Şampiy10
Magazin
Gündem

‘Çevreyle ilgili kredi politikasında dikkatli olacağız, Ilısu son örnek’

Bir süredir farklı şirketlerin kurumsal sosyal sorumluluk anlayışının merkezine ‘sürdürülebilirlik’ konusunu koyduklarını biliyoruz. Yeni dünya düzeni aslında bunu olmazsa olmaz olarak önümüze koyuyor. Çünkü büyük, kapsamlı ve güçlü bir şirket olmanın artık vazgeçilmez noktalarından biri de bu.

Önceki gün bir grup gazeteci arkadaşımla birlikte Sabancı Center’daydık. Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer’in davetinin nedeni Akbank’ın ‘Sürdürülebilirlik Raporu’ydu. Suzan Sabancı Dinçer, Türkiye’de ilk kez bir bankanın ‘Sürdürülebilirlik Raporu’ hazırladığının altını çizerek sohbete başladı.

Akbank Genel Müdür Yardımcısı Hayri Çulhacı ve Akbank Bireysel Bankacılık Genel Müdür vekili Hakan Binbaşıgil’le birlikte hazırlıkları neredeyse 2 yılı bulan ‘Sürdürülebilirlik Raporu’nun ana hatlarını bizle paylaştılar.

Raporu da elimize bir kitap halinde değil, bir CD’de verdiler. Kağıt tasarrufunu hiç küçümsemeyin.

Rapor 2009 yılına odaklanmış gibi görünse de hem Akbank’la ilgili güncel tüm bilgileri hem kriz döneminde Akbank’ın yaptıklarını, ürünlerini, sosyal sorumluluk projelerini, çevre, eğitim konusundaki yaptıklarını, ezcümle Akbank’ın genel bir fotoğrafını ortaya koyuyor.

‘Bu fotograf içinde her şey güllük gülistanlık mı?’ diye merak etmemek mümkün değil. Kredilerden tutun da bankanın çevre notuna kadar her şey var. Ve Hayri Çulhacı’nın sohbetimiz sırasında bizle paylaştığı gibi, örneğin çevre konusunda bankanın yapacağı çok şey var, onlar şimdilik durumu tespit etmişler, Akbank’ın ne kadar sera gazı ürettiğini ortaya koymuşlar, bundan sonra yapacakları var. Örneğin banka şubelerinde led teknolojisinden yararlanmak gibi.

Suzan Sabancı Dinçer, raporu anlatırken “Son 10 yıldır dünya değişti, Türkiye değişti... ENRON olayını yaşadık, sonra global krizi yaşadık. Dünyanın hatırı sayılır şirketleri krizde sarsıldı. Kurumlar büyük, kuvvetli ama doğru yönetiliyorlar mı? Ülke ekonomisi için doğru iş yapıyorlar mı? Sürdürülebilirler mi? Biz Akbank olarak kendimizle ilgili her şeyi raporladık. Kurulduğumuz günden beri bizim için sürdürülebilirlik önemli. Sosyal, çevresel ve ekonomik performansımızı herkesle paylaşmak istedik. Akbank’ın reytingi yüksek. Dünya konjoktüründe de güven duyulan bir banka. Kuvvetli yanlarımızı da göstermek istedik” diyor.

Çocuk çalıştırana kredi yok

Bu çalışma yapılırken müşterilerin yeni talepleri de gündeme gelmiş. Çevre konusundaki hassasiyetlerin arttığı ortaya çıkmış. Bankacılık ürünlerinde çevre odaklı ürün beklentisi var.

Suzan Sabancı Dinçer, sosyal sorumluluk anlayışının da günümüzde değiştiğinin altını çizdi. Malum eskiden bankalar ve büyük şirketler sponsor olurlardı. Bir festivale sponsorluk yeterli görülürdü. Ancak bu raporda da ortaya çıktığı gibi beklenti daha çok gönüllülük projelerinde. Suzan Hanım da, “Çevre ve eğitim konusunda bundan sonra biz de daha çok gönüllülük projeleri yapacağız” diyor.

Söz sürdürülebilirlikten açılınca konunun kapsamı çok geniş. Bunu sohbet ederken de yaşıyoruz. Örneğin Akbank’ın verdiği kredilerden söz açıldığında, Hayri Çulhacı bu konunun sosyal yönüne de dikkat çekiyor. Ödeyemeyecek birine kredi vermenin sosyal yara açtığını söylüyor. Akbank’ın KOBİ kredilerinden konuşurken, kredi verirken aranan koşullar arasında ‘çocuk çalıştırmama’nın olup olmadığını merak ediyoruz. Akbank daha önce bu konuda mahkemelik olmuş KOBİ’lere kredi vermiyor. Hayri Çulhacı, “Kredi vereceğimiz işletmelerin çocuk çalıştığıp çalıştırmadıklarını araştırmamız da mümkün değil, ancak daha önceden böyle bir şikayet varsa, bunu öğrenebilir ve kredi desteği vermeyiz” diyor.

En büyük ayak izi ana bilgisayarda

Raporda Akbank’ın metrekare başına kaç kilogram karbon gazı ürettiği de ortaya konmuş. Bu oran dünya standartlarına göre yüksek. Hayri Çulhacı, bu konunun artık gündemlerinde olduğunu anlatıyor. Biliyorsunuz, şirketlerin bıraktıkları ekolojik ayak izine de bakılıyor artık. Akbank bu raporda bunu da yapmış. En çok Akbank’ın 6 milyona yakın müşterisinin bilgilerinin yüklendiği ana bilgisayar ayak izi bırakıyor. Bu bilgisayarın soğutma sistemleri ayak iziznin önemli bir bölümünü oluşturuyor.

Konu böylesine çevre odaklı olunca gündemdeki konu Ilısu Barajı’na Akbank’ın kredi desteğini de soruyoruz.

KAMUOYUNDA DUYARLILIK VAR

Malum Ilısu Barajı’na Garanti Bankası ve Akbank’ın kredi desteği söz konusu. Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi bir süredir kampanya sürdürüyor. Defalarca ertelenen projenin Akbank ve Garanti Bankası desteğiyle hayata geçmemesi için kamuoyu uyarılıyor, bankaların müşterilerine bu bankaların kredi kartlarını kullanmamaları, bu bankalardan mevduatlarını çekme çağrıları yapılıyor. Hasankeyf’i yok sayan bu projenin toplumdan aldığı destek de ortada. Çevre konusunda, sürdülebilirlik konusunda adım attığını açıklayan Suzan Sabancı Dinçer, Ilısu Barajı konusunda da sorularımızı yanıtladı.

“Bu konuda kamuoyunda duyarlılık var. Bizim için de çevre çok önemli, çevreye yönelik her türlü etkileşimi dikkate alıyoruz. Çevreyle ilgili kredi politikalarında dikkatli olacağız. Büyük kredilerde çevreyle ilgili uyum bilgisi olmalı. Ilısu bu anlamda son örnek olacak. Bankalar bu gibi projelere girerken finansal bakarlar. Ekonomik olarak çıkacak sonuca odaklanırlar. Geri dönüşü kaç yılda olur gibi.. Ama dediğim gibi artık bugünden sonra sadece ekonomik değil çevreyle ilgili de özellikle dikkat edilecek. Ilısu projesi devam eden bir projeydi. Bize gelen bilgilerde Hazine Müsteşarlığı’nın çevre sorunları halledilecek notu vardı.”

‘Aman ha önce mevduatlar yerinde duruyor mu iyi bakın’

Sohbetİmİz sırasında Hayri Çulhacı da bizimle bir anısını paylaştı. Geçtiğimiz yıl merhum Sakıp Sabancı’nın anma töreninde Adana’dan gelen yaşlı bir beyle aynı masada oturmuş Hayri Çulhacı.

Bu bey, bankanın eski günlerini Hayri Bey’e anlatırken, “Hacı Ömer Ağa her zaman müfettişlerine aman ha öncelikle mevduatlara bakın, onlar bizim değil, yerinde duruyorlar mı, iyi bakın” dermiş. 1960’lı yıllardaki düşünce tarzının bu olduğuna dikkat çeken Hayri Çulhacı, “Banka kültürü bu temel üzerine oturmuş. Bankanın itibarı hep çok önemli olmuş. Hep paydaşlarıma zarar gelirse bana da zarar gelir düşüncesi hakim olmuş” diyor.

Suzan Sabancı Dinçer de bankanın kuruluşundan beri Teftiş Heyeti Reisliği’nin olduğunu hatırlatarak, “Bir çok bankada 2001 yılından sonra denetim sistemleri devreye girdi, oysa Akbank’ta kuruluştan beri vardı” diye ekliyor.

Rapordan...

* Akbank’ın konsolide kârı 2009 yılında yüzde 53 artarak 2.7 milyar liraya ulaştı.

* Akbank’ın 877 şubesi, 15 bine yakın çalışanı var.

* Akbank’ın verdiği kredilerin yüzde 33’ü bireysel, yüzde 40’ı kurumsal, yüzde 27’si ise KOBİ kredileri.

* Akbank’ın 4.5 milyon kredi kartı kullanıcısı var.

* Kredi kartı harcama cirosu 27.886 milyon TL.

* POS makinesi harcama cirosu 28.984 milyon TL.

Yazının devamı...

İran’ın ilk kargo şirketini Aras Holding kuracak

KARGO sektörünün önde gelen isimlerinden babası Celal Aras’ın ölümünden sonra Aras Holding’in başına geçen Evrim Aras, yeni yatırım planları yapıyor. Bu çerçevede yurtdışında araştırmalar yapan Aras, İran’da kargo hizmeti vermeye hazırlanıyor. İran’ı Türkiye’ye benzediği için seçtiklerini söyleyen Aras, “İran’ın coğrafyası bizimki gibi büyük, 8 ticaret ili var ama kargo şirketi yok. Biz orada ilk olacağız. Irak ve Ukrayna’da da ihtiyaç var, oraları da inceliyoruz” dedi



Evrim Aras çok genç bir yönetici. Babası Celal Aras’ın kurduğu Aras Holding’in başına 29 yaşında geçti, şimdi 31 yaşında. Bilen bilir, rahmetli Celal Aras’ın öğretmenlikten girişimciliğe ve patronluğa uzanan müthiş bir başarı öyküsü vardır. Babasıyla 9 yıl birlikte çalıştıktan sonra yöneticilik koltuğuna oturan Evrim Aras, şimdilerde 7 şirketi çatısı altında toplayan Aras Holding’te atakta. Evrim Aras’ın verdiği bilgiye göre, şirkette genç kadın yönetici ve bayilik alan kadın sayısı artmış. Aras, “Doğrusu bu şirkette fiziksel güç isteyen işlerde erkek ağırlıklı ama beyin isteyen işlerde de kadınlar var. Ayrıca 2 kadın kuryemiz de var” diyor.

* Ne okudunuz?

Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim Sistemleri mezunuyum. 2001 yılından beri de Aras Holding’te çalışıyorum.

* Babanızın kurduğu işten başka bir iş hiç düşünmediniz mi?

