Kötülük kıt zekânın ürünüdür
Klişe mlişe ama gerçek arkadaş! Sen ne anlatırsan anlat karşındaki canı ne istiyorsa onu anlıyor.
“Kapasitesi ne kadarsa” falan da demeyeceğim. Bu, denyoluklara “hafifletici” sebep bulmak demek. Ve bunu yapmaya da hiç niyetim yok.
Mesele şu aslında. Bu totodan anlama hadisesi zekânın veya bilginin kıtlığına değil, insanın kötülük seviyesine bağlı. Anladığı zekâsından çok kötülüğüne bağlı.
Bir insan ne kadar kötüyse o kadar yanlış, eksik veya tamamen gerisinden anlıyor.
“Anlamak” da denir mi buna emin değilim. Bayağı yeniden “yazıyor” aslında.
Kendi kötülüğünden gözü o kadar kamaşık ki sen ne dersen de... O sana bir senaryo oturtuyor. Oturtmuş olarak evine geliyor zaten.
Şimdi bir tabuyu daha yıkacağım... Hazır mısınız?
Sanıldığının aksine kötü insanlar “zeki” falan değil. “Çok zeki o yüzden kötü” klişesinden (ve de yalanından) da bıktım. Kötülüğü zekâ işi görmek bir roman ve film üfürmesi.
İşin gerçeği şu: İnsanlar ne kadar aptal o kadar kötü! Ama nedeni bilinmez bir ahmaklıkla kötülükte zekâ boncuğu arayıp duruyoruz.
Hem zeki hem kötüler de var elbette ama dikkatlice bakın etrafınıza (veya kendinize) az!
Ve dünyanın en feci buluşması da budur herhâlde: Kıt zekâ ve fesatlık. Cahilliğin çaresi var, bu bulamacın yok!
Hem maksadını anlatamıyorsun hem de kıt zekâsıyla anladığı tam bir çirkef deryası!
Koca bir hafta sonu ve ertesinde bunu düşündüm.
“Bir insan beni bu kadar kötü anlayabilecek kadar kötü nasıl olur” dedim kendi kendime.
Bu nasıl bir empatisizlik, bu nasıl bir anlayışsızlık dedim kendi kendime.
Sonra buldum: Empati dediğiniz şey de zekâ isteyen bir şey aslında.
Birinin yerine kendini koymak, çektiği acıyı, şaşkınlığı hissedebilmek... İyi kalpli olmayı değil sadece, basbayağı yaratıcılığı da isteyen bir şey.
Çok yönlü düşünmeyi, aynı anda farklı bilgileri tartıp harmanlamayı da bilmek demek.
Sonuçta zekâya gelip dayanan bir şey.
“Yaşasın kötülük” diyenler... Bir kez daha düşünsünler aslında neyi itiraf ettiklerini...