Fenike Kralının kızı, duy sesimizi!
.
Toponomi ve onomastik çalışmalarından öğrendiğimize göre, Avrupa ve Asya adlarını üzerinde yaşadığımız toprakların eski sakinlerinden Fenikelilere borçluyuz. Ege kıyılarında yerleşmiş bulunan bu topluluk, bulundukları yerin doğusundaki yerlere Asya (Asu), batıda kalan yerlere ise Avrupa (Ereb) dermiş. Zaten, Grek mitolojisinde de Avrupa (Europa) Fenike kralı Agenor’un kızının adı olarak geçer. Fenikeliler Semitik bir kavim. Sami dillerde Asu kelimesi güneşin doğduğu taraf, Ereb güneşin battığı taraf anlamına geliyor. Yunanca’ya “Asia” ve “Evropa” biçiminde geçen bu isimler modern batı dillerine de bu şekilde girmiş. Yani, coğrafyacıların ayrı bir kıta değil, Avrasya kıtasının bir bölümü olarak kabul ettikleri Avrupa’nın adlandırılması da aslında göreli bir yaklaşımın ürünü.
Zaten bölgenin coğrafi sınırları belirsiz olduğu için Avrupa adlandırması coğrafi olmaktan ziyade kültürel bir anlam taşıyor ve kültürel aidiyeti ifade ediyor. Ama kültürel sınırların çizilmesi coğrafi sınırların çizilmesinden de zor. Kültürel sınırları Hıristiyan değerlerinin hakim olduğu saha ile belirlemek gerektiği görüşü geniş ölçüde kabul görüyor. Ama Ortodoks kilisesinin etki bölgesini bu sahanın içinde görmek isteyenlerin sayısı çok az. Avrupa’nın kültürel sınırlarının Doğu Roma-Batı Roma ayrışmasında belirlendiğini düşünenler Rusya’dan Yunanistan’a kadar uzanan ve eski Doğu Bloku ülkelerinin çoğunu kapsayan Ortodoks kuşağını Avrupa sınırlarının dışında görüyor. Bu görüştekiler modern Batı medeniyetinin beslendiği kaynaklar arasında Yunan kültürünün iddia edildiği kadar önemli bir yer tutmadığını da savunuyorlar.
Batı Roma’nın hakimiyet bölgesinde ise Latin-Cermen ayrışması var biliyorsunuz. Bu ayrışma Reformasyon çağında Katolik-Protestan ayrışmasına dönüştü. Reformasyon bile başlangıçta Roma sınırları dışındaki bölgelerde kabul görmüş olduğu için, kendilerini Roma’nın asıl temsilcisi sayan Latinler Germenleri “Avrupa-dışı” sayma eğilimindedirler.
Aslına bakarsanız Germenlerin Avrupalılaşması çok yeni bir olaydır. Doğu Roma da Germenleri yabancı unsur olarak görür. İkinci Haçlı seferleri sırasında İstanbul’a gelen toplulukları, dönemin Bizans tarihçisi Kinnamos şu sözlerle anlatıyor: “Keltoi ve Germanoi ve Galatoi ve eski Roma’nın çevresinde kim yaşıyorsa ve Brittioi ve Bretanoi ve kısaca bütün Batı dünyası harekete geçmişti. Bunlar Avrupa’dan Anadolu’ya geçip, yolda Türklerle savaşıp ve Filistin’deki kiliseyi tekrar ele geçirip Kutsal yerleri kurtaracakları iddiası gibi bahaneler ileri sürüyorlardı. Fakat gerçekte niyetleri Romalıların topraklarına saldırıp almak ve önlerine gelen her şeyi ezmekti.”
Bizanslının Haçlı ordusunu “Roma’yı yağma etmek için yola çıkan barbar sürüsü” diye nitelemesinde pek de yanlışlık yoktu. Çünkü Kudüs’ün Birinci Haçlı Seferinden beri Hıristiyanların elinde olduğundan habersiz bu güruh Kudüs’ü kurtarmak üzere yola çıkmıştı. Roma’nın varisi olan Bizans’ın bundan şüphelenmesi normaldi. Diğer yandan, büyük kısmı yeni yeni Hıristiyanlaşmakta olan bu topluluklar, geçmiş 500 yıl boyunca Roma topraklarına saldırıp yağma ederek edindikleri kötü şöhreti değiştirmek için henüz fırsat bulamamışlardı.
Ama aradan geçen bin yıl çok şeyi değiştirdi. Avrupa’nın bir ortak kimlik edinme sürecinde Ortodoks dünyası dışarıda kaldı. Kuzeyliler ise Avrupa kimliğinin asli unsuru haline geldi.
Bugün, Yunanlılar da dahil olmak üzere Slavları dışarıda bırakan bir Avrupa haritasına itiraz edilmeyebilir; ama Almanların, İngilizlerin, İskandinavların yer almadığı bir Avrupa tahayyül edilebilir mi?