24 saatinizi bir liderle geçiriyorsunuz, bu çok öğretici ve motive edici. Babamın büyük emek harcayarak kurduğu işinde sorumluluk almak benim için de gurur verici oldu ama hazır bir tepside de sunulmadı bunlar bana...

Fatura keserek başladım

* Hangi aşamadan başladınız çalışmaya?


Aras bayilerinde kargo kabul eden kızlar vardır, fatura keserler. Ben de işe o aşamadan başladım. Her sahasında çalıştım, işi takip ettim, öğrendim. Aras Kurye diye bir şirketimiz vardı, oraya geçtim. 2003 yılında Kurumsal İletişim Bölümü’nü kurduk, orada çalıştım. Markalaşma süreci de o zaman başladı, kurum kimliği yenilendi. Daha sonra satış ve pazarlamadan sorumlu genel müdür yardımcısı oldum, sonra müdür oldum. Bu süreç hızlı geçmek zorunda kaldı.

* Babanız rahatsızlandı...

Evet, zor bir dönemdi... Erkek kardeşim var, turizm ve catering şirketiyle ilgileniyor.

* Siz bu işin içine doğmuş birisiniz...

Kesinlikle... İnanın hayatımız bunun içinde geçti. Tatillerde bile şubeleri gezerdik. Aras bizim diğer kardeşimiz gibi. 1980’lerden sonra babam atılım yaptı, bu fırsatı gördü. Doğu’dan başlayarak Batı’ya gelmiş babam. Doğu’da talep yaratıp ilerlemiş. Batı’nın ürettiğini Doğu tükettiği için bu önemli. Kargonun ne olduğunun bilinmediği bir dönemde bunu yapmış... İlk başlarda müşteriler güvenmedikleri için tuğla gönderirlermiş, güven olmadığı için denemeler yapmış hep müşteriler. Aras ilk şirketlerden biri bu alanda.

* Çatınız altında farklı şirketler var...

Şu anda toplam 7 şirketimiz var. 4’ü taşımacılık, kargo ve lojistik üzerine. Aras Kargo, Aras Kurye, Aras Lojistik, Fillo... Diğerleri turizm ve catering şirketleri.

* 2009 yılı nasıl geçti?

Biz büyüdük. 500 milyon dolar ciro yaptık 2009’da.

* Kaç çalışanınız var?

10 bin çalışanımız, 3 bin aracımız var. Türkiye’nin her yerindeyiz. 27 transfer merkezimiz yani depomuz var. Aras’ta 33 bin, Fillo’da 11 bin kayıtlı müşteri var. Bunlar sürekli gönderim yapanlar, günlük gelip gidenler yok bu sayının içinde.

* Kriz döneminde nasıl büyüdünüz?

Krizleri iyi yönetiyoruz. Biz çok dinamik bir sektörüz, hep hızlı olmamız gerekiyor. 2001 yılında babam her bir noktaya kendisi müdahale ederek yönetti, iyi bir liderlikle krizi atlatmıştı. Biz 2008 yılında lider kaybı yaşadık, hem iç krizimiz vardı hem de global kriz geldi. Dünyadaki krize yakalandığımızda aslında şanslıydık, çünkü aksiyon kararlarımızı lider kaybından dolayı almıştık. Bizim işimiz insan odaklı. Teknolojiyi kullanıyoruz ama şunu söyleyebilirim, her sorunu iletişimle insanlara dokunarak çözdük.

* Sizin bu anlamda babanızdan öğrendiğiniz en önemli öğreti nedir?

“Herkesin söylediğini dinle. 7’den 77’ye herkesi dinle. Hiçbir zaman ben bilirim deme, insanları dinle. Mutlaka çıkaracağın dersler vardır” derdi babam.

* Babanız çok karizmatik, babacan biriydi. Siz işin başına geçtikten sonra genç bir kadın olarak neler yaşadınız?

Babam herkesin babası gibiydi, onun kaybından sonra herkes işine sahip çıktı. Ben ikinci nesil olarak daha sistemli bir yapı kurdum, kararlı duruşuma herkes güvendi. Bazı şeyler de zamanla oturuyor. Kadın olmanın ya da genç olmanın ciddi bir dezavantajını yaşamadım. Kadın olmanın en büyük avantajı bence empati kurmak. Erkekler biraz daha çocuk gibi oluyor. Ben kendimi müşterinin de yerine koyarak düşünüyorum. Ayrıca sektörümüzde yurtdışında neler olduğunu da takip ediyoruz. Son krizde müşterilerimiz çok etkilendi. Biliyorsunuz bazı sektörler krizden çok yara aldı. Biz şanslıyız yine de çünkü her sektörden birçok firmayla iş yapıyoruz. Bu yüzden dengeyi yakaladık.

Irak ve Ukrayna inceleniyor

* Sektörünüzde rekabet arttı değil mi?


Evet. Sektörümüzde rekabet yoğunlaştı, kârlılık azaldı. Teknolojiyi daha iyi kullandık. Yüzde 10 oranında bayimiz vardı. Diğerleri bizimdi. Şimdi yüzde 70’ini bayilik sistemine geçirdik. Bayilik verirken kendi personelimize öncelik tanıdık. 2 yılda 35 Fillo’da, Aras’ta da 20 yeni bayilik açıldı. İki yılda bu anlamda yüzde 35 büyüdük.

* Kaç kuryeniz var?

5 bine yakın kuryemiz var. Bunların yüzde 70’i İstanbul’da. Ayrıca Fillo’da da 900 kurye var, bunun da büyük çoğunluğu İstanbul’da.

* Kargo göndermek müşterilere pahalı gelmiyor mu?

Hayır, çok ucuz. Avrupa’da 15 euro, biz de 2 lira. Bu yüzden de biz bazı şeyleri değiştirmeye çalışıyoruz. Türkiye’de pahalı algısı var, bu çok yanlış.

* Sizin uzmanlaştığınız bir diğer alan lojistik...

Evet. 2023’de dünyanın lojistik üssü Türkiye olacak, amacımız oradaki en büyük oyuncu olmak. Biz onun için çalışıyoruz.

* Bireysel müşteri oranınız nedir?

Yüzde 30. Bu sayı artıyor.

* Yurtdışına açılmayı planlıyor musunuz?

İran’la görüşmeler sürüyor. Biz ilk İran’da başlayacağız kargo hizmetine, buna karar verdik.

* Neden İran?

Bize benziyor. İran’da kendi içinde Aras’ı kuracağız. İran’ın coğrafyası bizim gibi büyük, 8 ticaret ili var. Bu direkt kargo ihtiyacını gösteriyor. İran’da kargo şirketi yok. Biz orada ilk olacağız. Orası bizim için doğru coğrafya. Irak ve Ukrayna’da da ihtiyaç var, oraları da inceliyoruz.



Patronuna yılan gönderen var


* Kurye hizmeti verirken yaşanan ilginç olaylar olmalı...

Olmaz olur mu? Geçenlerde bir bey aramış, eşi yurtdışından geliyormuş, karşılayamayacakmış, kucak dolusu kırmızı gülü eşine bizim kurye götürdü, yani kuryemiz eşini karşıladı... Böyle güzel duygulara da eşlik ediyoruz. Ama hepsi böyle değil. Yine geçenlerde bir personel patronuna kızmış, sanırım işten çıkmış. Bize kargo vermiş, paketin içinde yılan varmış.

* Size bildirmiş mi yılan olduğunu?

Hayır, bilsek taşınmazdı bu şekilde. Yılan hareket etmediği için dedektör fark etmemiş, canlı olduğunu. Patron kutuyu açmış... Ne yazık ki böyle durumlarla da karşılaşıyoruz. Ayrıca Cerrahpaşa şubelerimizde çok kadavra taşınıyor. Deneyler için isteniyor, kamunun işi bunlar...



Fillo’nun kârı % 1.000 arttı


* Fillo adlı şirketiniz ne durumda, Fillo tamamen kurumsal müşterilere hizmet veriyor değil mi?

Aras Lojistik ve Aras Kurye’yi Fillo’nun altında birleştirdik. Terzi usulü lojistik şirketi Fillo. Müşterinin hangi ihtiyacı varsa biz Fillo ile gidiyoruz, ’Siz bunu yapmayın, satın ve üretin, biz depolama, rafa dizme işlemlerini yapalım’diyoruz. Fillo’nun kârı geçen yıl yüzde 1.000 arttı. Müşterilere direkt yüzde 15’lik maliyet avantajı sağlıyoruz. Fillo yüzde 35 büyüdü 2 yılda. 11 bin müşterisi oldu.

* Kısa zamanda iyi yol almışsınız...

Krizde şirketler maliyetlerine yöneldi bu da bizim işimize yaradı. MEB okullara dağıtılan kitap ve defterleri, Bauhaus, Koton, LCW, Casper, BP, Shell müşterilerimiz arasında. Bunun önemini şöyle anlatabilirim, Zara’nın dünyadaki başarısı lojistik üstünlüğünde gizli. Biz de bunu Türk markaları için yaratmaya çalışıyoruz.

Yazının devamı...

Kriz hikaye güzellik şahane!

Bir süre önce Unilever’in kişisel bakım ürünlerinden Elidor şampuan ve saç bakım ürünleri saç uzmanları tarafından yeniden tasarlandı. Türkiye’den bir grup gazeteci olarak biz de Unilever’in Ar-Ge çalışmalarını yürüttüğü ve kapılarını ilk kez gazetecilere açtığı merkezi görmek, uzmanlarla tanışmak için New York’a gittik.

Konu güzellik olunca yazılacak çok şey var... Ben daha çok işin ekonomik boyutuna gireceğim. Sevgili arkadaşım İclal Aydın da sizlere trendleri ve dahasını yazacak!

Şundan çok etkilendim, doğrusu biliyordum ama işin bu boyuta geldiği rakamlarla önüme koyulunca şaşırdım.

Dünya tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden biri yaşandı, yaşanıyor desek yanlış söylemiş olmayız, değil mi?

Evet ama kriz hikaye, güzellik şahane.

Malum Unilever dünya devi. Dünyanın 170 ülkesinde, yılda toplamı 40 milyar euroya yakın satış yapıyorlar. Japonya’dan Amerika’ya kadınlar saçlarını aynı şampuanla yıkıyor... Biz Elidor adıyla biliyoruz, çoğu yerde SunSilk ve farklı adlarla satılıyor. Dove ve Clear da Elidor gibi Unilever’in saç bakımında iddialı markalarından.

2 milyar tüketiciye ulaştılar

Unilever Kişisel Bakımdan Sorumlu Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Philippe Harrousesau bize bir sunum yaptı. Hem Elidor’un yenilenmesiyle ilgili yapılanları, hem de Unilever’in kişisel bakım ürünlerinde geldiği noktayı anlattı. Kendisi 20 yıl önce 2 yıl Cihangir’de yaşamış. ’Türkiye’nin güzelliğine hayranım’ diye söze başlayınca yağlarımız eridi ama sonradan verdiği rakamlar da yüzümüzü kızarttı.

Kriz konusuna geri dönersek, son 2 yılda Unilever global pazarda yüzde 17 oranında büyümüş. 2 milyar tüketiciye ulaşmışlar.

