Öcalan’ın mesajı duyulmadı mı?
.
Biliyorsunuz, Öcalan ilk olarak 2013 Nevruzunda Diyarbakır Meydanı’ndan okunan mektubuyla, Oslo komplosunun kesintiye uğrattığı ve ardından PKK’nın kanlı eylemleriyle nisyana terk edilen Müzakere sürecini yeniden başlatacak mesajlar vermişti. Özellikle silahlı unsurların sınır dışına çekilmesi çağrısı önemsenmişti. Dolayısıyla bu mesajlar Çözüm konusunda ümit uyandırmış, kamuoyunda günlerce tartışılmıştı.
Öcalan’ın bu seneki Nevruz mesajları iki yıl önceki mesajlarına göre aslında daha ileri bir aşamayı temsil ediyor ama o günkü kadar heyecan uyandırmadığı da ortada. Bunun birkaç farklı sebebi var, görebildiğim kadarıyla: İlki ana hedefin fazlasıyla şartlara boğulmuş olmasıydı kuşkusuz. Ama bu tek başına ortalıktaki heyecansızlığı açıklamaya yeterli değil. Diğer sebep Kürt Siyasi Hareketi içindeki dengelerin geçen iki yıl içinde bir hayli değişmiş olması. Bir başka sebep Türkiye’nin iç siyaset dengelerinde yaşanan değişimin getirdiği bazı belirsizlikler. Artık ilk defa doğrudan halkın oyuyla seçilmiş güçlü bir cumhurbaşkanının da dâhil bulunduğu bugünkü siyasi denklem geçmişteki parametrelere bakılarak analiz edilemeyecek türden yeni bir yapıya dayanıyor. Tam da bu noktada Çözüm Süreci’nin geleceği konusunda cumhurbaşkanlığından ayrı, başbakanlıktan ayrı sinyaller alan Siyasi Kürt Hareketi’nin bu yeni durumu kendi lehine kullanmak isteyeceği kuşkusuz. Nitekim Öcalan’ın açıklamasında, beklenenin aksine, silah bırakmak için bir tarih veya somut bir takvim telaffuz edilmemiş olması boşuna değil. Sürecin yetkili ismi Hakan Fidan’ın milletvekilliği adaylığı meselesinden başlamak üzere HDP heyetiyle Dolmabahçe Ofisinde yapılan görüşmeye varıncaya kadar Cumhurbaşkanıyla hükümet arasındaki anlaşmazlık konuları doğrudan Siyasi Kürt Hareketi’nin önündeki yola yansıyor çünkü. Dolayısıyla siyasi yapıdaki bu yeni durumun devlet cephesinde bir zaaf işareti olduğunu fark ederek tutum geliştiriyor masanın karşı tarafı.
Bu noktaya tekrar dönmek üzere, Kürt Siyasi Hareketi içindeki dengelerin değişimine ve bunun süreç üzerindeki etkilerine göz atalım şimdi de... PKK’nın kurucu lideri Öcalan’ın Kürt hareketi üzerindeki etkinliği tartışmasız bir gerçek. Özellikle hareketin tabanında Öcalan’a bağlılık diğer bütün örgütsel ilişkilerin ve her türlü hiyerarşinin önünde yer alıyor. Ne var ki Öcalan’ın 40 yıl önce “üç beş serseri”yi başına toplayarak kurduğu örgüt belirli bir süre sonra bir ucu Avrupa’ya, diğer ucu Ortadoğu ülkelerine uzanan muazzam büyüklükte bir organizmaya dönüştü. Tek bir kişinin tek başına yönetemeyeceği kadar büyük ve karmaşık bir yapı kazandı. Özellikle Öcalan’ın İmralı adasında zorunlu ikametine başlamasından sonra ise örgüt Avrupa kanadı, Kandil ve HDP olmak üzere üç ayrı otonom yapının koordinasyon mekanizmasına dönüştü adeta.
Öcalan içinde bulunduğu özel kişisel şartlar dolayısıyla devletle müzakereye başlayıp Çözüm Sürecine destek verirken diğer yapılar kendi varlık sebeplerini ortadan kaldıracak dönüşüme karşı direndiler. Halâ da direniyorlar. Ama hareketin tabanındaki Öcalan etkisi yüzünden bunu açıkça yapamıyorlar. Oslo Süreci’nden sonra Paris cinayetlerinden Kobane eylemlerine kadar birçok fırsatı denediler bu yolda, biliyorsunuz. Siyasi kanat, yani HDP bu süreçlerde Öcalan’a en yakın duran birim oldu. Ne de olsa silahlı mücadelenin terk edilip siyasi mücadeleye ağırlık verilmesi partiyi güçlendirecek bir durum. Ancak son zamanlarda parti yöneticilerinin tutumları da bu sürece destek vermekten ziyade kendi otonomilerini güçlendirmeye yönelik yeni ittifak arayışlarına odaklanmış görünüyor. Partinin yeni yayın organı Cumhuriyet gazetesi bu ittifak arayışlarının fotoğrafını yansıtıyor.
Hâsılı kelam, Öcalan’ın örgütüne silahlı mücadeleyi terk etme çağrısının bu kadar cılız bir yankı oluşturabilmesi, böylesi önemli bir gelişmenin şaşırtıcı derecede heyecansız bir sessizlikle karşılanması bir yanıyla örgüt içi siyasi kavgaların, diğer yanıyla devletin zirvesindeki bazı uyumsuzluk ve belirsizliklerin ürünü gibi görünüyor.