Ve perde
.
Gazete ilanının arkasındaki hikâyeye devam ediyoruz:
“Çok mutluyduk, ben yanında kalıyordum ama daha 3 gün olmadan onun meme kanseri olduğunu öğrendik. Yıkıldı ama yine de güçlü durmaya çalıştık beraberce... Aylardan ekimdi. Başka bir şehirde yaşayan annesini yardımcı olması için yanımıza çağırdık ve bizim yıllardır özlediğimiz beraberliğimiz üç günde bitiverdi...
Önce ameliyatını hallettik; göğsünün bir kısmı ile koltuk altı lenflerinin bir kısmı alındı, lenf dışında başka bir yere (şimdilik) sıçramadığı tespit edildi ve ben tüm bu işlemler esnasında hep yanında oldum. Aylardan kasım..
Kemoterapilere başlandı. İlk birkaç kemoterapiden sonra Aslı inanılmaz değişmeye başladı; ve inanın sadece bana karşı... Herkese gülümserken bana bakmadı bile, işten yanına geldiğimde “Neden geldin?” dedi. Her yaptığım gözüne battı.. Bense sadece şaşırdım, üzüldüm, yıkıldım, çöktüm ve aralık ayının bir günü belki de ona daha iyi gelebileceğini düşünerek ondan uzaklaştım. Ama bu aradaki yedi gün boyunca yataktan kalkamadım. Bırakın yemek yemeyi, su bile içemedim... Hâlâ da düzelemedim ya...
Onun gözünde bu büyük bir hata oldu, onu en zor zamanında terk ettiğimi düşündü ve bir daha da benimle görüşmek istemedi.
Ben yılmadım, ocak ayından beri ona her gün onu yanlış anladığımı, kendimi ifade edemediğimi, ona olan büyük sevgimin onun bana karşı olan davranışlarından dolayı geri tepip beni yıktığını anlatmaya çalıştım. Her gün yazdıklarımın dışında her kemoterapisinde hastaneye sevdiği papatyalardan getirdim, kitaplar getirdim, hiç yılmadan. Ve beni affetmesini bekledim. Umutla ve saygıyla bekledim...
İlaçlardan dolayı doğru düşünemiyordur, terapiler bitene kadar zaman vereyim dedim ama her gün onu ne kadar çok sevdiğimi, onsuz yaşayamayacağımı anlatmaya çalıştım. Hiç görmek istemedi beni.
Yazdıklarıma da çok az cevap verdi... Ben bu arada üzüntü ve yemek yiyememekten tam 20 kilo verdim 5 ayda ve perişan bir hale geldim.
Bu ay radyoterapileri başladı ve ben hiç vazgeçmedim ne ondan, ne yazdıklarımdan, ne de yaptıklarımdan... En son (hâlâ eşim diye yazıyorum ama) eşimi yine bir balkondan atlama ve birkaç intihar seansı sonrası boşanmaya razı edip ona anlaşmalı boşanma protokolünü imzalattığımda dünyalar benim oldu ve Aslı’ya bunu nasıl söyleyeceğimi düşünmeye başladım.. Bence bu böyle yazıyla, telefonla olmazdı.. Filmlerdeki gibi olmalıydı... Bunu, beni affetmesi için bir koz gibi değil de beni sevdiğinden dolayı içinden gelerek affedip, konuşmak için kabul ettiğinde bir sürpriz olarak söylemeliydim.. Ne kadar yanılmışım!
Ben bunu söylemeyi mutlulukla beklerken, o dört gün önce bana bir mail ile yeni bir ilşkisi olduğunu ve bilmem gerektiğini yazdı. Nasıl bir halde olduğumu anlayabilmeniz mümkün değil...
Bu kadar ay sonra cesaretimi toplayarak konuşmaya gittim. O kadar bambaşka davrandı ki, söylediklerimi duymadı bile.. Ben ağlamaktan (evet 47 yaşındaki erkekler de ağlayabiliyormuş) ona bu boşanma konusunu söyleyemedim. Neden mi? Çünkü gözlerinde o hasta hâlinde bile bir ışıltı gördüm, sanki başka birine, başka bir erkeğe olan sevginin ışıltısı... Mutluluğunu bozmak, onu huzursuz, tedirgin etmek istemedim; deliler gibi severken bile onu düşündüm, mutlu olsun dedim.. Ama ben mahvoldum. Ayağa bile kalkamıyorum inanın...
Benim anlayamadığım, bir kadın 8 yıllık bir birlikteliğin sevgisini, onu çok sevdiğimi ve beni affetmesini beklediğimi her gün söylememe rağmen bir iki ayda yok
edebilir mi?
Çaresizim, inanılmaz üzüntülü ve yaşamdan vazgeçmiş bir hâldeyim..
Ben nerede hata yapıyorum, nerelerde yaptım, ne yapmalıyım, onsuz nasıl yaşanacağını bilemiyorum ve kestiremiyorum.”
Cengiz’in hikâyesi bugün bitiyor ama galiba hayatı yeni başlıyor...