Şampiy10
Magazin
Gündem

Google artık cebimizi de izliyor

Sanal alem çıktı mertlik bozuldu. Zaten attığımız her adım kayıt altında. Google bunu biraz daha öteye taşımaya hazırlanıyor. Kişisel hayatın gizliliği uçtu gitti...

Bir süredir internette gezen trajikomik bir hikaye var. Dokunmadan alıntılıyorum.

Gordon Pizza mı?

Hayır efendim Google Pizza!

Yanlış numaraymış, kusura bakmayın.

Hayır efendim doğru, Google olarak Gordon Pizza’yı satın aldık. Her zamankinden mi efendim?

Ne yani, ne sipariş edeceğimi biliyor musunuz?

Elbette. Son 5 keredir aynı siparişi vermişsiniz.

Tamam aynen öyle olsun!

Size onun yerine kuru domatesli, biberli sebzeli pizza göndersek? Bakıyorum da kolesterolünüz 300’ün üzerinde, üreniz de yüksek.

Nereden biliyorsunuz ki?

15 gün önce check-up yaptırmışsınız, ona baktım. Üstelik ilaçlarınızı da pek almıyorsunuz. 30 tabletlik kolesterol ilacınızı alalı 90 günü geçmiş.

Sonra tekrar aldım, hem size ne?

Sonra tekrar almamışsınız, kredi kartı harcamalarınıza baktım.

Yahu nakit aldım. Onun kaydı yoktur.

Nakit de almış olamazsınız 45 gündür bankadan nakit çekmemişsiniz.

Gına geldi. Çekip dünyanın ücra bir köşesine gideceğim. Ne internet, ne Google kafamı dinleyeceğim. Yeter be!

Biraz zor efendim. Pasaportunuzun süresi dolmuş...

İçimizden “Yok artık” desek de işler bu noktaya doğru hızla gidiyor. Fotoğraflarımız, yazışmalarımız, hatta kredi kartı ekstrelerinden, test sonuçlarına e-postalarımıza gelen tüm bilgiler, kısacası hayatımızın neredeyse tamamı sanal alemde. Arama devi Google’dan gelen son haber bu düşünceyi iyice pekiştirdi. Google milyarlarca kredi kartı bilgisinin incelendiğini bu sayede satın alma alışkanlıklarının da anlaşılmaya çalışıldığını duyurdu.

Reklam yapılan ürünü alıyor muyuz?

Aslında çok somut bir amacı var Google’ın. Herkes farkındadır şirketin reklam konusunda çok ince bir algoritması var. Sizinle ilgili bilgiler toplayıp size uygun reklamların karşınıza çıkmasını sağlıyor. Şimdi “Bu reklamları gösteriyorum ama ne kadar işe yarıyor” sorusunun cevabını bulmak istiyorlar. Bu yüzden de reklamını gösterdiği ürünlerin satın alınıp alınmadığını kredi kartı ekstrelerimizden kontrol edecekler. Örneğin bir kullanıcıya 3 gün aynı deterjanın reklamını gösterdikten sonra, marketten o deterjanı alıp almadığı tespit edilmeye çalışılacak.

Kaçmak için ne yapmak lazım?

Tartışma büyük. İnsan hakları savunucuları bunun kişisel hakların gizliliğine aykırı olduğunu savunuyor. Google ise yıllardır üzerinde çalışılan yazılım sayesinde, anonim olarak ürünlerin karşılaştırıldığını iddia ediyorlar. Peki, bu uygulamadan nasıl kurtulacağız? Google hesabınızın reklam ayarları kısmına girmeniz yeterli. ‘Reklam Kişiselleştirme’ sekmesini kapatarak verilerinizi bir nebze de olsa korumaya alabilirsiniz.

Yazının devamı...

Mal mülke değil anılara odaklanıyoruz

Yeni nesil 'deneyim' peşinde. Bunu da sosyal medyadan paylaşıyor. Adı ise hayatı ‘Instagramlanabilirliğine’ göre yaşamak...

Eli para görmeye başlayan Y kuşağı olarak pazarlama trendlerini epey değiştirdik. 17-37 yaş arasındaki bu nesil öncekilerden çok farklı. Düşünün bir önceki kuşak Madonna'nın 1984'te patlattığı Material Girl şarkısıyla büyümüş. Çoğu dünyayı 'maddiyat' üzerinden tanımlamış. Zenginlik yatlar, katla, lüks saatlerle ölçülmüş. Ama artık bunların gösterişinin yapıldığı günler geride kaldı. Trend hayatı dolu dolu yaşamak ve bunu da sosyal medyada bol bol paylaşmak!