170 ülkede 20 milletten 163 bin personeli var Unilever’in. Zaten hem sunumlarda hem de Ar-Ge merkezini gezerken Çinli’sinden Hintli’sine, Fransız’ına farklı milletlerden uzmanlarla biz de tanıştık.

Philippe Harrousesau, ’Her gün daha güzel gelecek yaratmaya çalışıyoruz, kendini iyi hissetmek çok önemli, bunu yaparken de herkesin bu olanaklardan yararlanmasını hedefliyoruz’ diyor.

Unilever’in stratejik hedefi, büyüklüğünü 2 kata çıkarmak ve çevre etkisini azaltmak.

Çevre etkisini azaltmak deyince de açmakta yarar var.

Daha önce Unilever’in CEO’su İzzet Karaca’yla yaptığım röportajda da yazmıştım. Unilever Türkiye’de son 10 yılda karbondioksit salımını yüzde 40, ürün başına kullanılan su miktarını yüzde 65, atık madde miktarını da yüzde 75 oranında azalttı.

Unilever’in global pazarda 10 yılda 1 milyar yeni tüketicinin Unilever ürünlerini alması gibi bir hedefi var ve bunun için çok çalışıyorlar.

Son 10 yılda 1.600 markasının da sayısını azaltmış, 400 markaya odaklanmışlar. Ne çok değil mi? Türkiye’de bunların 30’u var.

Unilever içinde kişisel bakımın aldığı yer yüzde 30 oranında. Yüzde 33’lük pay soslar, çorbalar, mayonezlerde, yüzde 19’luk pay içecek ve dondurma kategorisinde, yüzde 18’lik pay ise deterjan ve ev bakım ürünlerinde.

Bu arada bizim gezdiğimiz tesis de Unilever’in 6 Ar-Ge merkezinden biri. Unilever yılda 250-350 arası patent alıyor. Her yıl en az 20 bin başvuru yapıyor. Araştırma, geliştirmeye geçen yıl 891 milyon euro harcanmış.

Deodorant satışlarında da Unilever dünyada ilk sırada. Rexona, Dove ve Axe... Cilt temizleme ürünlerinde ilk sıradaki rakibinin 2 kat önünde. Saç bakımda Amerika’da ikinci, Afrika, Asya’da birinci.

Saçlar sabunla yıkanıyor

Gelelim Türkiye’ye...

Biraz önce dedim ya yüzümüz kızardı diye...

Kişisel bakım ürünlerini bizden Fransızlar 10 kat, Almanlar 9 kat, İngilizler ise 8 kat fazla tüketiyor. Yani sabun, şampuan, diş macunu tüketiminde sınıfta kalıyoruz.

Unilever Ev ve Kişisel Bakım Ürünlerinden Sorumlu Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Zeynep Yalım Uzun, Unilever’in Türkiye kişisel bakım ürünlerinde son iki yılda büyüme hızını yüzde 10’dan yüzde 20’ye çıkardığını söylüyor.

Türkiye’de geçen yıl 2.3 milyar liralık ciro yapan Unilever bunun 790 milyon lirasını saç bakımı ürünlerinden yaptı. Yani Elidor, Clear ve Dove markalarıyla yaptı.

Türkiye’de nüfusun yüzde 13’ü saçımı sabunla yıkıyor, terlediğine de inanmıyor. Amerika’da nüfusun yüzde 95’i her
gün deodorant kullanıyor, Türkiye’de ise 3 kişiden biri.



Y Nesli aşk ve eş için her şeyi yapıyor


Elİdor’un yeni serisi Co-Creations 7 saç uzmanıyla yeniden tasarlandı. Bu uzmanlar arasında örneğin kıvırcık saç uzmanı da var, boya uzmanı da...

New York’ta bu uzmanlarla da biraraya geldik. Ben saç konusunda çok tutucuyum, bu yüzden de kendimi bu dünyaca ünlü uzmanlara emanet edemedim. Ama aramızdan bazı arkadaşlar saçlarını dünyaca ünlü uzmanlara boyattı...

Elidor’un bu yenileşme hareketi reklamlardan da takip edildiği gibi tüketiciyle de paylaşılmaya bir süre önce başlandı. Ben sizle kuafördeki deneyimimi paylaşamayacağım ama etkilendiğim bir sunumdan bahsetmek istiyorum.

Unilever’in New York’taki küresel reklam ajansı JWT’ye gittik. Amerika’da bir reklam ajansının atmosferini solumak güzeldi.

Bu sunumda, karşımıza Y Nesli çıktı. Çoğumuz bu nesilden değiliz, arkamızdan gelenleri merakla dinledik...

Y Nesli, 1978-2000 arasında doğan kadınlar... Bizden çok farklılar. Kaşlarını 29 yaşında aldırabilmiş biri olarak, benden çok çok farklı olduklarını söyleyebilirim. Bu kuşak güzellik için her şeyi yapabiliyor, yapabilecek. ’Önce aşk ve eş’ diyorlar. Bu sunumda, annemin ’önce ayakların üzerinde dur’ demesi aklımdan şöyle bir geçti.

Y Nesli güzellik için ameliyat da çok rahat olabiliyor, her türlü yeni ürüne de açık.

Ama ’baştan aşağı yeniden yaratalım kendimizi’ çağı da bitti. Medya ve dijital teknoloji kullanımında sınır tanımayan

bu kuşak, daha zarif ve hoş olmak için her şeyi denemeye hazır. Tek gıdaları güzellik. Onlara dengeli beslenmek, sağlıklı olmak filan yetmiyor.

Bu yüzden de bu güzellik için her şeyi yaparım diyen nesille birlikte birçok yeni ürünlerle tanışacağız. Örneğin yüz kaslarını rahatlatan yılan serumu için şimdiden 10 binden fazla kişi sıraya girmiş.

Başta söylediğim gibi güzellik konusundaki trendleri İclal’e bırakarak noktalarken Philippe Harrousesau’nun bir sözünü aktarayım, ’Dünyadaki kadınların yüzde 2’si kendini beğeniyor’. Kadınlar güzellik için her şeyi yapar!

Yazının devamı...

Yogayla saçımdaki beyazlar bile gitti

Geçenlerde bir davette uzun zamandır görmediğim Muzaffer Akpınar’la karşılaştım. Son olarak bundan 3 yıl önce Dost Enerji üzerine bir röportaj yapmıştım kendisiyle. O dönemde Turkcell’in CEO’luğundan yeni istifa etmişti. Saçları kısacıktı. Davette ilk anda tanıyamadım 48 yaşındaki Muzaffer Bey’i. O da benim şaşkınlığım üzerine, “Son 2 yıldır beni tanıyamayan çok kişi var. Elif sen ilk değilsin” dedi. Saçlar uzamış, cildi parlak, çok gençleşmiş. “Ağzım açık kaldı” desem abartmış olmam.
“Ne yaptınız siz?”
diye sordum hemen.
Kendisiyle Turkcell CEO’suyken yaptığım röportajda da yoga yaptığını anlatmıştı.
“Yoga yapıyorum... Eşim de yeni hayatıma yön verdi” diye başladı anlatmaya, “Burada olmaz, buluşalım” dedim, randevulaştık ve evine gittik Gamze Kutluk’la.
Bilen bilir, Muzaffer Akpınar Turkcell’in efsane CEO’suydu. Ben Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’yle o zamanki adıyla Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları projesi yaptıkları dönemde kendisini tanıma fırsatı bulmuştum. O kızlar sonra Kardelen oldu. Muzaffer Bey CEO’luktan ayrıldı. KVK’daki sorumluluğu devam ediyor, Murat Vargı ile birlikte Dost Enerji’yi kurdular. Aynı zamanda THY’nin Yönetim Kurulu’nda. Bir yandan da aile işleri olan kimyevi madde fabrikaları var, onlar da Unilever’e kiralanmış durumda.
Yani Muzaffer Bey için emeklilik hayatı yaşıyor demek mümkün değil, farklı şirketlerde ve sektörlerde işleri var. Ama bu işlerin hiçbiri günlük iş temposuna girmesini gerektirmiyor.
Evinde yeni eşi Defne Aruoba Akpınar’la birlikte karşıladı bizi. Defne Hanım da İskender Aruoba’nın kızı, Oruç Aruoba’nın yeğeni. Psikolog.
Bana katıldıkları yoga buluşmalarından fotograflar gösterdiler. Yaptıkları hareketleri görünce gözlerime inanamadım! Neredeyse 11 aydır hiç et yemeyen Akpınar çiftinin çok etkilendiği Dharma Mittra ile olan fotoğraflarını da aldım. Muzaffer Bey üniversite öğrencisi gibi görünmüyor mu?

* Neredeyse 1 yıldır et yemiyormuşsunuz, nasıl aldınız bu kararı?

Muzaffer A.: Geçen sene Amerika’ya yoga konferansına gittik, dünyanın değişik yerlerinden yoga hocaları o konferansa geliyordu. Çevremizdekilerin verdiği bilgilerden, daha önce de yoga yaptığımız için ders aldığımız kişilerin derslerini takip edeceğimiz bir program yaptık. Bir hocanın adını daha önce hiç duymamıştık. Sonradan anladık, o kişi hocaların hocası pozisyonundaymış. 70 yaşında. Brezilya asıllı.

* Hintli değil...

Defne Aruoba A.: Evet herkes tipine bakınca Hintli sanıyordu, konuşması da kırık ama Brezilyalı...

Muzaffer A.: 1967 yılında New York’ta ilk yoga stüdyosunu kuran kişi. Dharma Mittra adında bir bey. Onun dersinden çok etkilendik. Sonra onun New York’taki stüdyosunu öğrendik, oradaki derslere gitmeye başladık.

Tüm canlılarla kardeşiz, bu yüzden canlıları yemiyoruz

* Neyinden etkilendiniz, diğerlerinden farkı neydi?

Muzaffer A.: Sonuçta yoga tabii ki yalnızca hareket değil. Bir yaşam biçimi. Bir felsefesi var. Dünyayı anlayış şekli. Bir zihin durgunluğu. Adamın sukuneti, kendi dingin duruşu ve sahiciliği bizi çok etkiledi. Ne söylüyorsa öyle yaşamış 70 yılını. Takma kol gibi değil. Çok basit. Sadelik çok zor bir şeydir, o kadar sade o kadar düz ki, bizi çok etkiledi.

* Felsefesinin temelinde ne var?

Muzaffer A.: Yoganın temelinde vahşetten uzaklaşma ve sevgi vardır. Tüm canlıları kardeş ve kutsal olarak görme vardır. Bütün dünyada yaşayan canlıları kardeş görmekten bahsediyorum. Detoks ve fiziki tarafı yan ürün. Hiçbir canlıya zarar vermeme görüşünden hareketle hiçbir canlıyı yememeyi öneriyor Dharma Mittra. Zaten ilk tavsiye eden hoca da o değil. Dünyada yaşanan felaketlerle, dünyanın hızlanmasıyla da ilgisi var. Görüyoruz ki durup da kendi içine bakıp yavaşlayan insanların bayrağını taşıdığı bir konu bu.

