Kendinizi nasıl bilirsiniz?
.
Hadi bugün bizden bahsedelim...
Kendimizden...
Kendinizi nasıl bilirsiniz?
Ama önce şu “iyi insan” meselesini çözelim.
Herkes kendisini iyi insan zanneder ya, ondan bahsedelim.
Herkes “iyiyse” kim kötü o zaman?
Büyük günah işleyenler mi?
Küçük günah işleyenler de mi?
Hayır.
Çünkü onlar hepimiz içinde gizli bir yerlerde ortaya çıkmak, çıkabilmek için sırasını bekliyor. Ve insan hayatında öyle olaylarla, öyle kişilerle karşılaşıyor ki, o sırasını bekleyen günahlardan biri, bir anda, hem de ağzı sulanarak hortlayıveriyor.
Biz de şeytana uyuveriyoruz.
Hem de dibine kadar!
Bir bakıyorsun, “Hayatta yapmam” dediğin olayın başrolündesin...
Bir bakıyorsun, “En fazla eleştirdiğini” sen yapıyorsun...
O halde kendini tarif ettiğinde, ne dersin?
Kendi kendine veya başkasına kendini anlattığında...
Kolay.
İstediğin kadar anlat!
“Ben yalanı, yalancıyı hiç sevmem” de.
Sanki başkaları severmiş gibi!
Sanki hiç yalan söylemezmişsin gibi!
“Ben hiç inatçı değilim” de.
İki diretenden inatçı olanın sen olmadığını nereden biliyorsan?
“Ben kibirli değilimdir” de.
“Öfkeli ve açgözlü hiç değilim” de.
De yani...
Sen kendini öyle zannet.
Sonra bir de seni sana anlatanlara bak.
Seni nasıl tarif ediyorlar...
Orada hiç bilmediğin huylarına rastlarsın.
“A-a! Ben mi?” diye şaşıracağın taraflarınla tanışırsın.
Şaşırırsın.
İstediğin kadar itiraz et, “Ben öyle değilim” de, fark etmez. Seni öyle görmüş, öyle bir halini yakalamış. Sana mı inanacak, kendisine mi?
İşte tam da burada, aklıma şu soru takılır:
“Aslında başkalarının tarif ettiği gibi biri miyiz?”
Onlar bize karşı daha mı objektif yoksa daha mı yüzeyseller?
Hissettiğimiz gibi değil de, göründüğümüz gibi miyiz
yani?
Onlar nasıl görüyorsa öyle!
Yoksa biraz öyle, biraz böyle miyiz?
Fifty-fifty...
Biraz onlardan, biraz bizden, ortaya karışık...
Bu kadarla kalsa yine iyi!
Bir de her yeni durumda, her krizde, her bir farklı kişiyle farklı biri oluyoruz...
O halde söyler misiniz?
Kendinizi nasıl bilirsiniz?
Kimsiniz siz?