Gerçek bir kedi hikâyesi...
.
Hayır, “3 bin 500 km katederek evine geri döndü” türünden bir hikâye değil. Küçük bir hikâye bu. Herkesin başından geçen! Her kedisi olanın...
Bütün kediciler gibi, kedime âşığım...
Galiba o da bana âşık.
Bunu da nereden mi çıkarıyorum:
Bazen onu, gözlerini kıpırdatmadan dakikalarca bana bakarken yakalıyorum.
Bir de, sabah uyandığımızda
tersten tersten bana bakarak cilve yapmasından...
Bu kadarı bana yetiyor. Ama ona?
Tabii ki ona yetmiyor!
E, aşk bu! Bütün aşklar gibi bu aşk da oyun istiyor.
En çok sosisle oynamayı seviyor. Hızla atıyorum, o da var gücüyle ve tüm konsantrasyonuyla kulaklar arkada ve patinajlar atarak sosisi yakalıyor.
Sonra bir daha... Bir daha... Oyun bu.
Eve dönerken ona bir paket sosis alıyorum. Ama ayda bir. Hem oyunun tadı kaçmasın hem de kıymetini bilsin diye...
Beni her zamanki gibi, “Şu an ne istersen yapabilirsin” pozisyonunda karşıladığında ona sosis paketini gösteriyorum: “Bak sana ne aldım? Boşuna çalışmıyorum bak! Her sabah boşuna işe gitmiyorum gördüğün gibi” diyorum.
O andan itibaren bunda bir sevinç, bir sevinç... Nereye gitsem peşimde..
Hemen veriyor muyum?
Hayır. Epeyi oyalıyorum.
O, sabırsız gözlerle bana bakıyor ve durmadan miyavlıyor. Biliyorum, “E, hadi artık!” diyor. Anlamazdan geliyorum mahsustan. “Ne var? Ne istiyorsun?” diye soruyorum; buzdolabına doğru koşuyor.
İşte o zaman dolabı açıyorum, sosisleri ona av olacak şekilde kesip, hızla atıyorum.
O, kulaklar geride var gücüyle patinajlar atarak...
Ben insanım ya, ipler de benim elimde diye; bunu sonuna kadar kullanıyorum.
Ne zaman, nasıl ve ne kadar zevkli olacağına ben karar veriyorum.
Canım da isterse tabii... Çünkü bazen gerçekten hiç oynayacak hâlim olmuyor.
Ne ayıp değil mi?
Anlatırken anladım.
Bulmuşsun senden aciz, sana muhtaç, her şeyi sana bağlı birini, “Veriyorsun - vermiyorsun, canın istiyor - istemiyor” falan...
İnsanlığın bu mu?
Sen kendini ne zannediyorsun?
Küçücük kediye ne taslıyorsun?
Diye kendi kendime atıp tutarken...
Bi durdum...
“Kızım..” dedim kendi kendime, “Bu hikâye başka bir hikâyeye benziyor!”
Da, hangi hikâyeye?
Bu duyguyu iyi biliyorum ben, bu hareketleri falan... Aynısı hem de!
Neye benziyor, neye benziyor?..
Tamam yaa... Buldum!
“Bunu, bütün adamlar, kadınlara yapıyorlar ya!” Aynısını...
Bu da gerçek bir evlilik hikâyesi!
Ne yazık ki!