* Siz de öyle mi yaptınız?

Muzaffer A.: Böyle yapıp çevresine bu düşüncelerini aktaranlar da çok. Örneğin Paul McCartney haftada en azından bir gün insanları hayvan ürünü yememeye davet ediyor. Defne söyledi bana bunu. Sonra ben de internete girip araştırdım, dünyayı en çok kirleten endüstrilerden biri taşımacılık, en az onun kadar kirleten endüstri de hayvancılık endüstrisi, metan gazı nedeniyle. Metan gazı karbondioksitten 23 kere daha fazla havayı kirletiyor. Dharma Mittra dinginliği ve huzuru sağlamak için kendi içinde tamamıyla o vahşetten uzaklaşmak gerekiyor inancında.

* Kırmızı etten de beyaz etten de vazgeçin diyor. Hayvansal gıdalar da giriyor mu bunun içine?

Muzaffer A.: Önce etten vazgeçin, becerebiliyorsanız sütü, yumurta ve peyniri de yemeyin. Bunlardan uzak durmak insanın fiziğine ve zihnine, belki önce zihnine sonra fiziğine ya da önce fiziğine sonra zihnine etki yapar.

Ters duruşla saçlarımdaki beyazlar geri gitti

* Sizde de öyle oldu, fiziğiniz de etkilendi, gençleştiniz...

Muzaffer A.: Kendimi iyi hissediyorum. İnan saçlarımdaki beyazlar geri gitti.

* Hatırlıyorum...

Defne A.: Ters duruş (şişasana) yaptığın için beynine kan gidiyor, nefes egzersizleri de etki yapıyor. Biz Amerika’da et yememe konusunda bir kerede ikna olduk. Mittra’nın özelliği de bu, bir kerede ikna ediyormuş. New York’ta 10 yıl yaşadım, onun stüdyosunun önünden her gün geçerdim ama fark etmemişim. Muzaffer’le birlikte keşfedecekmişiz, bu da kader...

Muzaffer A.: Çok ilginç. Bu alanda da sık sık görüyoruz. Bu adamın pazarlaması yok. İttirmiyor adam...

Defne A.: O anlatıyor, dinlemek istiyorsan dinlersin, yapmak istiyorsan yaparsın... Çok daha tutkulu konuşanlar da var ama bu adam çok sessiz, sakin, usul usul bir adam... Öyle ritüelleri filan da yok. Kimse gidip de bu adamın ayaklarını filan yıkamıyor. Bir derste sosislerin içine hayvanların dudakları ve göz kapaklarının da koyulduğunu anlattı, ben çok etkilendim bundan. Yedik bir zamanlar bunları. İnsanın çok içine dokunuyor.

Üç ay peynir yemeyince nefes alma kaliten artıyor

* Siz detoks programlarına da katılıyor musunuz?

Muzaffer A.: Detoks yaptık çok zamandır, ama bu farklı. Nefes egzersizleri, yoga da çok önemli. Süt ve peynir gibi ürünler mukozaları şişiriyor. Şişirince burundan kolay nefes alınamıyor. 3 ay peynir yemeyince nefes alma kaliten çok etkileniyor.

* Siz de peynir yemiyor musunuz?

Defne A.: Tamamıyla değil ama son 3 aydır çok az tüketmeye dikkat ediyoruz. Hemen fark ediyor.

Muzaffer A.: Etlerde taahhüdümüz tam. Yumurtadan da uzağız. Katı kural da koymuyoruz, “Her gün yoga yapacağım” diye bir şart da yok. İçinden nasıl geliyorsa. Ben hâlâ süt içiyorum. Belki 3-5 yıl sonra bırakırım.

Ölü yemek yerseniz siz de ölü olursunuz

* Çiğ tüketmek de gerekiyor mu meyve ve sebzeleri, bu da öneriliyor mu?

Defne A.: Hocamız şöyle diyor; “Eğer ölü yemek yerseniz, kızarmış yemek yerseniz siz de ölü ve pişmiş, kızarmış olursunuz.” Yediklerimiz doku haline 3 ay sonra geliyor. “Filizli şeyler yiyin, bol meyve suyu için” diyor. Biz Amerika’ya Ocak ayında gittik son olarak, kendisiyle karşılıklı yemek yedik. O da yalnızca domates ve elma yemedi. Bulgur yedi, tofulu salatalar yedi...

* Et yemeyince daha az sinirlenirsiniz denir, siz şimdi daha yumuşak karakterli mi oldunuz?

Defne A.: Bu yaşam biçimiyle daha az stresleniyorsun. Örneğin benim için “İçeyim rahatlayalım” diye bir his yok. İki kadeh şarap içtim geçenlerde zehirlendim gibi hissettim. Kendi içinde yaşıyorsun, içindeki eğlenceli dünyayı keşfediyorsun.

Böyle bir hayatı yaşamak demek ki içimde varmış

* Turkcell’in eski CEO’larından Ersin Pamuksüzer de işten ayrıldıktan sonra böyle bir yol çizdi. Üstelik yeni yaşam biçimi yeni işi oldu, Life Co’yu kurdu...

Muzaffer A.: O bir dalgaydı sanırım... Ersin’de öyle bir dünya görüşü hep vardı. Sonuçta kendi iş hayatını da buraya kanalize etti. Çok da iyi oldu bence. Demek ki benim de içimde varmış...

İlk üç ay canım balık istedi, şimdi kayboldu

* Dışarıda yemek yerken zorlanıyor musunuz?

Muzaffer A.: Her mönüde vejetaryen bölüm var Amerika’da. Türkiye’de de olacak bunlar. Ama yine de biz çok şanslıyız. Zeytinyağlı yemekler, salatalar var...

Defne A.: Örnegin bundan 5 yıl önce soya sütü yoktu, şimdi var.

* “Kırmızı ete vücudun ihtiyacı var” diyenler oluyor mu size?

Muzaffer A.: Hem de çok... Medeni insanım sonuçta, baktırıyorum kendime. Önemli olan insanın kendini nerede mutlu hissettiği. 11 aydır hiç et aramıyorum.

* Balık da mı aramıyorsunuz?

Muzaffer A.: İlk 3 ay canım balık istedi. O da şimdi kayboldu. Canım çok istese yerim.

Et kokusu manolya kokusu gibi

* Et kokusu duyunca mideniz mi kalkıyor, yoksa canınız çeker diye kaçıyor musunuz?
Defne A.: Kablo vardı eskiden, şimdi o kablo kesik. Et kokusu, manolya kokusu gibi. Yemem de demiyorum, iğrenmiyorum da.
Muzaffer A.: “Hoca bizi etkiledi” diyoruz ya, bence herkesi öyle tetiklemeyebilir, bence biz de hazır gitmiştik. Ruhen hazırdık.

* Size gelen misafirler ne yiyor?

Muzaffer A.: Biz vejetaryen besleniyoruz, herkese de öyle yemekler veriyoruz.
Defne A.: Quinoa diye pirinç gibi pişirilen bir şey var, onlardan Türkiye’ye getiriyoruz. Baharatlar kullanıyoruz. Ama “Şu bahçede mangal yapardık” diyenler oluyor.

* Organik meyve sebze tüketmeye özen gösteriyor musunuz?

Muzaffer A.: Alaçatı’dan ya da burada pazardan alıyoruz meyve ve sebzelerimizi.

Birlikte sörf yapıyoruz işlerimizi paylaşıyoruz

* Siz yogaya nasıl başlamıştınız?

Defne A.: Ben 1997’de New York’ta doktora yaparken hocam yoga yapıyordu, o tavsiye etti. New York’ta başladım, yoga hayatımın bir parçası oldu.

* Neden döndünüz Türkiye’ye?

1991’de Amerika’ya gittim, üniversiteye. Doktoramı yapmadım, geri döndüm. Sonuçta mesleğim beni seçti. Küçüklükten beri dert dinlemeyi seven biriydim. Kendim bir psikanalize gittim New York’ta, orada çok etkilendim. “Ben de hayatımda 10 kişiye böyle bir yardım yapsam bu bana yeter” dedim. Psikoloji okumaya başladım. Çok memnunum.

* Birlikte yapmaktan hoşlandığınız başka şeyler var mı?

Muzaffer A.: Sörf yapıyoruz, aynı şeyleri yapıyoruz. İşlerimizi paylaşıyoruz. Felsefe kitapları okuyoruz.

Meditasyon ve nefes egzersizleri yapıyoruz

* Güne kaçta, nasıl başlıyorsunuz?

Defne A.: Çoğunlukla 06.30’da kalkıyoruz ama zorunluluk yok. Evdeysek mutlaka nefes egzersizleri ve meditasyon yapıyoruz.

* Fotoğraflarınıza bakınca şaşırdım, neler yapıyorsunuz öyle?

Muzaffer A.: Defne iki bacağını başının arkasından geçirip arkada birleştiriyor. Ben kuvvete dayalı hareketler yapıyorum.

Defne A.: Muzaffer de tek eli üzerinde yere paralel duruyor, çok zor bir harekettir.

Bu işin dünyada temeli Hindistan, biz de bir gün oraya gideceğiz

* Yoga ilişkilerinizi nasıl etkiliyor?

Defne A.: Çok sosyal olmak, kendinin yalnız olmadığını hissetmek için yapılan her şey senden uzaklaşıyor. Oradan oraya gitmene, kendini yormana gerek yok.

* Hindistan’a gittiniz mi?

Defne A.: Hayır. Hocamız da gitmemiş.

Muzaffer A.: Bu işin dünyada temeli orası. Bir gün gideceğiz. Bu arada Dharma Mittra İstanbul’a geliyor. YogaSala ile organize ettik, 3 gün boyunca hem konuşacak hem asana (yoga hareketleri) yapacak.

* Muzaffer Bey şimdi kendinizi çok hafiflemiş mi hissediyorsunuz?

Muzaffer A.: Hâlâ iş hayatının içindeyim. O kadar çok yük kaldırmaya alışmışım ki tabii ki şimdi eskisi gibi değil.

* Siz aslında Turkcell’de de yoga yapardınız...

Muzaffer A.: Bravo... İyi hatırlıyorsun. O dönem herkes çok yoğun çalışıyordu, haftada bir gün boş, o da şarj etmeye yetmiyordu. Bir lider, takımının motivasyonunu yüksek tutmalı. Bunun yollarından birinin yoga olduğuna inanmıştım. O zaman ben yogi değildim. O dönemde bir salon yapmıştık Turkcell’de. 2003’ten beri yapıyorum ama Defne’yle birlikte çok yoğun yapmaya başladım. Defne’yle birlikte yoga hayatıma oturdu.

* Siz yoga sayesinde mi tanıştınız?

Muzaffer A.: Hayır ama yoga birleştirici oldu. Yoga yaparken evlenme teklif ettim.

Defne A.: Evet, Muzaffer’in doğduğu yerde üstelik. Kaz Dağları’nda...
M
uzaffer A.: Ben Akçaylı’yım. Orada bir seminere katılmıştık. Açık havada yoga yapıyorduk, orada evlenme teklif ettim.

