüğü için Bade’yi istemiyor. Hal böyle olunca Bade ninesine yani Adem’in düşmanı aslında küskün sevdası Havva’ya gidiyor. Havva (Sabina Toziya), keçileri ve oğlaklarıyla dünyanın en iyi kaymağını yapan inatçı, kızgın, küsmüş bir kadın. İki inatçı, iki küskün, iki sevdalı arasında kalan Bade’yse sanki tüm yaşadıklarına rağmen dünyaya umut dağıtmak için gelmiş 7 yaşında bir kız çocuğu. Bir de Ömer (Ömer Tan) var ki; saflığın tam karşılığı... Bade ve Ömer el ele verip, bal ve kaymağı bir araya getirmenin peşine düşüyor. Çünkü filminde söylediği gibi “Aslında bir araya gelseler ortaya muhteşem bir tat çıkaracaklar.” Ama bunu bilmiyorlar.

Küfürsüz, şiddetsiz, kötü niyetsiz

Dedim ya, küçücük bir film ama kocaman bir kalbi var. Oyunculuklar şahane. Filmde Onur Tan’ın oğlu Ömer Tan Ömer karakterine hayat veriyor. Onur’u baba olmak ve yönetmen olmak durumu eminim çok zorlamıştır. Çünkü filmde oynamaya Ömer talip olmuş. Yapımcılarda fikri desteklemişler: Ömer bu işin altından öyle güzel kalkmış ki, filmde “Zalımın kızı” derken ona sarılıp yanaklarını sıkmak istiyorsunuz. Lafı fazla uzatmayayım. Herkesin bağırdığı, kimsenin kimseyi dinlemediği, herkesin en önemli sadece ve sadece benim dediği, umutsuzluğun, mutsuzluğun, samimiyetsizliğin prim yaptığı, önyargının hep kazanan olduğu dünyada 1.5 saatlik bir ara verip Bal Kaymak filmini izleyin derim. Belki de bugünün moda tabiriyle samimiyet sandığınız şeyin yanlış olduğuyla yüzleşmenize yardımcı olur. Yüzünüz güler. Filmde Dobro’nun (Oktay Kaynarca seslendiriyor) söylediği gibi filmin sesini duyarsınız. Küfürsüz, şiddetsiz, argosuz, kötü niyetsiz bir film olan Bal Kaymak’ın gişesi bol olsun.

Yazının devamı...

Geliyorum diyen krizi durdurmak için “varım”

İşi televizyon kritiği yapmak olan yazarlar olarak uzun süredir dizi sektörünün batışa gittiği üzerine kalem oynatıyoruz. Sadece benim bir yıl içinde bu konu hakkında kaç yazı yazdığımı inanın hatırlamıyorum. Çünkü görünen köy kılavuz istemiyor. Ekran öyle bir aynaya döndü ki her şey birbirinin kopyası gibi... Özellikle bu sezon yaşananlardan sonra; star isimlerin dizileri tek tek batmaya başlayınca; bu hafta Habertürk Gazetesi yazarı arkadaşım Mustafa Doğan; “Ekranda star dönemi kapanıyor” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Altına sonuna kadar imza atarım. Zaten bu sektörde en büyük sorun da star isimlere endeksli dizi kafasından çıkmadı mı? Yurt dışına satılan dizilerin parası herkesi o kadar cezbetti ki sadece star isimlerle bu işin döneceği zannedildi. Yıllardır Fransa’nın Cannes şehrinde düzenlenen MIPCOM’a katılırım. Önceki yıllarda Türk dizilerine olan ilgiyi gördüğümde yüzüm gülüyordu. Bir Türk dizisinin başka coğrafyalarda yarattığı etkiden ne yalan söyleyeyim inanılmaz etkileniyor, gururlanıyordum. Ancak kazın ayağı geçen sene ortaya çıktı. Bu defa yine star isimler vardı ama ilgi azalmıştı. Hatta o dönem birkaç yazı kaleme almıştım. Eski ilgiyi bilen biri olarak içim burkuluyordu. Birkaç alıcıyla konuştuğumda kendimizden olan hikayelerden vazgeçerek hata yaptığımızı söylemişlerdi. Yani iyi senaryo yoksa star isimler durumu kurtaramıyordu. İşte o sonuç döndü dolaştı Türk dizi sektörünü vurdu. Yurt dışı satışı eskisi gibi olmayınca sektörde tehlike çanları çalmaya başladı. Şaşırdık mı? Hayır! Çünkü fırtına “Ben geliyorum” diye kendisini hissettiriyordu.