En güzel anılar deneyimlerde yaşanıyor

Instagram sayfamızı azıcık kaydırmak bile yetiyor. Sanki tüm listemiz dünyayı geziyor. Yurtdışındaki müzik festivallerinden, sırt çantasıyla Güney Amerika turuna, köylülerle hasattan, dalış kurslarına... Parası olanın o parayı yatırdığı yer artık çok farklı. Bu grup için mutluluk, ne sahip olduklarında ne de kariyerde. ABD merkezli Harris Group'un yaptığı araştırma bu konuda net. Y kuşağının yüzde 78'i 'bir şey' almaktansa parasını deneyimleyebileceği şeylere yatıracağını söylüyor. Bu oran diğer nesillerde yüzde 59 civarında. En güzel anıları sorulduğunda da çıkan sonuçlar şaşırtıcı değil. Yüzde 77 için en unutulmaz an konser ya da tatil gibi bir deneyimleri.

Festivallere yılda bin lira gözden çıkıyor

Anlamlı ve mutlu bir hayat yaşamak için bir şeyler yaratmalı, paylaşmalı ve anı biriktirmeliler. Mesela araştırmaya katılan Y kuşağı mensuplarının yüzde 69'u evde bir akşam geçirmektense dışarıda arkadaşlarıyla olmayı daha değerli görüyor. Özellikle festivaller bu konuda büyük önem taşıyor. Bir başka araştırmaya göre biletinden giyim kuşamına, Y kuşağının festivaller için yıllık harcaması kişi başı ortalama 924 lira. Her 4 kişiden biri yılda 4 festivalden fazlasına gidiyor. 3'te biri ise en az bir kez yurtdışında bir festivale katılmış. Üstelik bu da yetmiyor. Yüzde 72'i önümüzdeki yıl deneyimledikleri şeyler için ayırdığı bütçeyi daha da artıracağını söylüyor.

Önemli olan sahip olunan maddi şeyler değil deneyimlerdir.

Tatili sosyal medyaya göre seçiyoruz

Sadece yaşamakla da kalmıyorlar. Anları arkadaşlarla paylaşmak da önemli. Bir şey deneyimlerken yanlarında dostların olması önem taşıyor, evet. Ama öyle olmasa da çare var: Sosyal medya. Öyle ki bu konudaki takıntılarımız iyice artmış durumda. İngiliz sigorta şirketi Schofields Insurance'ın araştırmasına göre yeni neslin yüzde 40.1'i tatile gidecekleri yeri bile Instagram'da ne kadar çok fotoğraf paylaşabileceklerine göre seçiyor. Bunun için İngilizce bir kelime bile yaratılmış: Instagrammability, yani Instagramlanabilirlik. Araştırmada gezilip görülecek yerlerin çokluğu diyenlerin oranı ise sadece yüzde 3.9! 2014'ten kalma bir araştırma daha var konuyla ilgili. Katıldıkları bir etkinlik ya da deneyimledikleri bir anıyla ilgili sosyal medyada paylaşım yapanlar incelenmiş. Y kuşağının yüzde 60'ı paylaşım yapmış. O yıl 35-44 yaş arası olan bir önceki kuşakta ise oran yüzde 45'miş.

Para yetmeyince paylaşmak iyi seçenek

Bütçe festivallere ve tatillere gidince, kalan paranın yönetimi büyük önem taşıyor haliyle. Bu yüzden de deneyime katkıda bulunacak şeyler ya kiralanıyor ya da ikinci el alınıyor. Tatile giderken otelde kalmak yerine birinin lüks villası birkaç günlüğüne kiralanıyor ya da enfes fotoğraflar çekecek su altı kamerası yarı fiyatına başka birinden satın alınıyor. Bu işlere yarayacak telefon uygulamaları ve internet siteleri her geçen gün daha da yayılıyor. Anlayacağınız kendi aralarında paylaşmak üzerine kurulan bir ekonomisi var Y kuşağının. Üstelik bu daha başlangıç. PricewaterhouseCoopers bu 'paylaşma' pazarının 2025'te 335 milyar dolar olacağını tahmin ediyor.

Yazının devamı...

Devir siber suç devri

Eskiden milyoner olmanın yolu mirastan ya da piyangodan geçerdi. Ama artık dönem hackerların. Geçen haftaki siber saldırıların baş şüphelisi ise Kuzey Kore lideri Kim Jong Un!