Yazının devamı...

Galatasaray’ın stadı için 5 bin kişi gece gündüz çalışıyor

Süleyman Varlıbaş’ın şirketi Varyap, kriz dönemlerinde gerçekleştirdiği büyümeyle dikkat çekiyor. Şu anda Şişli’de bittiğinde Avrupa’nın en büyüğü olacak adliye sarayını inşa ediyor. Ataşehir’de yapımı süren Varyap Meridian projesi bitmeden yurtdışından ’en iyi gayrimenkul’ ödülünü aldı. Galatasaray’ın yılan hikayesine dönen Seyrantepe’deki stadyum inşaatını da alan Varyap, inşaatı da internetten canlı yayınlıyor. Süleyman Varlıbaş, “Projede çatıya başlandı, montaja da başladılar. Şu anda stadyum içinde 1.000 kişi çalışıyor ama işin büyük kısmı dışarıda. İmalatlar dışarıda yapılıyor, montaj için stadyuma geliniyor. 5 bin kişi bu proje için çalışıyor” dedi



Hep kriz dönemlerinde çıkış yapıyor. Arazilerine arazi katıyor, gerçekleştirdiği projelerle büyüyor. Süleyman Varlıbaş... Varyap’ın her şeyi... Trabzonlu, ziraat mühendisi. İnşaat işine babasıyla giriyor, bir dönem kardeşleriyle ortak oluyor, 2000 yılından bu yana ise yolunda tek başına yürüyor. 35 yıllık bir deneyimi var. Batı Ataşehir’de Varyap Meridian projesinde buluştuk kendisiyle. Ben önce örnek daireleri gezdim, sonra sohbete başladık. Varyap Meridian projesinin yanısıra Seyrantepe’deki Galatasaray’ın stadyumu ve bittiğinde Avrupa’nın en büyük adliye binası olacak Adliye Sarayı’nda da, Ankara’daki Danıştay binasında da Varyap’ın imzası var. İngiltere merkezli Overseas Living dergisi tarafından düzenlenen ’Lüks Yaşam Tarzı Ödülleri 2010’da Varyap Meridian ’En İyi Gayrimenkul’ ödülünü aldı.

* Siz aslında ziraat mühendisisiniz, hatta bir ara Çaykur Genel Müdürü de olmuşsunuz... İnşaat işlerinde nasıl büyüdünüz?

Biliyorsun Trabzonluyum... Babam müteahhitti. Ben memurdum ama sonradan babamla çalışmaya başladım. İşler de zamanla büyüdü. Taahhüt işleri yaparak büyüdük. Ben bundan 10 yıl önce ayrıldım ortaklıktan. İstanbul, Trabzon, Hatay’da inşaatlar yaptım.

* Siz ortaklıktan ayrıldıktan hemen sonra kriz çıktı, 2001 krizi ve siz bu krizle büyüdünüz. Bakıyorum 2008 krizinden sonra da ataktasınız... Siz her krizi fırsata mı çeviriyorsunuz?

Doğru. Krizde büyüyoruz biz. Malum dünya krizle karşı karşıya geldi. Gayrimenkul sektörü de çok etkilendi. Türkiye’de bazı firmalar daha az etkilendi krizden. Çünkü insanlar seçici oldu, garantili projelere destek verdiler. Kriz bazı firmalar için avantaj da teşkil etti. Krizden önce inşaat sektörüne çok yeni firma girmişti, bu firmaların çoğunun yeterli deneyimi yoktu. Alternatif kaynakları da olmadığından, iş bilmediklerinden çok sıkıntı yaşadılar. Bu sektörde deneyimli olan firmalar krizden kârlı çıktı. Bu arada arsa satışları oldu, fiyatlar düştü. Biz arazi portföyümüzü büyüttük, farklı konseptler yarattık. Biz talep düşüşünü çok az yaşadık, en zor dönemde bile kendimizi kurtaracak satışı yaptık. Ben hep en çok gayrimenkulü kriz dönemlerinde aldım. Birikim varsa, güvenilirlik varsa krizler fırsat da olabiliyor. Şu anda 1.5 milyon metrekarelik işimiz var devam eden. Toplamda 5 milyon metrekarelik iş yapmışız.

0 Sizin adınız Uphill projesiyle duyuldu aslında değil mi?

Evet. Uphill imza attığımız en büyük proje oldu. Ama şimdi burada Varyap Meridian’ı yapıyoruz. Bu projeye çok çalıştık, çok ödül aldı projemiz. Çok farklı bir proje yapıyoruz ve inan çok heyecanlıyız. İstanbul’a yakışan çok güzel bir yer olacak burası.

0 Ne farklılığı var? Biraz önce proje maketini gördüm...

LEED sertifikasını aldı bu proje.

* Çevre dostu bir proje, kendi enerjisini de üretiyor değil mi?

ABD’deki Çevre Dostu Binalar Konseyi tarafından geliştirilen kriterler var, onlara uyuyor bu proje. Bakın bizim bu projemiz ödül aldıktan sonra Londra’dan üniversite öğrencileri gelip bizim şantiyeleri gezdiler, burada çalıştılar. Burada 1500 konut var. Bu konutların beyaz eşyası da verilecek. Uphill’de de yapmıştık bunu, Gaggenau’yla çalışmıştık. Gaggenau kurulduğundan beri yapılan en büyük alımdı. Burada da Miele’yle çalışıyoruz. Sanırım onlar için de aynı şey olacak.

1.000 kaynakçı var

* Burada mimar Emre Arolat da bir proje yapıyor değil mi?

O Varyap Meridian’ın içinde değil, hemen yanındaki araziyi aldık, orada muhteşem bir yaşam alanı yapılacak. Onu Emre Arolat yapıyor. Yeşil alan içinde alışveriş imkanları, yürüme yolları, cafeler...

* Seyrantepe’de Galatasaray Stadyumu projesini almaktan çekindiniz mi ta en başında, uğursuzluk olduğunu filan düşündünüz mü?

Yok düşünmedim. Çok aklımda yoktu orası ama o dediğin uğursuzluk bizimle birlikte dağıldı, gitti. Haklısın, orayı aldığımızda sorunlar yumak olmuştu. İlmik ilmik projeyi açtık, yağdan kıl çeker gibi sorunları çözdük. Allah nazarlardan saklasın iyi gidiyor.

* Kaç kişi çalışıyor Seyrantepe’de?

Çok... Hızla ilerliyoruz. www.seyrantepesporkompleksi.com adresinden herkes izliyor. Çatıya başlandı, montaja da başladılar. Hiçbir olumsuzluk yok. Biz bir yıl dedik, inşallah bir yılda sonuçlanacak stadyum. Şu anda stadyum içinde 1.000 kişi çalışıyor ama şu anda işin büyük kısmı dışarıda. İmalatlar dışarıda yapılıyor, montaj için stadyuma geliniyor. Toplam 5 bin kişi bu proje için çalışıyor. Yalnızca 1.000 kaynakçı var.

* Siz ilk kez stadyum yapıyorsunuz değil mi?

Evet. Bizim için de çok farklı bir deneyim. Biz çok iyi çalışıyoruz dersimize. Daha bu proje bitmeden yurtdışından stadyum teklifleri aldık. Bu kadar büyük bir stadyumu 1 yılda bitiren yok, hep 3 yılda filan yapılmış.

* Türkmenistan’dan gelmiş değil mi?

Çok teklif geldi. Ukrayna, 2012 olimpiyatlarına yetişemeyecek durumda, arayıştalar onlar da bize başvuruyor...

* Düşünüyor musunuz yurtdışında iş yapmayı?

Şimdilik hayır. Şu anda Türkiye’de çok işimiz var. Konsantrasyonumuz bu işler üzerinde. Bu arada stadyum projesinde Uzunlar’la birlikteyiz.

* Adliye Sarayı da bu yıl bitecek. Avrupa’nın en büyük Adliye Sarayı yapılıyor, nedir özelliği bu binanın?

Çok büyük proje. Stat projesinden 3 kat büyük. Şehrin göbeğinde. Çalışma şartları zor. Orası hızlı gidiyor. Başbakan oranın çok hızlı bitmesini istiyor. 2011’in sonuna kadar süre uzatımı alabileceğimiz bir proje ama biz de orayı bu sene sonunda bitirmeyi planlıyoruz. İstanbul’un prestijine ve markasına değer katacak bir proje. 1.500 kişi çalışıyor o projede. İnşaat sektörünün ekonomiye olan katkısı çok fazladır. İnşaat durursa ekonomi çöker.

* Bodrum’da projeleriniz olacak mı?

Orası için beklemedeyiz. Bodrum Yalıkavak’ta konut ve turizm tesisi yapacağız. Ama şu anda başlamayı düşünmüyoruz.

VARYAP MERIDIAN: İstanbul Batı Ataşehir’de bittiğinde 1.500 konut olacak. 374 bin metrekare alana sahip. 6 bloktan oluşan projede 450 farklı daire modeli var. 2011 ve 2012’de bitecek.

SEYRANTEPE SPOR KOMPLEKSİ: 2010’da bitecek. 52 bin 647 seyirci kapasiteli bir stadyum olacak. 157 locanın bulunacağı, engelliler için özel yerlerin ayrıldığı, 6 adet yürüyen merdiven, 10 asansörün bulunduğu projede yalnızca stadyum planlanmadı. Aynı zamanda müze de olacak.

ADLİYE SARAYI: 2010’da bitecek. Bittiğinde Avrupa’nın en büyük adliye sarayı olacak.

VARLIBAŞ ALIŞVERİŞ MERKEZİ: Trabzon’da şehir içindeki ilk büyük alışveriş merkezi olacak. 2010’da bitecek.

Ev ve eş değiştirmem

Süleyman Varlıbaş’la özel hayatından konuşurken beni güldürüyor. “5 çocuğum var, yıllardır aynı evde oturuyorum. Meyvemi, sebzemi yetiştiriyorum. Ev değiştirsem o meyve ağaçları ne olacak? Onlara emek verdik. Hep dediğim gibi eviniz yaşam alanınız. Ben benimkinden memnunum. Bir de öyle başkaları gibi eş ve araba değiştirmem” diyor.

Belediyeler Erdoğan Bayraktar’a yardımcı olmalı

* Yeni yaşam alanlarına ihtiyaç olduğu konusunda herkes hemfikir ama çok sorun var. Gecekondulaşmanın önüne popülist politikalar yüzünden geçilemiyor. TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar belediyelerden yeterli desteği göremediğini söylüyor...

Hasılat paylaşımı modeli çok uygun. TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar söyledi. Bu fırsat kaçırılmamalı. Erdoğan Bayraktar’a belediyeler yardımcı olmuyor, kendisi de yakınıyor, dediğiniz doğru. Ama ona kulak vermeli toplum. Büyükşehirlerde başkan olmak büyük sorumluluk gerektiriyor, tedbir alınmalı en kısa zamanda. Kentsel dönüşüm projeleri yapılmalı. Eğer bu çalışmalar netice verirse kısa zamanda Türkiye yol alır. Yeni semtler yeni yaşam alanları oluşur. Modern dünyayla boy ölçüşecek yapılara kavuşulur. Alt yapısı ve enerji tasarrufu olan binalar olur. Bu çok önemli.

