“Daha görünür cumhurbaşkanı” modeli
.
Başkanlık sistemi konusuna devam... En son nerede kalmıştık? Türkiye’de başkanlık rejimine geçişin imkânlarını ve zorluklarını tartışıyorduk. Ancak konunun çok boyutluluğu yüzünden analizimizi iki yazıya sığdıramamıştık. Derken araya Suudi kraliyet ailesiyle ilgili iki yazı girdi. Bu yüzden unutanlar ve yeni başlayanlar için kısa bir özetle başlayalımÖ İlk gün cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bakanlar kuruluna başkanlık etmesi üzerine üretilen spekülasyonlardan yola çıkıp “fiilî bir başkanlık modeli mi inşa ediliyor?” sorusuna cevaben başkanlık sistemine geçişin yapısal olduğu kadar politik zorluklarının da bir hayli fazla olduğunu anlatmış, ama günümüzde oluşan fiili durumun gözardı edilmesinin mümkün olmadığını söylemiştik.
İkinci gün ise Demirel’den Özal’a ve Erdoğan’a kadar sağ siyasetçilerin başkanlık sistemini halktan aldıkları yetkiyi atanmışlarla paylaşmaktan kaçınmak amacıyla arzu ettiklerini anlatmıştık. Şimdilerde adına vesayet rejimi denilen o siyasi düzen içinde bu bir çıkış yolu olarak görülüyordu. (Keza 2007’de referandumla kabul edilen ve cumhurbaşkanın doğrudan halkın oylarıyla seçilmesini getiren anayasa reformu da aynı ihtiyacın ürünüydü.)
Ancak tam da bu noktada şu soru karşımıza çıkmıştı: Türkiye’deki bürokratik vesayet düzeni artık büyük ölçüde ortadan kalkmış olduğuna göre, Erdoğan’ın başkanlık sistemiyle ilgili talebi hâlâ geçerli ve haklı bir talep mi? Bu soruya herkes kendi anlayışına veya kendi siyasi pozisyonuna göre bir cevap verecek artık. Ama fiili durumu görmezden gelemeyiz. Bugün devletin başında doğrudan halkın oyuyla seçilmiş bir cumhurbaşkanı var. Siyasetin içinden gelen, üstelik iktidardaki siyasi partinin kurucusu ve 12 yıllık icraatının mimarı olan bir siyasetçi. Ayrıca Erdoğan’ın kişisel üslubu da alışılandan daha aktif, icra konularıyla daha fazla ilgili bir cumhurbaşkanı profili yansıtıyor. Demek istediğim, eskisinden farklı bir cumhurbaşkanlığı döneminin başladığını kabul etmek lazım.
Peki, en baştaki soruya dönelim, bugünkü fiili durum başkanlık sisteminin ilk adımını mı oluşturuyor? Bence hayır. Zira bugün Erdoğan’ın kullandığı yetkiler mevcut anayasanın cumhurbaşkanlarına tanımış olduğu yetkiler zaten. Bundan önceki cumhurbaşkanları da icra konularıyla az çok meşgul oldular. Bugünkü tartışma sırasında unutulan veya görmezden gelinen husus bu. Zaten cumhurbaşkanının anayasal yetkileri ve görevleri bu meşguliyeti gerekli kılıyor.
Ayda bir defa Milli Güvenlik Kurulu toplantılarına başkanlık eden, haftada bir başbakanla görüşen, yine haftada bir genelkurmay başkanını ve MİT müsteşarını kabul edip dinleyenÖ Büyükelçileri, valileri, emniyet müdürlerini hükümetle müzakere ederek belirleyenÖ Birçok anayasal kurumun ve kurulun üyelerini ve yöneticilerini atayanÖ Hepsinden önce Bakanlar Kurulu’nu tayin eden; hükümeti kurma görevi verdiği siyasetçiyle birlikte kabine listesinin son halini veren... Mecliste yasaların hazırlanması aşamasından itibaren fikrini bildiren, uygun görmediğini onaylamayıp geri gönderebilenÖ vs. vsÖ Bir cumhurbaşkanı modeli var Türkiye’de.
Bu modelin siyaset dışı veya icraatla ilgisiz bir devlet başkanı modeli olduğu söylenebilir mi? Tabii ki söylenemez. Doğrusu bugün Tayyip Erdoğan’ın da bütün bunlardan daha fazlasını yaptığını ileri sürmek mümkün değil. Demek istediğim, Türkiye’de zaten hem de jure (yasal) hem de facto (fiilî) olarak bir tür yarı başkanlık rejimi var sayılır.
İlk günkü yazıda da söylemiştik, Erdoğan’ın başkanlık sistemini arzu ettiği sır değil. Ama bu mümkün olmazsa bile eskisinden biraz farklı bir cumhurbaşkanlığı performansı göstereceğini tahmin etmek de zor değil. Peki, nasıl bir farklılık bekleyebiliriz? Büyük ihtimalle Erdoğan’ın kişisel üslubunun ve kendine özgü siyaset tarzının da etkisiyle “daha görünür cumhurbaşkanı” modeliyle karşılaşabiliriz. Yani seleflerinin fazla görünür olmadan yaptıklarını biraz daha göz önünde ve yüksek sesle yapan bir cumhurbaşkanı olacaktır Erdoğan. Ancak Mayıs ayında gerçekleştirilecek genel seçimin ortaya çıkaracağı tablo bu noktada belirleyici olacak.