Keşke beni yanıltsanız

Cumartesi günü Posta Gazetesi yazarı ağabeyim Mesut Yar; “TV sektörü batıyor mu?” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazısında açık bir çağrıda bulunuyor: “Meslektaşlarıma açık bir çağrım var. Gelin bu meseleyi TV kritik yazarları olarak masaya yatıralım. Çıkardığımız tespitleri yayıncılarla paylaşalım. O masada usta oyuncular da olsun... Gelin bu içi boş senaryolarla, altı boş oyunculuklarla dolu dizi dünyasına bir parmak kaldıralım. Kimse bir şeyleri düzeltme niyetinde değil; gelin biz hep birlikte ‘Kral çıplak’ diyelim. Var mısınız; Sina, Mustafa, Ali ağabey, Sinan, Oya, Yüksel ve hatta Cengiz; var mısınız?” Ben varım, sonuna kadar da dizi sektörünün sorunlarını ve çözüm önerilerini tartışırım. Fakat o masada yapımcı ve kanal yöneticilerinin de olmasını öneriyorum. Hatta senarist ve yönetmenler de olmalı! Çünkü bu işi TV yazarları ve oyuncular konuşarak bir sonuca götüremeyiz. Sonuçta bizler de mesleği televizyon kritik etmek olan kişiler olarak bu pastanın bir parçasıyız. Bu sektörün tüm aktörleriyle geliyorum diyen krizi durdurabiliriz. Yazdıktan sonra önerimi ütopik buldum. Çünkü bu sektörde bir sorunu çözmek için bir araya gelinmez. Kimse kimseden fikir almayı sevmez. Herkes tek doğrunun kendi doğrusu olduğuna inanır. Baksanıza ne kadar kirli düşüncelerle doluyum. Keşke beni yanıltsanız! Umarım çözüm için bir araya gelinir.

Yazının devamı...

Seyirci gerçek hikayeleri istiyor

Mayıs ayı geldiğine göre gelecek sezonun hazırlıkları şimdiden başladı. Kanalların gelecek sezon için daha az dizi yayınlayacağı konuşulsa da bence durum tam tersi olacak. Eylül ayında zaten çok fazla yeni dizi hazırlığı olmayacak. Daha önce de yazdığım gibi zaten devam eden çok fazla dizi var. Ancak kanallarda şimdiden hummalı bir çalışma var, olmalı da!

Çünkü değişen bir dünyada yaşıyoruz. Eski gelenekler yerini yeni alışkanlıklara bırakıyor. Seyircinin beklentileri de değişiyor. O nedenle her kanal hazırlığına başlarken bazı noktalara dikkat etmeli! Seyirci bu sezon gerçek hikayeleri talep ediyor. Aile olmanın kutsallığını, kadın hikayelerini, melodramları görmek istiyor. Tabii ki erkek hikayelerine ilgi devam edecek. Ancak ekranda yeteri kadar devam eden proje var. Bireysel talebim; dönem dizilerinden de sıkıldım. Günümüz hikayelerini, zamanın dertlerini de izlemek istiyorum! Bu yıl yeni sezon dizileri kasım, aralık, ocak ve şubat aylarında başlar. Kısacası meşhur eylül sezonu bu yıl kasım ayına yerini bırakır.

Tolgshow temmuzda ekranda

Tolga Çevik’i ekranda yıllardır izliyorum. Adı, kanalı değişse de izlediğim şovda eğlendiğim anların sayısı oldukça fazla ama bazen kendisini tekrar ettiğini düşündüğüm zamanlar oluyor. Bu da çok normal, çünkü tam 11 yıldır ekranda. Her şeyden bu kadar çabuk sıkıldığımız bir dünyada 11 yıl ekranda ve sahnede kalmayı başarmak gerçekten alkışlanacak bir durum! Ben bugüne kadar Tolga Çevik’in canlı performansını hiç izlememiştim. Pazartesi akşamı Zorlu PSM’de çekilen Tolgshow’u izlemeye gittim. 25 Film’in yapımını, Fırat Parlak ve Koray Şahin’in yapımcılığını üstlendiği şov ekranda sezon finalini yaptı ama çekimleri devam ediyor. Benim izlediğim bölüm temmuz ayında Fox TV’de ekrana gelecek. Hava sıcak, ekranda Tolgshow yokken salon tıklım tıklım doluydu. Biletleri aylar önceden tükeniyormuş. Şov tam saatinde başladı ve “arkadaşım” Tolga Çevik ve “yönetmen” Fırat Parlak atışmaya başladı. Karşılıklı atışmadan da bize kahkahalar kaldı. Ekranda Tolga Çevik’i izlemek güzel ama fırsatınız varsa bence canlı performansını kaçırmayın derim. Alın teri, kıvrak zeka, sansürsüz espriyi izlemek bambaşka oluyormuş. Tolga Çevik 11 yıldır ekranda ama bu enerjisiyle uzun yıllar daha ekranda olacaktır, olmalı da!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.