Yazının devamı...

IMF’siz yürüme kararı endişe yarattı, seçimden sonra yeni vergiler, zamlar gelebilir

Hükümetİn IMF’siz yola devam kararını değerlendiren Anadolu Grubu’nun Başkanı Tuncay Özilhan, endişelerini dile getirdi: IMF ile anlaşma yapılarak 25 milyar dolar alınabilir, yatırımı teşvik ederek Türkiye’nin yüzde 4 değil yüzde 6 büyümesi hedeflenebilirdi. ’Belediyelerde yapılan harcamaların kısıtlanmasını istedi IMF, biz istemiyoruz’ dediler. Şimdi, ’Acaba belediyelerdeki harcamalar artacak ve mali disiplin bozulacak mı?’ endişemiz var. Belediye harcamaları, cari açık olacaksa Türkiye daha sıkıntılı döneme gidebilir. İlave zamlar, vergiler gelir

Sağlıktan gıdaya, enerjiden otomotive farklı alanlarda yatırımları olan, 14 ülkede 45 fabrikası ve 25 bin çalışanı bulunan Anadolu Grubu kriz ortamında yeni yatırımlarla gündemde. Anadolu Grubu’nun Başkanı Tuncay Özilhan’la öncelikle enerji yatırımlarını konuşmak için buluştuk. Kendisiyle krizin çıktığı dönemde yaptığım röportajda, “Temkinli ve dikkatliyiz” mesajını vermiş, iyileşmenin de 2010’da başlayacağını söylemişti. 2010’u yeni hedeflerle karşılayan Özilhan, 3-4 yıl içinde hayata geçecek enerji yatırımlarını heyecanla anlatıyor, Türkiye’de Efes’le beklentisi çok yüksek değil ama yurtdışında Efes hızla büyüyor. Biliyorsunuz, Rusya’da pazar payı yüzde 10 oldu. Komili marka zeytinyağıyla da iç pazarda büyüme kaydettiklerini belirten Özilhan, bira gibi zeytinyağında da uluslararası bir marka yaratmayı hedefliyor.



* Sizinle son yaptığım röportajda “2010’dan itibaren büyümeyi konuşabiliriz. 2009 zor bir yıl olacak, grup olarak dikkatli ve tedbirli olacağız. Hükümetin de önlemler alması gerekir” demiştiniz... 2009’u nasıl geçirdiniz?

2009 zor bir yıldı....

* Kayıp yıl diyenler var, kayıp der misiniz siz de?

Ekonominiz yüzde 5.5 civarında küçüldüyse, işsizlik yüzde 14-15 oranına geldiyse ki bu sayı tartışılır bir sayı. Hesaplanırken içine ne giriyor ne girmiyor diye baktığınızda, ben yalnızca bu hükümet döneminde değil daha önceden de işsizliğin daha büyük oranda olduğunu tahmin ediyorum. İşsizlik çok yüksek... İşsizlik rakamlarına bakınca kayıp bir yıl. Yurtdışına baktığımızda da birçok ülke için kayıp yıl. Ayrıca duruma bakarken finans sektörü açısından ve reel sektör açısından bakmak lazım. Türkiye’yi biraz rahatlatan finans sektöründeki sağlam yapı. Hepimizin bildiği nedenlerle 2001 krizinden sonra finans sektörü yeniden yapılandı, bankaların iyi denetimi sayesinde bu krizden finans sektörü yara almadan geçti. Bir, iki bankanın ayağı takılsaydı Türkiye daha büyük bir krizle karşı karşıya kalırdı. Bu dolayısıyla krizi daha az hissetmemizi sağladı.

* Reel sektörde ise tam aksi bir durum var. Grubunuzun çatısı altında otomotiv de var içecek de... Tüketici alışkanlıklarındaki değişimi farklı sektörlerden değerlendirme olanağınız var... İyileşme başladı mı?

Sizin sorduğunuz soruda da gizli, sektörler arasında çok büyük farklar var. Otomotiv sektörü özellikle de ticari vasıta satışları krizden çok etkilendi. ÖTV avantajıyla binek oto stokları eridi, üretim devam etti. Bir takım sektörler var; otomotiv yüzde 50 düştü, gıda sektörü yüzde 3 düştü. En çok etkilenen sektörlerden biri de inşaat sektörü, çok önemli sıkıntılar içine girdiler. İnşaat sektörü çok farklı sektörleri etkiliyor; demir, çelik, mobilya... KOBİ’ler de çok etkilendi. Bankaların problemli kredilerine bakınca KOBİ’lerde sorunlar olduğunu görüyorsunuz. Bu arada turizm beklenenden daha iyi bir performans gösterdi. 2001 krizinden sonra ilk defa bu kadar büyük sıkıntı oldu. Yunanistan ve İspanya hatta İtalya ve Portekiz gibi ülkeler de çok etkilendi. Onların finans sektörü de etkilendi. Çok sıkıntı çekiyorlar. Onlarla mukayese edince Türkiye daha az yarayla krizden geçiyor, diyebiliriz.

* Hükümetin IMF’siz yürüme kararını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu kararı siyasi buluyor musunuz? Çünkü seçim yaklaşıyor...

Türkiye, IMF ile görüşmeleri durdurdu. IMF’den 25 milyar dolar alınıp bir yeni yatırım stratejisiyle, yatırımı teşvik ederek Türkiye’nin yüzde 4 değil yüzde 6 büyümesi hedeflenebilirdi. Türkiye’de bu fonlar kullanılabilirdi. Çar çur etmeden, Türkiye’de yüksek katma değer yaratan sektörlere yatırım yapılabilirdi. Türkiye çok büyük ara mal ithal ediyor, üretimi düşük ara malların. Yatırım yapılabilirdi bu konuda, bunlar üretime dönüşse cari açıkta da küçülme olurdu. Tarım da önemli istihdam yaratıyor. Tarıma yönelik yeni yatırımlar yapılabilir. Ayrıca herkes üniversite mezunu olmak zorunda değil, meslek liselerine ağırlık verilebilir... Bunları biz de farklı çevreler de yıllardır çok söylüyoruz ama yapılmıyor. Strateji olarak masaya konulmuyor. Sanırım mikro çalışmalar olarak görülüyor bunlar, hayata geçmiyor. Birçok ülke ekonomiyi canlandırmak için paketler uyguladı. Disiplinli davranıyorlar, oluyor.

* Son 5-6 yılda uyguladığı programla hızla yükselen Brezilya var örneğin...

Brezilya müthiş. Avrupa’da da kriz sonrası uygulamalar oldu. Türkiye’nin kaynakları kıt, mali disiplinini de kaybetme riski olduğu için bir şey yapılamadı.

Belediye harcamaları etkiledi

* Biraz önce siyasi mi IMF’siz yürüme kararı diye sormuştum...

Olabilir. Seçim geliyor. Başbakanımız da, Ekonomiden Sorumlu Bakan da açıkladı. “Belediyelerde yapılan harcamaların kısıtlanmasını istedi IMF yetkilileri, biz bunu istemiyoruz” dediler. Bizi şimdi şu korku alıyor, “Acaba önümüzdeki dönemde belediyelerdeki harcamalar artacak ve dolayısıyla mali disiplin bozulacak mı?” Seçimlerden sonra Türkiye üzerine kambur gelebilir. Cari açık artarsa Türkiye’nin fonlara ihtiyacı olacak, o zaman IMF’ye ihtiyaç olacak. Eğer mali disiplin tutulacak, bu seçim olsa bile popülist politika izlenmeyecek, Türkiye yorganına göre ayağını uzatacaksa bu tartışılmaz takdir edilecek bir politika. Hep beraber buna destek olur buradan geçeriz. Belediye harcamaları olacak, cari açık olacaksa Türkiye daha sıkıntılı döneme gidebilir. İlave zamlar, vergiler gelir... Bunlar seçimden sonraya kalacak... Göreceğiz.

* Türkiye’nin enerji tüketimi ve ithalatı artıyor. Dışa bağımlıyız bu alanda. Mevcut enerji kaynaklarımızı da verimli kullanamıyoruz. Siz grup olarak ne zaman enerji yatırımı yapmaya karar verdiniz?

2003 yılıydı, “Enerji grubumuzda içecekten sonra ikinci sektör olmalı” dedik. 2004 yılından beri üretimleri ve talepleri gördük, inceledik. Önümüzdeki dönemde Türkiye’de enerji talebi karşılamayacak. Hükümet özel sektörün yatırım yapması için kamuyu çekti, ’Özel sektör eliyle büyüyeceğiz’ dediler. Son kriz olmasaydı, ekonomi bu trendle büyüseydi Türkiye enerji açığıyla kalacaktı. Sanayide düştü kullanım ve kriz olmadı. Büyüme trendi artınca enerji açığı ortaya çıkacak. 2008 yılında ekonomi iyi giderken yaz aylarında tam kapasite kullanıldı, açık verilmeden geçti. Masa başındaki sorumluların anlattıklarına göre konuşuyorum, iyi planlamayla 2008 yazını limitte geçirdik. 2009 kriz yılı oldu, kapasite kullanımları düştü ve problemsiz geçti. Yeni kapasite ilave olmadığı takdirde 2011-2012’de enerji darboğazına girilebilir. Zaman kaybetmemek lazım. Her yıl Türkiye 10 milyar dolarlık yatırımı yaparsa 10 yıl sonra iyi bir duruma gelir.

* Gerze’de yatırım yapıyorsunuz...

Bizim Gerze’deki proje 1.5 milyar dolarlık yatırım. Büyük gruplar yatırım yapmalı, devlet özel sektörün önünü açmalı, akarsulardaki küçük projeler de yapılmalı, lisansı alınmış yapılmayan çok proje var. Bakanlık bir plan koydu ortaya ama özel sektörün önü açılmalı. Yabancı ilgisi de var. 2008’den evvel yabancı yatırımcıların ilgisi hayli yüksekti. Kriz çok etkiledi enerji yatırımlarını. Birçok şirket geri adım attı. Önümüzdeki dönemde yine gelirler diye düşünüyorum. Türkiye bu sorunu 2012-2013 yılından itibaren çözer.

* Siz de daha önceden “Bazı yatırımları erteleyeceğiz” demiştiniz...

Altyapımız hazırdı, bilgi birikimimiz ve teknolojimiz de hazır. Yüzde 30 özkaynağımız, kredi imkanlarımız da hazır. 1.5 milyar dolarlık proje için ödemeyi 4 yılda yapacağız. Bu şu anlama geliyor, her yıl 100 milyon dolar koyacağız. Fonlar da buna paralel olacak. 4 yılda devreye girecek termik santral. 1.200 megawatt güçte olacak.

* Bu Türkiye’nin ne kadarlık bir enerji ihtiyacını karşılayacak?

Yüzde 3 civarında... Biz buraya yabancı ortak da bulabiliriz, dünya yolunu bulduğunda...

* Enerjide başka yatırımlarınız da var...