Son dönemde siber alemde tehlike çanları çalıyor. Geçen Ekim'de dünya çapındaki saldırıda internete girebilen akıllı ev aletleri dahil birçok cihaz hacklenmişti. Uzmanlar "Hackerlar bir şey denedi ama ne olduğunu sonra anlayacağız" demişlerdi. Daha bunun şokunu atlatamadan yenisi geldi. Aynı haftada hem Disney gibi bir dünya devi hacklendi, hem de 300 bini aşkın bilgisayar WannaCry yani “Ağlamak İstiyorum” isimli fidye yazılımdan etkilendi. Virüs tüm bilgileri şifreledi, silinmemesi için kullanıcılardan 300 dolar istedi. Yani amaç 90 milyon dolar 'fidye' toplamaktı. Yetkililer "Sakın ödemeyin" diye haykırsa da bu yazıyı yazdığım sırada “howmuchwannacrypaidthehacker.com” adresine göre hackerlera 90 bin doları aşkın para yollanmıştı.

Bilgisayar başında 330 bin lira kazandılar

WannaCry saldırısında 150 ülke etkilendi. Dünyaca ünlü anti virüs şirketi Kaspersky Lab'e göre saldırıların yüzde 66'sı Rusya'yaydı. Ama İngiltere'nin sağlık sistemi çöktü, Fransa'da Renault fabrikasında üretim durdu. Çin'de trafik polisi ve okullar olumsuz etkilendi. Milyonlarca dolarlık zarar oldu. Birçok kişiye göre bu, artık sadece yeni nesil terör saldırısı değil, yeni nesil köşeyi dönme yöntemi de... Eskiden zeki olan ticaret yapıp para kazanırdı. Şimdi ise işin içine 'kodlar' girdi. Nitekim hedefe göre küçük olsa da sadece birkaç gün içinde, hackerlar tam anlamıyla oturdukları yerden 330 bin lirayı aşkın para kazanmış oldu. Üstelik uzmanlar uyarıyor. Paranın tadı tatlı geldiyse bu daha başlangıç olabilir.

Kuzey Kore’nin dünyaya açılan bir internet sistemi yok.

Netflix fidyeyi ödemedi, dizisi sızdı!

Geçen haftanın tek siber saldırı haberi WannaCry değildi. Firmaların hacklenip kullanıcı bilgilerinin çalınmasına (maalesef) alıştık ama artık o siber saldırıların da hedefi değişti. Geçen hafta para için çok sansasyonel başka hacklemeler de oldu. Sanal korsanlar Disney'i hackledi ve 26 Mayıs'ta gösterime girecek Karayip Korsanları serisinin yeni filmini 'rehin' aldı. Filmi yayınlamamak için fidye istediler. Disney ise istenen fidye rakamını açıklamadı ancak FBI ile temasta olduklarını, fidyeyi ödemeyeceklerini duyurdu. Geçen haftalarda da Netflix hacklenmiş, 60 bin dolarlık fidye ödenmeyince de Orange is the New Black dizisinin yeni sezonu internete sızdırılmıştı.

Kuzey Koreli hackerlar para çalıyor

Peki, son dönemde artan bu siber saldırıların arkasında kim var? En ön plana çıkan yanıt Kuzey Kore'nin lideri Kim Jong Un. İddiaya göre tüm bunlar onun emriyle yapılıyor. Bu, ülkede yeni bir gelir kapısı olmuş durumda. Ülkenin dünyaya açılan bir internet sistemi yok. Ülke içinde belirli sayıda sitenin olduğu bir 'intranet' var. Bunu kendi avantajlarına çevirdikleri konuşuluyor. Kendileri etkilenmeyecekleri için hayli 'cüretkar' saldırılar düzenleyebiliyorlar. Eskiden siyasi hedeflerle siber saldırı yapılırdı. Devlete ait siteler ya da medya kuruluşları hacklenip, mesajlar yayınlanırdı. Hatırlarsınız 2014'te Sony, Kim Jong Un'un öldürüldüğü The Interview filmi nedeniyle hacklenmiş, dönemin ABD Başkanı Obama doğrudan Pyongyang yönetimini hedef almış hatta yeni yaptırımlar bile uygulanmıştı. Ancak artık işin içine para girdi. İddiaya göre küresel sisteme dahil olmayan Kuzey Kore bu saldırılar sayesinde piyasadan döviz toplamaya başladı. New York Times Gazetesi'nde yayınlanan bir araştırmada Kuzey Koreli hackerların bugüne kadar çoğu ABD'li 20'ye yakın bankanın sistemine girip para çaldıkları iddia ediliyor. Güney Kore istihbaratına göre Kuzey Kore'nin 9 bine yakın resmi 'devlet hackerı' var. Hackleme, şantaj, dolandırıcılık ve online kumarla yıllık en az 860 milyon dolarlık gelir elde ediyorlar.

