Havada ne kokusu var?
.
Bahar geldi ya, nihayet.
Aslında...
“Havada aşk kokusu var” diye bir yazı, iyi giderdi...
Hani biraz kışkırtıcı, pembelere mavilere, insanı lalelere yönlendiren...
İçinde aşktan çok meşk, meşkten çok tutku olan...
Hâlâ varmış gibi...
Birileri, bir yerlerde bunları yaşıyormuş gibi!
“Yeter ki onursuz olmasın aşk” türünden...
İnsanı biraz da beklentiye sokan...
Biraz değil, hayli heveslendiren...
Şöyle tadı damağımızda kalacak sıcacık bir hikâye mesela...
Yazabilirdim.
Ama bir kokladım ki,
Havada barut kokusu var!
Ekşi, kekremsi bir koku...
İnsanların suratları da aynen o koku gibi!
Kiminle karşılaşsan birine takmış, barut gibi...
Kincisi, dincisi...
Hini, cini...
Bu aralar savunmadayız...
Oysa gerçekten bahar geldi.
Ofisten kaçasımız var, kendimizi dışarılara atasımız...
Bir ayağımız işte, öteki...
Paltoları da atıp kolları sıvamamız lazım. Artık ne yapacaksan...
Ne istiyorsan?
Artık gidip abuk sabuk birine mi âşık olursun?
Sana âşık olanlarla mı oynarsın?
Eskisi gibi olmak istersin belki...
Ya da yeni biri...
Bakarsın hiç olmadık bir yerde hiç olmadık biriyle öpüşürsün...
Tatlı tatlı...
O kadar!
Güneşin neşesine kanıp saçma sapan pembe, turucu pantolonlar mı alırsın?
Yoksa istemediklerinden kurtulmak için üzerine nedensiz bir cesaret mi gelir?
Bir şeyler yapman gerekiyor
yani...
De...
Havada bu koku varken...
Ve üzerinde geçmiş baharların bozgunları...
Yapacaksın da ne zaman, nasıl yapacaksın?
Sanırım Can Yücel‘indi; tam da onun dediği gibi:
Ben seni severim de; düzenim bozulur diye korkuyorum... / Durduk yere başımıza saçma sapan bir aşk çıkar, / Sinemaya gitmeye, el ele tutuşmaya falan kalkarız. / İşin yoksa; saç tara, parfüm sık... / Küsmesi, barışması, ayılması bayılması,/ Ona baktın, bunu süzdün tarafları. / Hatta; eninde sonunda kaçınılmaz ayrılması..
Bu kadar ceremeye ne gerek var?
Uzaktan sev beni yar.