Dört eski bakan Yüce Divan’a mı?
.
Kişisel fikrim belli: Suçlamalara muhatap olan dört eski bakanın Yüce Divan’da aklanma fırsatından yararlanmaları gerektiğini aylar önce söylemiştim. Böylece hem kendi kişisel itibarlarını, hem de mensup oldukları siyasi hareketin saygınlığını korumuş olacaklardı. Aksi takdirde iddiaların üzerinin örtülmek istendiği düşünülebilecekti. Ayrıca ortada bir suç veya etik olmayan bir davranış varsa da cezasız kalmaması gerekirdi.
Tam da bu noktada söyle bir itiraz geliyor: “Peki madem bir suç varsa yargılanmalı diyorsun, o halde neden bu iddiaların o dönemde yerel mahkemede soruşturulup suçluların cezasını bulması istenmedi?” Bu sorunun cevabı basit... Yargılama YouTube’da yapılmıştı bir defa. Mahkeme salonlarında değil. İkincisi illegal bir yapı 17-25 Aralık sürecinin baş aktörü durumundaydı. Bundan dolayı adil bir yargı süreci söz konusu değildi. Daha da önemlisi, yasal olmayan yollardan temin edildiği için hukuki olarak kanıt değeri taşımayan bilgi ve belgelere dayalı bir yargılama yapılamazdı.
Diğer yandan, kamuoyu da 17 Aralık girişimini bir yolsuzluk soruşturması olarak kabul etmedi. Cemaatin elinde biriktirdiği bazı dosyaları siyasi iktidarla yürüttüğü kavga çerçevesinde masaya sürmüş olduğu düşünüldü. Dolayısıyla rutin bir yargı süreci algılaması oluşmadı toplumda. Nitekim bu süreçte gerçekleşen iki büyük seçim üzerinde -planlandığı gibi- etkisi olmadı söz konusu yolsuzluk iddialarının.
Şimdi... Diyoruz ki kamuoyu 17-25 Aralık girişimini cemaatin hükümete karşı geliştirdiği bir siyasi hamle olarak algıladı... Peki, ortaya atılan yolsuzluk iddialarını tümüyle asılsız iftiralar olarak mı görüldü? Hayır. 30 Mart yerel seçimlerinden önce şunu söylemiştik: “Öyle görünüyor ki iktidar partisine karşı belirli rezervleri olan kişiler bile AK Parti’nin maruz kaldığı saldırı karşısında rezervlerini askıya alma eğilimindeler. Çünkü hükümetin karşısındaki yapıdan duyulan korku ve endişe iktidara duyulan kızgınlıktan veya hükümet üyelerine atfedilen cürümlerden çok daha ağır...”
Zaten AK Parti sözcüleri de seçime giderken yaptıkları açıklamalarda öncelikli tehdit olan paralel yapıyla mücadele için halktan destek istemişler; yolsuzluk iddialarında gerçeklik payı varsa bunun da üzerinin örtülmeyeceğini, gereğinin yapılacağını vaat etmişlerdi. Yani, bugünlerde cemaat propaganda aygıtının yaymaya çalıştığı şekilde hiç kimseye sütten çıkmış ak kaşık muamelesi yapılmamıştı. Öyle olsaydı seçimlerden hemen sonra mecliste soruşturma komisyonu kurulması yönünde bir karar alınamazdı. Şimdilerde “AK Parti grubu Komisyondan çıkacak karar doğrultusunda oy kullanır” açıklamaları da bunu gösteriyor.
Dolayısıyla adı geçen dört bakanın Yüce Divan’da aklanma fırsatını kullanmalarında AK Parti açısından bir problem yok. Tek endişe Yüce Divan kararı verilmesi durumunda bunun cemaatin iddialarının doğrulandığı şeklinde propaganda malzemesi yapılacak olması... Ama zaten hangi yönde karar alınırsa alınsın bu propagandayı engellemenin yolu yok.
Peki, Yüce Divan olarak görev yapacak Anayasa Mahkemesi’nin vereceği kararın adil olacağından emin olunabilir mi? Olunamayabilir. Ancak önemli olan kamuoyu vicdanının hangi yönde karar vereceği. Yüce Divan’dan kamuoyu vicdanının kabul etmeyeceği yönde bir karar çıkması durumunda AK Parti’nin bundan zarar görmeyeceği, hatta yeni bir mağduriyete maruz kalacağı için siyaseten kazançlı çıkacağı bile söylenebilir.
Diğer yandan, parti tabanında ve meclis grubunda adı geçen dört kişinin dördünün birden aklanması gerektiği veya suçlamaların bütünüyle doğru olduğuna ilişkin bir kanaat yok. Demek ki Meclis’ten müspet bir karar çıkması durumunda Yüce Divan’a gideceklerin sayısı iki veya üç de olabilecek.