Evet. Gürcistan’da 90 Megawatt’lık 150 milyon dolarlık projemiz var. Bu da 3.5 yıl sonra sonlanacak. İlk defa bir Türk firması yurtdışında enerji üretip Türkiye’ye satacak. Orada da hidroelektrik santrali kuruyoruz. Gürcistan’da Paravani diye bir bölge. 70 kilometrelik bir hatla Türkiye’ye bağlanacak. Her yıl 3 ay Gürcistan’a 9 ay da Türkiye’ye elektrik satacağız. Bir de Aslancık Barajı projemiz var. 200 milyon dolarlık yatırım Doğan ve Doğuş grupları ile birlikteyiz. 3 enerji projemiz var.

Bira satışları düşmüyor ama artmıyor da

* Efes Türkiye Genel Müdürü’yle Şanlıurfa’ya gittik. Orada sohbetimiz sırasında Türkiye’de son bir yılda 17 bin satış noktasının kapandığını öğrendik. Mahalle baskısı yorumunu dile getirdik... Siz Rusya’da, İran’da (alkolsüz), Almanya’da ve Türkiye’de birada büyük oyuncusunuz. Türkiye’deki durumu siz nasıl yorumluyorsunuz?

Evet, 17 bin satış noktası kapandı. Büyük marketler açıldıkça bakkallar kapandı. Bakkallar yaşamayacak duruma geldi. Bu etkiledi bizi. Ayrıca yeni yer de açılamıyor. Bakkallar cirolarının büyük bölümünü içki ve sigaradan yapıyor. Yüzde 60-70’ini bunlardan sağlıyorlar cirolarının. Mahalleden içkiye karşı tutum olunca bakkal içki satamıyor, bakkalın geliri düşüyor. Alkollü içecek bazı yerler de tüketilemez, okulların, ibadethanelerin yakınında satış yapılamaz. Buna biz de Efes olarak dikkat ediyoruz. Bunun dışında da bazı yerlerde alkollü içkiye karşı bir duruş olduğunda, orada yer açmak isteyenler bundan vazgeçiyor. Türkiye’de bira satışları düşmüyor ama büyümüyor.

* Nüfus artıyor, satışlar artmıyor...

Evet. Yılda kişi başına 11-12 litre bira tüketiyoruz. Alman 100-110 litre, Belçikalı 90-100 litre tüketiyor. Avrupa ülkeleri bizden 10 kat fazla bira tüketiyor. Rusya’da da bira tüketimi artıyor. Türkiye’de pür alkol tüketimi 1.1 litre. Avrupa’da 8.4, Rusya’da 18 litre. Türkiye’de bira tüketimi de düşük, alkol tüketimi de düşük. Bence, Türkiye’de alkolizm tehlikesi yok.

Komili’yi Efes gibi uluslararası marka yapacağız

* Kırlangıç markasıyla zeytinyağı işine girdiniz, geçen yıl da Komili’yi aldınız... Siz Efes ile Türkiye dışında da bir marka yarattınız. Avrupa ve Rusya, Türk birasıyla tanıştı. Zeytinyağında da böyle bir hedefiniz var mı? Bir Türk zeytinyağı markasını yurtdışında görebilecek miyiz?

Türkiye’de yılda kişi başına 1 litre zeytinyağı tüketiliyor. Sağlıklı yaşam biçimi, medyanın bilgilendirmesi zeytinyağı tüketimi açısından önemli oldu. Büyük gruplar girdi bu pazara. Kalite arttı. Önümüzdeki dönemde Türkiye önemli zeytinyağı üreticisi haline geldi. Yeni zeytin ağacı ekimleri artırıldı. 3 sene sonra Türkiye İspanya ve İtalya’dan sonra üçüncü pozisyona gelebilir. İhracat potansiyeli ortaya çıkacak. Komili olarak sektörün üçte birini üreten ve satan bir durumdayız. Hem zeytin üretimi hem de sıkılması ve tüketilmesiyle ilgili birtakım çalışmalar yapacağız. Şu anda ihracatımız yok. Buradan bant götürüp İtalya’da marka yapıyorlar, bunu da biliyoruz. Kâr oraya gidiyor. Biz de marka yaratacağız, emin adımlarla ilerliyoruz.

2010’da işsizlik artacak bu yatırım hızıyla gençlere iş bulmak zor

* Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın açıkladığı büyüme rakamlarını gördük. Sizin 2010 beklentinizle örtüşüyor mu?

Bence de Türkiye önümüzdeki yıl yüzde 3.5 civarında büyür. Katılıyorum Sayın Babacan’a. Ama bazı düşük. 2009’da yüzde 6’lık küçülme üzerine yüzde 4 büyüyorsunuz. Yani reel büyüme görülmeyecek.

* Yani işsizler ordusuna yeni katılımlar hızla devam edecek...

Evet, işsizlik düşmeyecek. Yatırımlar yavaşladı, yatırım trendi düştü. 700-800 bin genç her yıl iş piyasasına giriyor. Bu yatırım temposuyla bu gençlere iş bulmak çok zor. Ne yazık ki işsizlik stokları artacak gibi. 2009’a göre 2010’da da artacak işsizlik. Dünya yüzde 5-6 büyüse, ancak o zaman stok artmaz. Ama bu büyüme trendiyle zor. Ayrıca Türkiye’de genç nüfus çok fazla.

Yazının devamı...

Ömür’le aşkı ve huzuru buldum

Sevgili arkadaşım Meyra’ya, eşi Mehmet Ali Ilıcak önceki hafta sürpriz bir doğum günü partisi düzenledi. O partide Ferhat Göçer ve Ömür Gedik de vardı. Ömür, “Haftaya bize gelin, Ferhat’ın albümünü dinleyelim” dedi.

Ve bizi bir araya getiren Ömür’ün muhteşem ev sahipliğinde buluştuk. Yarın Ferhat Göçer’in Biz Aşkımıza Bakalım adlı albümü çıkıyor. “Kızım” şarkısını duymuş olabilirsiniz, radyolarda dönmeye başladı “Kızım...”

Duygusal demek yetmez bu şarkı için, çok özel bir şarkı ama Kızım’a gelmeden önce anlatacaklarım var.

Yemekleri afiyetle yedik, daldan dala atlayarak sohbete başladık. Sinemadan, Yeşilçam Ödülleri’nden söz açıldı, Ömür’le ödül törenini çekiştirmemek olmazdı, oradan politik gelişmelere uzandık... İşte tam o anlarda Nazlı Ilıcak, Mehmet Ali Ilıcak, Meyra, Elif Dağdeviren, Samsun Demir, Özden Bora, eşim Ahmet Demiral ve benim elimize Ferhat şarkı adlarının olduğu bir listeyi tutuşturdu. Kalemler dağıttı. Belli ki hazırlanmış. “Şimdi albümü dinleyeceğiz ve 11’den başlayarak puan vermenizi istiyorum şarkılara. Albüm çıkmadan önce fokus gruplarımız var, aynı şekilde bu gruplara da albümü dinletip, ilk üç, ilk beş şarkıyı belirliyoruz, başta şarkıların söz yazarlarını ve bestecilerini de söylemeyeceğiz, etki altında kalmayın” dedi.

Aynen Eurovision jürisi tadında şarkıları puanladık

Yerimizde bir doğrulduk. Doğrusu bir yorumcu için çok heyecan verici ve çok zor bir süreç olduğunu tahmin etmek hiç zor değil. Ferhat, “Tekrar tekrar her eleştiriye açığım, istediğinizi söyleyebilirsiniz” dedi.

11’den 0’a kadar puan verecek olmak içimi acıttı, ortada bir emek var, ben “Al bu şarkı da 1” diyecek tarzda hayatta olamam, baştan söylemek istedim. Elif Dağdeviren, “Eurovision’daki jüri sistemi Elifcim” diye söze başladı... Evet aynen Eurovision şarkı yarışmasının jürisi tadında konumlandık...

Ama ikna olmadım, ben ilk beşi belirledikten sonra düşük not veremedim.

Şarkıları dinlemeye başladık.

Ah Yıllar... Şu anda yazarken mırıldanıyorum “Başladı ömrümüzün ihtişamı” diyor, alıp götürüyor bu şarkı. Hemen hepimiz anladık bu şarkının Sezen Aksu imzası taşıdığını. Herkesin söyleyemeyeceği bir şarkı... Eşim Sevgili Sezen’in yeğeni. Zaman zaman yeni şarkıları birlikte dinliyoruz, ilk dinlediğimde ağladıklarım oldu, Ahmet öyle dururdu. O bile bu şarkıda sarsıldı! Daha ne diyeyim!

80 yaşındaki Nesrin Sipahi’nin sesine vuruldum

Ben favorilerimi yazıyorum bu arada... Bir Üzüm var... Herkesin bir hikâyesi var... diye başlıyor sözleri... Aklıma gelince o güzel yüzün, her yanımı kaplıyor tatlı bir hüzün, aynı rüzgara vurgun iki yelken aynı salkımda ayrı iki üzüm... Bu şarkının sözü müziği reklamcı Ersel Serdarlı’ya ait. Bu yaz çok dinleriz Üzüm’ü.

Ve Kızım... Bu arada Ferhat’ın kızı da onlarla yaşıyor. Onunla da tanıştık.

Ve Kızım... “Gözümün önünde büyüdün göremedim... Benim gözümde hiç büyümedin, başın sıkışırsa bana söz ver lütfen olur mu, sen çağır baban hazır kızım.” Çok özel bir şarkı Kızım. Sözü ve müziği Sinan Akçıl’a ait.

Ben Yanındayım adlı şarkıyı da çok beğendim, Zifiri’nin sözlerini çok tuttum. Son noktada Nesrin Sipahi’nin sesine vuruldum. Ferhat 80 yaşındaki Nesrin Sipahi’yle düet yapmış, sesi duyunca ne demek istediğimi anlayacaksınız. O yaşta o ses, bravo demek ve alkışlamak düşer bize...

Üzüm’de “Herkesin bir hikâyesi var” diyen Ferhat’a sormadan edemedim... Ya senin hikâyen?

Bir yıl Q Jazz Bar’da hiç para almadan çalışmış

“Bir sarı kız, bir köpek, küçük odalı bir ev...” diye başladı Urfalı Ferhat. Aslında İzmit’te büyümüş. Anne-baba öğretmen. Oğullarının okuyup doktor olmasını istemişler. O da tek çıkış yolu olarak gördüğü okumaya sarılmış. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazanmış ve yurtta kalırken müzikle ilgilenmeye başlamış. Bir grup kurmuşlar, “Konservatuvara gitmem lazım” demiş. Ama annesinin babasının hayallerini yıkamaz, üstelik beş parasız. Akşamları konservatuvarda okumuş, gündüzleri Tıp Fakültesi’nde. Hep çalışkan Ferhat Göçer. Hiç yerinde durmuyor. Şimdi olduğu gibi. Albüm hazırlıyor, hep sahnede, TV programı yapıyor, yurt içi, yurt dışı konser temposu çok yoğun.

