‘Paralel yapı’yla mücadeleye eleştiriler
.
Milli Güvenlik Kurulu’nun “paralel örgüt” olarak tanımladığı ve devletin “kırmızı kitap”ına da tehdit unsuru olarak girdiği açıklanan Pensilvanya yapılanmasına karşı devletin tutumu tartışma konusu... Tartışma konusu derken cemaat mensuplarının itirazlarını veya bu dönemde cemaatin yanında yer almayı “asıl önemli tehdit” olarak gördükleri AK Parti iktidarıyla mücadele için şart gören sol-liberal çevrelerin tutumunu kastetmiyorum. Kastettiğim devlet içinde devlet olma çabası içindeki bir cemaatin emniyet, yargı, maliye, askeriye gibi kritik devlet birimlerinde kadrolaşarak kendi özel ajandası doğrultusunda yaptığı illegal işlere itiraz edenlerin tutumları. Bunlardan bazıları söz konusu haklı mücadelenin hızlı yürütüldüğünü, kurunun yanında yaşın da yanma ihtimalinin olduğunu düşünüyorlar. Bir diğer endişe bu mücadelenin bazı ilgisiz ellerde amacından sapabileceğine ilişkin... Mesela geçmişte rakiplerini “Ergenekoncu” diye suçlayan bazı muhterislerin bugünlerde ise “paralel” suçlamasını bu konularla ilgisi olmayan masum rakiplerini yıpratmak için kullanabildiğine dikkat çekiyorlar. Kısa süre öncesine kadar cemaatin ajandasını en gür sesle savunan bazı figürlerin bugünlerde aynı ses gürlüğü içinde bu defa cemaat karşıtlığının şampiyonluğunu kimselere bırakmıyor olmaları meselenin hassas noktası olarak gösteriliyor.
Bu konudaki diğer görüş ise tam aksine paralel yapıyla mücadelenin yeterince kararlılık içinde yürütülmediği yönünde. Bu kesimin sürece ilişkin eleştirileri de şöyle özetlenebilir: 17 Aralık’ın üstünden bir yıldan fazla süre geçti, 7 Şubat’ın üstünden ise yaklaşık üç yıl geçti. Başbakanlık ofisinde böcek bulundu. Devlet adamlarının, siyasetçilerin, gazeteci ve aydınların telefonlarının dinlendiği ortaya çıktı. Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk vb. davalarda sahte belgeler üretildiği, yalancı tanıklar kullanıldığı iddiaları ortaya çıkan yeni deliller ışığında kamuoyunda kabul gördü... Bütün bunlara rağmen paralel yapıyla mücadelede tatmin edici bir mesafe alınamadı. Sadece emniyetteki kadrolar dağıtıldı; ne maliyeye ne de askeriyeye sıra gelmedi bir türlü. Yargıdaki paralel yapılanma ise alınan bütün önlemlere, atılan bütün adımlara rağmen hâlâ yerli yerinde duruyor...
Yargıtay’ın Hanefi Avcı ve Nedim Şener kararları bunun kanıtı olarak gösteriliyor... Cemaatin emniyetteki örgütlenmesini deşifre eden bir kitap yazdıktan sonra solcu bir terör örgütünün üyesi olmakla suçlanarak hapse atılan sağcı emniyet müdürü Hanefi Avcı hakkında verilen ceza geçtiğimiz günlerde Yargıtay 9. Ceza Dairesince onanmıştı. Aynı şekilde bu sürecin sembol isimlerinden biri haline gelen gazeteci Nedim Şener de Hrant Dink cinayetinde bazı emniyet mensuplarının rolünü anlatan kitabı dolayısıyla demir parmaklıklar arkasında bulmuştu kendisini. Kitabında emniyet görevlilerini terör örgütlerine hedef gösterdiği iddia edilen Şener’i yargılayan mahkemenin beraat kararını da yine Yargıtay 9. Ceza Dairesi bozmuştu. Yargıtay’ın bozma kararının ardından yeniden görülen davada ise ceza ertelendi. Beraat yerine erteleme kararının anlamı “aynı suçu tekrar işlersen cezadan kurtulamazsın” demek. Nitekim Şener de “Mahkeme Hrant Dink konusunda çalışmamam konusunda tehdit mekanizması oluşturuyor” dedi. (Bu arada Yargıtay 9. Ceza Dairesindeki yargıçların hepsinin buraya 2010 referandumundan sonra atandığına dikkat çekiliyor.)
Görüldüğü gibi, her iki görüşün de haklı yanları var. Çünkü mesele içinde bulunulan şartlarla ilgili... Bu şartlar ideal bir çözüme izin vermiyor. Bir taraftan konunun çözümü için yapılacak işlerin meşruiyetini hem Türkiye’ye hem de dünyaya kabul ettirmeniz gerekiyor, diğer taraftan ise “bu işe dünya ne der” diye düşündüğünüz takdirde atamayacağınız adımlar var. Öyleyse her zaman ve her konuda olduğu gibi, iki keskin ucun arasında bir yerden konuya bakmak en iyisi...