Harvard’da demokrasi yok
.
Önceki gün üniversite rektör seçimleri hakkında yazdığım yazıya (“Rektör Seçimleri ve Ucuz Muhalefet”) gelen tepkiler bazılarımızın (veya birçoğumuzun) siyaset dışında tutulması gereken konulara günlük siyaset kavgalarından bağımsız bakamadıklarını gösteriyor. Bunlar her meseleye aynı gözle baktıkları için de okuduklarını pek anlamıyorlar.
Cumhurbaşkanlarının rektör atamalarında üniversitede gerçekleşen oylama sonuçlarına itibar etmek zorunda olmadığını (çünkü burada yapılan bir seçim değil, eğilim belirleme anketi) söylediğinizde Ahmet Sezer’in veya Tayyip Erdoğan’ın tercihlerinden söz ettiğinizi sanıyorlar.
Bu tür muhataplarla bir sistem tartışması yapmak kolay değil. Ama mesele bir sistem meselesi…
Özetle dediğim şu: Bir üniversiteyi yönetecek kişinin o üniversitenin mensupları tarafından kendi aralarından seçilmesi doğru yöntem gibi görünmüyor bana. Bu yöntemle “en doğru yönetici”yi bulmak mümkün değil çünkü.
Benim “eğilim belirleme anketi” dediğim oylamalarda gördüklerimiz bunun kanıtı: Buradaki oy verme tercihlerinde en başta siyasi kriterler rol oynuyor ki bunu zikretmeye bile gerek yok, herkes görüyor. Sağcı sağcıya, solcu solcuya oy veriyor. Sonra hemşehrilik, etnik kimlik gibi özellikler devreye giriyor. (Bazı Anadolu üniversitelerinde hocaların “şehrin yerlisi” ve “misafir” şeklinde ayrıştığını duyuyoruz!) Bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de mesleki dayanışma meselesi var. (Tıpçılar tıpçılara, hukukçular hukukçulara ilâh... oy veriyor.)
Dolayısıyla üniversitenin nasıl yönetileceğine odaklı bir yaklaşımla yapılmıyor seçimler. Böyle yapılması mümkün de değil zaten. Oy verme işleminin doğasından dolayı...
İşte ben de diyorum ki üniversite rektörlerinin seçimle göreve gelmesi yanlış.
Bir fabrika sahibi olduğunuzu düşünün, fabrikanızın müdürünü nasıl belirlemeyi tercih ederdiniz? Fabrika çalışanlarının aralarından birini demokratik usulle seçmelerini mi isterdiniz, yoksa gerek fabrikanın içinden gerekse dışından bilgisine, vizyonuna, tecrübesine ve yeteneklerine bakarak bir yönetici mi arayıp bulurdunuz bu görev için?
Harvard’ından Oxford’una kadar, dünyadaki en iyi üniversitelerin rektörleri bu ikinci usulle belirleniyor. Oralarda yeterince gelişmiş ve yerleşmiş bir demokrasi anlayışı mevcut olmadığı (!) için pek seçime önem vermiyorlar. Seçim yapsalar da herkese oy kullandırmıyorlar. Herkese oy kullandırılan üniversitelerde ise seçilen rektöre geniş yetkiler vermiyorlar. İngiltere’de bazı üniversitelerde rektörü öğrenciler seçiyor mesela. Ama bu üniversitelerin rektörleri neredeyse sembolik yetkilerle görev yapıyorlar. Asıl yetki yönetim kurullarında veya mütevelli heyetlerinde oluyor.
Elbette her ülkenin üniversite modeli kendi tarihi tecrübesi ve alışkanlıkları çerçevesinde şekilleniyor. Ama rektör seçimi konusunu demokrasi kriteri olarak tartışan başka bir toplum yok benim bildiğim kadarıyla.
Peki, bütün bu tartışmaları geride bırakıp asıl meseleyi ele almak, yani üniversitelerimizin akademik bağımsızlık içinde bilim üretilen kurumlar olarak gelişmesini sağlamak için ne yapmalı?
Bunun için herhalde askeri yönetim döneminin şartlarında hazırlanmış yükseköğretim yasasının ve YÖK’ün yeniden düzenlenmesi gerekiyor. Ama bunu klasik solcu şablonlara göre yapmaya kalkışırsanız üniversiteler ya Armutlu ya da Çarşamba olur. O zaman İhsan Doğramacı’yı da mumla ararsınız.