Başkanlık rejimine mi geçiyoruz?
.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önceki gün yapılan kabine toplantısına başkanlık etmesi yeniden bu konuyu tartışma gündemine getirdi. Parlamenter rejimin yerine başkanlık modelini geçirmenin provasının yapıldığı ileri sürüldü.
Erdoğan’ın gönlünde “başkanlık sistemi” nin yattığını sağır sultan bile biliyor. Kendisi de bunu bir sır gibi saklamıyor zaten; yeri geldikçe söylüyor. Ancak başkanlık sistemine geçişin yolu belli: öncelikle anayasanın değiştirilmesi ve idari yapının baştan aşağı yeniden bu modele göre inşa edilmesi gerekiyor. Anayasayı değiştirmenin kuralları da belli: Meclis’te 367 milletvekilinin buna evet demesi lazım. 367 evet oyu çıkmazsa 330’a bakılıyor. Eğer anayasa değişikliğine kabul oyu veren milletvekillerinin sayısı 330’u bulmuşsa referandum imkânı doğuyor; konu doğrudan halka soruluyor.
Bugün itibarıyla AK Parti’nin mecliste 312 sandalyesi var. Dolayısıyla 367’yi bulması epeyce zor. 330 sayısını ise ancak belli ittifaklar yoluyla bulabilir. Konu Başkanlık sistemi olduğunda CHP ve MHP’nin buna destek vermeyecekleri ortada. Onun için öteden beri AK Parti’nin bu konuda HDP ile ittifak yapacağı söylenip durur. Oysa böyle bir konuda HDP ile pazarlık masasına oturulduğunda karşı tarafın neler isteyebileceği bilindiği için iktidar partisinin yöneticilerinin böyle bir seçeneği akıllarından bile geçirmediklerine emin olabilirsiniz. Diğer taraftan HDP ile birlikte yapılacak bir anayasa değişikliğini partinin meclis grubuna zar zor kabul ettirebildiklerini düşünseniz bile AK parti tabanının sandığa gidip bu işe destek vereceğini beklemek çok gerçekçi olmaz. Halkın sandıkta bir defa hayır dediği bir modeli bir daha gündeme getirmek de siyaseten mümkün olmaz.
Demek ki AK Parti’nin Başkanlık sistemine yönelik bir anayasa değişikliğini gerçekleştirebilmesi için ya mecliste en az 367 oyu bir araya getirecek bir ittifak oluşturabilmesi ya da hiç değilse referanduma götürebileceği 330 sayısını tek başına bulması lazım. Bunun bugün gerçekleşmesi mümkün görünmüyor.
Peki, Haziran 2015 seçiminin ardından oluşacak yeni meclis tablosunda bu mümkün hale gelebilir mi? Bugünkü seçim sistemine göre ve mevcut şartlar altında bir partinin 367 milletvekilliği kazanabilmesi için yüzde 60’a yakın oy alması gerekiyor. (Barajı aşacak partilerin sayısı gibi faktörler bu rakamı belli ölçüde değiştirebilir tabii. Veya seçimde “daraltılmış bölge” sistemi uygulanırsa dramatik değişikliklerin gerçekleşmesi mümkün. Ama artık beş ay sonra yapılacak seçim için bu mümkün değil.)
30 Mart yerel seçimlerinde AK Parti’ye çıkan oy 20 milyon 500 bin. Erdoğan’ın yüzde 52 oranında oy aldığı cumhurbaşkanlığı seçiminde de yine yaklaşık 20 milyon 500 bin seçmen AK Parti adayına oy verdi. (Çankaya seçiminde oy oranı epeyce yükseldi ama katılım düşük olduğu için sayı artmadı.) AK Parti yüzde 49,9 oranını yakaladığı 2011 milletvekili seçiminde ise 21 milyon 400 bin seçmenin oyunu almıştı.
Demek ki iktidar partisinin tek başına bir anayasa değişikliği yapabilecek güce ulaşması için önümüzdeki seçimde mevcut oylarının üstüne yaklaşık 5-6 milyon yeni oy eklemesi lazım. Bu imkânsız değil tabii ama böyle bir başarı yakalandıktan sonra hem tabanın hem de parti teşkilatının ve milletvekillerinin bir rejim değişikliği riskine atılmayı arzu edip etmeyecekleri meçhul.
Diyeceksiniz ki sen hep işin zorluklarını gösteriyorsun. Oysa ortada bir de fiili durum var. Cumhuriyet tarihinde ilk defa doğrudan halkın oylarıyla seçilmiş bir cumhurbaşkanı var. Diğer yandan Erdoğan daha aktif bir cumhurbaşkanı olacağını vadederek bu göreve geldi. Bu durumda mevcut parlamenter rejimin bu eski haliyle sürdürülebilmesi mümkün mü?
Bu yerinde bir itiraz... Ama yerimiz kalmadı. İşin bu boyutunu bilahare konuşalım...