Yazının devamı...

Küresel ısınma sofranın da tadını kaçırdı

Küresel ısınmayla tarım alanları değişiyor. Hazır olun sofralarda da radikal değişime gidiyoruz. Yeterli vitamini almak için artık bambaşka şeyler yiyeceğiz. Sofranızda denizanası salatası ve keçiboynuzlu jöleye yer açın.

2050’de dünyü nüfusu 10 milyar olacak. Tarım alanları azalacak. Farklı besin kaynaklarına yönelmek zorunda kalacağız.

Bundan birkaç yıl öncesine kadar belki sadece uzmanların yorumlarında duyuyorduk. Ama iklim değişikliği artık hayatımızın tam içinde. Nisan ortasında kar yağdırıyor. İlkbahar yaşamadan yaz sıcaklarına geçiliyor. Mevsimlerin de doğanın da dengesi bozuldu. Ama maalesef bunlar yine iyi günlerimiz. Önümüzdeki yıllarda sadece gardıroplarımıza değil, soframıza da etkisi artacak. Çünkü çok değil 2050 yılında neredeyse 10 milyar olacak dünya nüfusu. Ama hem sıcaklıklar yüzünden hem de okyanusların yükselip ısınması nedeniyle tarım alanları azalacak. Biz de gerekli vitamin ve mineralleri olmak için 'farklı' kaynaklara yönelmek zorunda kalacağız. Anlayacağınız alışkanlıklarımızı bir kenara bırakma vakti geldi. Yepyeni sofralara hazır olun.

Et yerine yosun yiyeceğiz

Peki, gelecekte hangi yiyecekler olacak, hangileri ısınan hava ve yükselen sularla birlikte yok olup gidecek? Wist'e göre en büyük fark hayvansal proteinde olacak. Bizler için en önemli protein kaynağı et. Ancak önümüzdeki yıllarda hayvanların sayısının artan nüfusa yetmeyeceği aşikar. Bu nedenle de protein açısından zengin farklı besinlere yönelmek zorunda kalacağız. En ön plana çıkan yiyecek yosun. Çünkü ne temiz suya ihtiyaç duyuyor ne de bakıma. Kendi kendine ürüyor. Üstelik protein açısından çok zengin. Bu nedenle özellikle salatalarda bol bol karşımıza çıkacak. Uzmanların önerisi yosun ve deniz lahanası salatası.

Çikolataya veda edebiliriz

Korkunç haber! Ama maalesef küresel ısınmanın en büyük etkilerinden biri de kakao ağaçlarına. Sıcaklıkların yükselmesiyle ağaçların büyük bir kısmı kuruma tehlikesiyle karşı karşıya. Bu nedenle de önümüzdeki yıllarda çikolata olmayabilir! Tatlı ihtiyacımızı gidermek için ise keçiboynuzu, çikolatanın yerini alacak. Projeyi yapanlara göre geleceğin tatlısı ise keçiboynuzlu agar (su yosunundan yapılan jöle gibi bir tür jelatin).

Geleceğe dönük bir mönü

Allie Wist isimli 29 yaşında genç bir sanat yönetmeni yapmış projeyi. Küresel ısınmanın günlük hayata nasıl etkileri olacağını düşünürken bulmuş fikri. Yemek herkesin hassas noktası olunca, bu alanda yapacağı bir projenin dikkat çekeceğini fark etmiş. Bir distopya yaratmaya karar vermiş. Onlarca kitap ve makale okuduktan sonra da geleceğe dönük bir mönü hazırlayıp, ekibiyle birlikte tek tek fotoğraflarını çekmişler. Ortaya da Flooded yani 'Su Basmış' isimli bu proje çıkmış. Böylece en önemli rutinlerimizin bile nasıl değişeceğini yüzümüze vurmuş.

