Yalnızlığın deşifresi
.
Kendini yalnız mı hissediyorsun?
Merak etme, yalnız değilsin!
Heh hee...
Tabii yalnızlıktan kastım, sevgilisizlik...
Yoksa kalabalıklar içinde yalnızlıktan falan bahsetmiyorum.
Zaten onun ne demek olduğunu bir türlü anlamadım. Ayrıca anlamak da istemiyorum!
Hiç işim olmaz!
Hele hele evlilerin yalnızlıklarından hiç ama hiç hazzetmem. Kendi düşen ağlamaz.
Hepsinin bir bedeli var.
Yalnızlığın, evliliğin, çok eşliliğin...
Neyi seçtiysen onun bedelini çatır çatır ödeyeceksin.
Yalnızlık mesela...
İlk bakışta insanın içini sızlatan, ne melankolik ve acıklı bir manası var değil mi?
Yalnızlık...
Çınlıyor sanki!
Çınlar.
Önceleri çok çınlar hem de!
Her şey, “bir süre kafamı dinleyeceğim” cümlesiyle başlar.
İlk aşama budur.
Gerçekten de kafanı dinlemek istersin. Çünkü zannedersin ki, kendine koyduğun süreden sonra belki daha da önce yeni bir ilişkin olacak. Daha iyisini bulacaksın!
O sırada biraz kendini bırakırsın. Kız kıza takılmalar, makyaj yapmamalar falan...
Bir süre sonra bu durumdan sıkılmaya başlarsın.
Bu, ikinci aşamaya geçtiğinin işaretidir.
“Kendine gel” dersin, kendine!..
Diyete ve alışverişe vurursun kendini...
Gece çıkmaları, arayışlar dönemi...
Ama hâlâ herkese “kafamı dinliyorum” demeye de devam edersin. Hatta biraz daha şımarırsın. “Amaaan böyle daha iyi. Hiç derdim yok!” diyerekten...
Tam o sırada işte, kafanda gel-gitler oluşmaya başlar.
Panik aşaması...
Daha yüksek topuklar giymeye başlarsın.
Dövmeler, baş parmağa yüzük takmalar, pembe düşkünlüğü, mürdüm iç çamaşırı falan bu döneme rastlar.
Mum alırsın bir de...
Mum, nevresim takımı, şarap kadehi düşkünlüğü başlar.
Uzuun bir dönemdir bu.
Epey uzun.
Yalnız başına bir yere gidemezsin mesela... Gitmeyi reddedersin.
Hem cesaretin yoktur hem de isteğin.
Tek gecelik ilişkiler, abuk sabuk adamlar, evliler de bu dönemde hayatına girer.
Önceleri bunlara, “amaan, canıma değsin” muamelesi çekersin.
Çekersin de, için öyle söylemez. Hep düzgün birini ararsın.
Sabredersin, aşkın dibine vurursun.
Acı çeker, yıpranırsın.
Hâlâ yalnız bir yerlere gidemiyor, kendi işlerini yapmayı reddediyorsundur. Arabanın bakımı, yeni TV alımı, tamirat gibi işleri hep birilerine yıkmaya çalışırsın.
Sonra kendinden daha düşük, sana hiç uymayan danalara sıra gelir.
Düzgün birini ararken en beterine kalırsın.
Ağzının payını da alırsın.
“O bile!” deyip durursun.
“O bile...”
Artık yavaş yavaş tek başına bir yerlere gitmeye başlamışsındır. Kendine hayret edersin.
Ve buna, hem sevinir hem de hüzünlenirsin.
Yalnız yaptığın işler arttıkça özgürleşirsin.
Özgürleştikçe sevdiğin şeyleri yalnız yapabilmeyi öğrenirsin.
İşte bunu fark edip zevk almaya başladığın an...
Yalnızlığını tescil ettiğin andır.
Yalnızlığı öğrenirsin!
Hatta öyle bir hale gelirsin ki, onları anlayamazsın...
Yalnız olmayanları...
Kendilerine eziyet çektirdiklerini bile düşünmeye başlarsın.
Ve öyle bir zaman gelir ki,
“yalnızım” dediğinde...
Onlar sana acıyarak bakar, sen onlara acıyarak bakarsın...
İşin tuhafı...
İkisi de gerçektir!