İslamofobi ile fanatizm arasında Müslümanlar
.
İslam adına sergilenen şiddete karşı çıkarken bu şiddet iklimini ortaya çıkaran sebeplerden en azından birinin de batıdaki islamofobik cereyanlar olduğunu görmemek olmaz. En son Paris’te Charlie Hebdo dergisi çalışanlarını hedef alan kanlı saldırıyı gerçekleştiren kişilerin Fransa’da doğup büyümüş insanlar olduğunu unutmamak lazım.
Kendi tabirleriyle, “Cumhuriyet okullarında eğitilen bu Fransız vatandaşlarının” nasıl olup da Fransız değerlerini hedef alabildiğini sorguluyor birçok Fransız aydını bugünlerde. Yani “evrensel ve değişmez hakikatle tanıştıktan sonra” bunun aksi yönünde bir tutum alınabilmesindeki tuhaflığı sorguluyorlar! Bu kibirli bakış yalnızca Fransızların değil Avrupa’nın çoğunluğunda var. Ama tabii Fransızlarda daha çok var.
Paris saldırısının hemen akabinde bu konuyu çok tartıştık. Hz Peygamber’e yönelik incitici karikatür yayınlarından her nedense üç yıl sonra gerçekleşmiş olsa da Caharlie Hebdo saldırısının bu yayınlara cevap olduğu kabul ediliyor. Dolayısıyla bunun basın özgürlüğünü hedef aldığı düşünülüyor. Oysa bu yaklaşım terörün ekmeğine yağ sürüyor. Terörün amacı, adı üstünde, toplumu dehşete düşürmek ve böylece karar alıcıların belirli bir istikamette davranmalarını sağlamaktır. Eğer olup bitenleri bir komplo teorisiyle açıklamak isteseydim, Paris saldırısını planlayan güçlerin Avrupa değerleriyle İslami değerlerin çatıştırılmasını hedeflediklerini söylerdim. Oluşan tablo bunu gösteriyor.
Oysa El Kaide 10 yıl önce İspanya’da trenlere bomba koyup yüzlerce insanı öldürdüğünde bu eylemin seyahat özgürlüğünü hedef aldığı düşünülmemişti. “Cihatçı Müslümanlar Avrupa değerlerine saldırıyor” yorumu yapılmamıştı. Bu sefer yapıldı. İslam düşmanlığı güçlendirildi. Terör amacına ulaştı...
Bu noktada öncelikle Fransızların kendilerine küçük bir iğne batırmalarında büyük fayda var. Bir defa, Holocaust’u savunmanın veya Ermeni soykırımı iddiasını inkâr etmenin suç sayıldığı, bu yüzden insanların hapse atıldığı bir ülkenin kendisini “sınırsız basın ve ifade özgürlüğü” nün şampiyonu olarak görmesi ikiyüzlülük değilse hastalık.
İkincisi, bırakın koskoca İslam dünyasını, ülkelerinde yaşayan 4 milyondan fazla Müslümanın değerlerini aşağılamayı kendilerinde hak görmeleri hiç sağlıklı bir tutum değil. Hiç değilse komşuları -ve ezeli rakipleri- İngilizlerin kendi Müslüman vatandaşlarına nasıl yaklaştığından ders çıkarsınlar. Ama tabii İngilizler örneği de ancak Fransızlar söz konusu olduğunda “Abdurrahman Çelebi” anlamı kazanıyor. Yoksa Avrupa’nın kendisinden farklı olanla, bugünün moda tabiriyle “öteki” yle ilişkisi baştan aşağı problemli... Modern çağın ortaya çıkardığı bir problem değil, yüzlerce yıldır kültürel genlerinde taşıdıkları bir hastalık bu.
Avrupa’da Arap kimliği Müslüman kimliğinin eşdeğeri gibi algılanır. Oysa bugün bile toplam Arap nüfusunun yüzde beşini Hıristiyanlar oluşturuyor. 19 ve 20. yüzyıllarda yaşanan büyük göçlerden sonra kalan rakam bu üstelik. Keza İspanya’da Müslümanların hâkimiyeti altında yaklaşık sekiz yüz sene boyunca Hıristiyanlar ve Yahudiler Müslümanlarla bir arada yaşadılar. Ne var ki ülke İspanyol idaresine geçtikten sonra tek bir Müslüman, tek bir Yahudi kalmadı. Avrupa’nın geri kalanında Yahudiler hep oldu, ama gettolarda yaşamak ve ortalıkta hiç görünmemek şartıyla. Bir de tabii sık sık katliamlara veya pogromlara uğramayı göze alarak...
Demek ki Avrupa kültürünün “öteki” ne bakışındaki tarihsel ve yapısal problem üretiyor bugünkü islamofobiyi. Bundan dolayı sözüm ona İslam adına sergilenen terör eylemlerine karşı gösterilen tepki de ister istemez islamofobik karakterde oluyor. Neticede bu ikisi birbirlerini besliyorlar. Olan arada kalanlara oluyor.