Denizanasından salata yenecek

Okyanus sularının sıcaklığı arttıkça asiditesi de artıyor. Bu da birçok deniz canlısı yok olurken, aksine denizanalarının artacağı anlamına geliyor. Yüzerken büyük sıkıntı. Ama bunu avantajımıza çevirebileceğimiz yerler de var. Mesela sofrada. Madem çoğalacaklar bari bir işe yarasınlar değil mi? Projenin yaratıcıları denizanası salatası için mükemmel tarifi de bulmuş. Normal salata malzemelerine denizanası, kornişon ve soya sosunu ekleyin yeter.

Bol bol mantar yiyeceğiz

Hava ısınıp, nem azaldıkça tarlalarda yetişecek ürünler de sınırlanacak. Böyle bir durumda mantarlar imdada yetişecek. Neticede her ortamda yetişebiliyor oluşları büyük bir şans. B ve D vitamini açısından çok zenginler. Bu yüzden de sofraların vazgeçilmezi olacaklar. Üstelik mantarlar sadece bize değil doğaya da faydalı. Topraktaki zararlı toksinleri de yok etme özellikleri var.

Midye tava değil istiridye türlüsü

Protein için bir başka önemli kaynak ise istiridyeler olacak. Yosun ya da su teresiyle birlikte türlü gibi tencerede pişirip bol bol yiyeceğiz. Kabuklu oldukları için küresel ısınmadan daha az etkilenmeleri bekleniyor. Kıyıda rahat rahat bulunabilecekler. Üstelik doğa için de faydaları büyük. Kıyılarda erozyonu engelliyorlar. Süzerek beslendikleri için sudaki bakterileri, tortuları hatta petrol sızıntılarını bile çekiyorlar. Böylece hem diğer canlılar için daha sağlıklı bir yaşam alanı oluşuyor, hem de su temizleniyor.

Yazının devamı...

Yoksa siz de mi sosyal medya narsistisiniz?

Facebook'ta binlerce arkadaşı olan, Instagram'da Snapchat'te durmadan güncelleme yapanlar, farkına varmadan narsisizmin ağına düşmüş olabilirsiniz.

Hepimizin arkadaş listesinde mutlaka 'o' insanlar vardır. Bir mekanın kapısından girdiği anda check-in yapan. Yemeği soğutma pahasına farklı farklı açılardan onlarca poz çeken. Her giydiği kıyafetle ayrı selfieler yapan... Bir de durmaksızın bebeklerinin fotoğraflarını paylaşanları var ki ona hiç girmeyeyim bile... Yapacak bir şey yok sosyal medya artık günlük hayatımızın vazgeçilmez bir parçası. 2016 sonu itibariyle Facebook'a üye olanların sayısı 2 milyarı geçti. Instagram'a düzenli olarak günde 500 milyon fotoğraf yükleniyor. Twitter'ın 300 milyon aktif kullanıcısı var. Önceki nesillere göre çok farklı hayatlar yaşıyoruz. Bu nedenle de farklılaşıyoruz. Uzmanlar sosyal medya kullanımının karakterimizi de değiştirdiğini söylüyor. Onlara göre en ukala ve kendini beğenen nesil olarak tarihe geçecek bu jenerasyon. Üstelik nedeni de sosyal medya. İçimizde ne kadar mutsuz olsak da dışarı bambaşka bir hayat yansıtıp, durmadan 'mükemmel' yaşamlarımızdan kareler paylaşıyoruz. Kendimizi olduğundan farklı lanse ediyoruz. Ama meğer o iş öyle değilmiş. Yani paylaşım yaptıkça karakterimiz değişmiyormuş. Sosyal medyanın en aktif kullanıcıları zaten kişilik bozukluğu olanlarmış.

Yapılan en kapsamlı araştırma

Almanya'nın Würzburg ve Bamberg Üniversiteleri bünyesinde yapılmış araştırma. Bugüne kadarki en kapsamlı olanı diye geçiyor. Çünkü bu konularda yapılan 57 farklı araştırmayı toplayıp ortak bir sonuca varmışlar. 25 bin kişilik dev bir denek grubu söz konusu. Bu nedenle de sonuçların doğruluk oranı yüksek. Bulgular çarpıcı. Buna göre sosyal medyada gereğinden fazla zaman geçiren kişilerin büyük bir kısmında kişilik bozukluğu var. Çoğu kendini aşırı beğenme olarak tanımlanan narsisizmden muzdarip.

