Bir yastan ötekine...
.
Bu sefer kilitlendik kaldık.
Üzüntümüzü ifade etmeye çalışmak bile zorumuza gidiyor.
Doğru kelimeye hacet yok.
Gerek de yok...
Belki yürekten gelen samimi bir tek kelime yeter:
“Üzülüyoruz...”
Üç beş densizin faşist yaklaşımları bile sinirlendirmiyor bizi...
Onları yerin dibine batıracak cümleyi de aramaya gerek yok.
Onlara da tek kelime yeter:
“Zavallılar...”
Bir felaketten
ötekine...
Bir yastan diğerine...
Bir acıdan başka bir acıya...
Hangisine daha fazla üzüleceğiz ki?
Şehitlerin acısı soğumadan...
Hatta onlar hâlâ
ölürken...
Önceki gün 2, dün
4 şehidimiz daha...
Görmüşsünüzdür, TSK’nın rutin “şehit“ ilanlarında...
Belki bugün de şehit vereceğiz, belki depremde hayatını kaybedenlerin sayısı daha da artacak.
Üzülmek yetmiyor
artık!
İsyan da anlamsız!
Kime ne diyeceğiz?
Kimden hesap soracağız?
Biz sorsak, kim cevap verecek?
Hep aynı hikâye...
Yanlış yapılanma...
Buna izin verenler...
İzin verenlere ceza vermeyenler...
Ceza vermeyenlere oy verenler...
Ve bütün olup bitenleri seyredenler...
Seyrettikleri de ne?
O kanalda başka, bu kanalda bambaşka!
TRT’de hükümet yetkililerini seyretse, bütün yardımlar tamam, herkesin çadırı, ısınması, yiyeceği, içeceği karşılanmış.
Öteki kanalda, “Buraya çadır madır gelmedi, hatta kimse uğramadı” diyen insanlar...
Kızılay Başkanı, “1 sene boyunca buradayız, ancak toparlarız” diyor.
Bir televizyoncu, “Önümüz kış, bu felaket yakında unutulur, asıl o zaman yardım lazım”
diyor.
Unutmayı da kanıksamışız.
Peki biz;
Hangisine inanacağız?
Hangisine üzüleceğiz?
Peki hangisini daha çabuk unutacağız?