İki evlilik yapmış. Kızı Yağmur’la tanıştırdıktan sonra, oğlu Can’ın fotoğraflarına bakıyoruz. “Can hafta sonu yanıma geliyor. Ömür’ün de kızı var. Üç çocuklu olduk bile...” diyor.

Hikâyeye geri dönersek, Turkuaz diye bir grup kurmuşlar, sonra şans bu ya Günay’da Ajda Pekkan ile sahneye çıkmış, sonra oradan Q Jazz Bar’a geçmiş. Bir yıl Q Jazz Bar’da hiç para almadan çalışmış. İnanılır gibi değil. Bu arada gündüzleri doktor Ferhat. Zaten gerisini siz de biliyorsunuz. Q Jazz Bar sayesinde herkes adını duydu. Onu dinlemeye gelen Hanzade Doğan DMC’dekilere Ferhat’ı dinlemelerini önerdi. Ferhat Göçer’in de o sıradaki en büyük hayali kendi albümünü yapmaktı. Dön Diyemedim’le başladı, duygusal şarkıların adresi oldu...

Bizle yeni albüm heyecanını paylaştı. Son noktayı da, “Ömür’le aşkı ve huzuru buldum” diyerek koydu.

Yazının devamı...

Sabancı Vakfı kadınlar, çocuklar ve engelliler için 1.2 milyon lira hibe verecek

Toplumsal dönüşüm için örnek çalışmalar yapıyor Sabancı Vakfı. Bir süredir ben de bu çalışmaları izliyorum. Önceki gün de Güler Sabancı’nın davetiyle Feriye Lokantası Feyyaz Tokar Salonu’ndaydık. 2010 yılında Sabancı Vakfı’nın hibe programı kapsamında destekleyeceği projeleri dinledik.

“‘Neler öğrendik neler’ diye başlasam mı?” diye düşündüm doğrusu.

Örneğin Türkiye’de 400 bin işitme engelli olduğunu biliyordum ama Türkiye’nin bu vatandaşlarımız için kabul ettiği bir işaret dili olmadığını bilmiyordum. Yani işitme engellilerin aralarında anlaştığı yasal olarak kabul edilen bir dil yok. TRT’de gördüğümüz dil yasal olarak kabul görmüş değil. Ayrıca uluslararası kabul edilen işaret dilini de Türkiye’de bilen yalnızca 2 kişi varmış. Bu nedir sizce? “Gerikalmışlık işte budur!” desek, abartmış mı oluruz. Bence hayır.

Erken yaşta evlilik sorunu

Ayrıca, Güneydoğu’da kadınların yüzde 68’i erken yaşta evleniyormuş. Bu orana şaşırdığımı söyleyemem. Ama büyük şehirlerde de bu oranın yüzde 37 olması beni şaşırttı. Güler Sabancı, erken yaşta evliliklerle ilgili, “Bu konunun ekonomik boyutları da var” değerlendirmesinde bulundu. Bu saptama da acı bir gerçeğin altını çiziyor ne yazık ki. Batman’da, Urfa’da, Güneydoğu’daki farklı yerlerde genç kızların “Koyun gibi satılmak istemiyoruz” dediğini duymayan yok ama onları çocuk yaşta evliliğe sürükleyen kapalı toplum yapısını dönüştürecek zemini oluşturacak bir irade de ortada yok.

Hatırlarsınız bir ay kadar önce Yemen parlamentosu, evlilik yaşı alt sınırının 17 olarak belirlenmesini öngören bir yasayı geçirdi. Ve aşırı İslamcılar sokaklara döküldü. Yemen’in başkenti Sanaa’da yasal evlilik yaşının 17’ye çıkarılması, aşırı muhafazakar kesim tarafından düzenlenen yürüyüşle protesto edildi. Örnekleri çoğaltabiliriz...

Aktardıklarımdan da anlaşılacağı gibi Sabancı Vakfı kadın, genç ve engellilere odaklandı bir süre önce. Bu stratejik bir karardı. 30 küsur yıllık vakıf 4 sene önce Adana’dan İstanbul’a gelip yenilendi. Güler Sabancı bunu “Yeni yol tarifine ihtiyacımız vardı” diye anlatıyor.

Hayat değiştiriyor

Hem hibe programlarıyla hem de BM’le birlikte yürüttüğü projelerde bu yeni yol tarifinin yarattığı farklılık artık çok net biçimde kendini gösteriyor. Vakıf insanların hayatına dokunuyor. İnsanların hayatını değiştiriyor. Toplumsal duyarlılıkların artmasını sağlayacak kanalları açıyor. Yine Güler Sabancı’nın deyimiyle, “Toplumsal duyarlılık yaratmak yapmaktan daha önemli”...

Ve zaten bu çalışmalardaki farklılık da Güler Sabancı’ya insanların hayatında fark yaratan kişilere verilen Raymand Georis Yenilikçi Flantropist Ödülü’nü getirdi, hatırlarsınız. Bu ödülü alan ilk Türk Güler Sabancı oldu.

Önceki günkü toplantıya dönersek... Geçen sene 5 projeye 1 milyon lira hibe veren vakıf bu sene yine 5 projeye 1.2 milyon lira hibe veriyor. Bu yıl hibe programına 48 ilden 168 kuruluş başvurmuş. İlk elemede, ön değerlendirmeyi 122 proje geçmiş. Değerlendirme kurulu 15 projeden 7 projeye karar kılmış, 7 projenin sahipleriyle yüzyüze yapılan görüşmeler sonucunda 5 proje hibe almaya hak kazanmış.

Herkesin dahil olduğu bir anayasa değişikliği yapılmalı

GÜLER Sabancı, anayasa değişikliğiyle ilgili bir değerlendirme de bulundu: “Türkiye’nin anayasa değişikliğine ihtiyacı var. Bir konsensus sağlanarak, herkesin dahil olduğu, hep birlikte oluşturulan bir değişiklik

olmalı. Siyasetçilerin görevi çözüm üretmektir. Ben maddeleri okumadım. Biliyorsunuz, heyecanlı bir ülkeyiz. bunu hepimiz kabul edelim. Sonuçta herkesin içine dahil olduğu bir değişiklik olmalı”

UZUN ÇENE SABANCI DEMEK!

GÜLER SABANCI, işaret diliyle ilgili konuşurken Sabancı Vakfı’nı işaret dilinde anlattı. Sabancı’nın işaret dilindeki karşılığı ’uzun çene’ hareketi. Vakıf ise ellerin her iki kulağa da aynı anda avuç açık şekilde götürülmesiyle anlatılıyor.

FARK YARATMAYA ODAKLANDIK

SABANCI Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı, Sabancı Vakfı olarak toplumda ve insanların hayatında fark yaratmaya odaklandıklarını, bunu da dünyada önemli işler başaran vakıfların standartlarını dikkate alarak yapmayı hedeflediklerini söyledi. Türkiye’de vakıfçılık anlayışını “toplumsal gelişmede daha etkin, daha stratejik ve daha katılımcı bir model” olarak geliştirdiklerini ifade eden Sabancı, dünyanın önde gelen vakıflarının hibe programlarına ağırlık veren vakıfçılık yaklaşımını Türkiye’ye uyarladıklarını açıkladı.

2010 YILINDA HANGİ PROJELER DESTEKLENECEK?

Yasal evlilik yaşı 18 olsun diye imza toplanacak


Projenin adı: Çocuk Gelinler. Uygulayıcısı Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği. 18 ay sürecek projeye 268 bin lira hibe verildi. Erken evlilikler hakkında 54 ilde farkındalık yaratılacak, imza kampanyası ve durum analizi gerçekleştirilecek, 20 bin kadına çocuk gelinler hakkında film gösterilecek. En önemlisi de bu proje kapsamında yasal evlenme yaşının 18 olması için 54 bin kişiden imza toplanacak. Konunun TBMM’de gündeme gelmesi sağlanacak.

6 YAŞA EĞİTİM

Projenin adı: Erken Çocukluk Özel Eğitim Hizmetlerinin Yaygınlaştırılması. 18 ay sürecek projeye 176 bin lira hibe verilmiş. Bu projeyi Güneydoğu Özel Eğitim Kurumları Derneği Gaziantep, Mardin ve Şanlıurfa’da uygulayacak. Bölgede okul öncesi eğitim oranı çok düşük. Çocukların yüzde 70’i 0-6 yaş arasında okul öncesi eğitim almıyor. Bu proje kapsamında Meslek Lisesi mezunu 180 kız öğrenci de eğitim alacak.

KENT KONSEYİ

Projenin adı: Toplumsal Hayata Etkin Katılım İçin Yerel Demokrasi Akademileri. 15 ay sürecek bu proje, uygulayıcısı Habitat İçin Gençlik Derneği. 8 ilde Kent Konseylerinde Kadın, Genç ve Engelli Meclislerinin kapasitesini geliştirilecek. 279 bin lira hibe verildi.

KAYNAŞMA EĞİTİMİ

Projenin adı: Kaynaştırma/Bü-tünleştirmenin Etkililiğini Artırmak İçin Politika Ve Uygulama Önerileri Projesi. 18 ay sürecek, 240 bin lira hibe verildi. Projenin uygulayıcısı TOHUM Türkiye Otizm Erken Tanı ve Eğitim Vakfı.

12 ilde 150 ilkokul öğretmeni eğitilecek, eğitimler ailelerle paylaşılacak.

3 bin öğrenciye kaynaşmalı eğitim siistemi anlatılacak. Malum, farklı olanı dışlayan bir sistem var ve ne yazık ki bazen öğretmenler de veliler de bunun parçası oluyor. Bu proje de bu açıdan çok önemli.

İŞARET DİLİ EĞİTİMİ VERİLECEK

Projenin adı: Katılımda Engel


Yok. 15 ay sürecek. 237 bin lira hibe verildi. 12 ilde işaret dili eğitimleri verilecek, uzmanlara ve işitme engellilere eğitim verilecek. Uygulayıcı Türkiye Gençlik Federasyonu.

45 projeye 5.7 milyon lira

TOPLANTIDA Sabancı Vakfı Genel Müdürü Hüsnü Paçacıoğlu, 2007’den bu yana tüm hibe programları kapsamında Türkiye’nin 69 ilinde 45 projeye toplam 5.7 milyon lira hibe verdiklerini açıkladı. Paçacıoğlu, Hibe Programları’nın, kısa bir sürede toplumsal duyarlılığın yayılması ve toplumsal gelişme için önemli bir araç haline geldiğini belirterek: “Kadın, genç ve engelli alanlarında ve bu alanları birlikte ele alan projelerle her yıl biraz daha fazla insana dokunuyor ve hayatlarında iyileşme sağlıyoruz” dedi. Sabancı Vakfı Genel Müdür Yardımcısı Zerrin Koyunsağan da 2010 yılı hibe programı için 168 projeyi incelediklerini, 2 bin 520 sayfa proje okuduklarını, 2 bin 252 km yol katettiklerini söyledi. Koyunsağan, bu yıl “toplumsal katılım” konusunda çok fazla başvuru aldıklarına değinerek, Marmara, İç Anadolu, Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgeleri’nden gelen başvuruların yoğunluğuna dikkat çekti.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.