Fotoğrafını sık değiştirenlere dikkat

Sürekli selfieler çeken ya da düzenli olarak profil fotoğrafını değiştiren bir arkadaşınız varsa dikkatli olmanızda fayda var. Belki de bugüne kadar zannettiğiniz gibi bir sosyal medya tutkunu değil de, aldığı 'like'larla kendini tatmin etmeye çalışan bir narsisttir. İlgi dağıldığı anda da yeni bir fotoğraf yükleyerek rüzgarı tekrar estirmeye çalışıyordur. Sadece fotoğraf yüklemek değil. İnsanların paylaşımlarının altına çok sık 'boş' yorumlar yapanlar için de aynısı geçerli. Sadece isimlerinin görünmesi ve dikkat çekmek bile birçok narsistin kendini tatmin etmesi için yeterli.

Kendilerini onaylatmak istiyorlar

Peki, gerekçe ne? Araştırmacılara göre narsist olan kişiler kendilerini seçilmiş olarak görüyor. Çok yetenekli, dikkat çekici ve başarılı olduklarına inanıyorlar. Haliyle bunu da etrafındakilerle paylaşıp, aldıkları beğenilerle kendileri hakkındaki bu düşünceyi onaylatmak istiyorlar. Hal böyle olunca da sosyal medya onlar için vazgeçilmez bir nimet. Çünkü kendilerini 'sunabilecekleri' çok geniş bir kitleye hitap ediyorlar. Üstelik kendi istedikleri bilgileri seçerek yayınlama imkanları var. Yani kendi imajlarını, kendi yaptıkları paylaşımlarla bizzat oluşturuyorlar.

Online narsisizm tehlikesi

Bu kişiler çoğu zaman hayatlarının her alanıyla ilgili paylaşım yapmak isterler. Ne yediklerinden, nereye eğlenmeye gittiklerine, evlerinin dekorundan, okudukları kitaba her şey bilinsin isterler. Çoğu zaman da hayatlarıyla ilgili fazlasıyla mükemmel bir tablo çizerler. Ancak durumun tehlikeli boyutlara vardığı durumlar da var. Çünkü narsist biri hayatının mükemmel olduğunu ortaya koymaya çalışırken 'yanlış' yollara da sapabilir. Sıradan bir ana 'renk' katma çabası yerine işin içine yalanların girme ihtimali bulunuyor. Daha fazla dikkat çekmek için olayları farklı yansıtmak da ayrı bir bağımlılığa dönüşme riski taşıyor. Bu zamanla kişiyi kronik bir yalancıya dönüştürebilir. Bu yüzden de dikkatli olmakta fayda var.

Yazının devamı...

Kukla ve tuvalet kâğıdı için bile referandum yapıldı

Merkür retrosunda referanduma gidiyoruz, işler karışık, tansiyon yüksek. Kolay değil bir ülkenin kaderi değişecek. Ama tabii her zaman bu denli kritik nedenlerle gitmiyor halk sandık başına. Gelin tarihin en ilginç referandumlarına bir göz atalım.

Kuklası için mücadele eden polis

San Francisco'da bir kişinin azmi, ülkeyi referanduma götürdü. Yıl 1993. Polis departmanı polislere sokakta devriye gezerken 'görünür' olma ve halkın güvenini kazanma talimatı verdi. Bunun üzerine polis memuru Bob Geary de cin bir fikir buldu. Kendisine bir kukla yaptırdı. Adını da Brendan O'Smarty koydu. Sokaklarda o kuklayla gezip çocukların sevgilisi oldu. Herkes tarafından tanındı. Bir süre sonra polis şefi değişti. Yeni gelen şef utanç verici olduğunu söyleyerek kuklayı yasakladı. Geary ise direndi. 10 bin imza toplayıp olayı referanduma götürdü. Çekişmeli geçen sandıktan yüzde 51 ile Geary'e izin çıktı. 2000 yılında emekli olana kadar sokaklarda kuklası Brendan O'Smarty ile devriye gezdi, fenomen oldu.

Tuvalet kağıdı nasıl asılmalı?

Tuvalet kağıdı için de referandum yapılır mı demeyin. Yapan var. 1997 yılında Kanada’nın Saskatoon kentinde seçimler için şehre yeni bilgisayarlı seçim makineleri getirilmişti. Seçim öncesi denenmesi gerekiyordu. Bari bir işe yarasın denildi ve halkın tuvalet kağıtları konusundaki fikri alındı. Kamuya açık alanlarda asılan tuvalet kağıdının sarkan kısım rulonun üstünde mi yoksa altında mı olmalı diye soruldu insanlara. Yüzde 80, "Üstünde" dedi.

Beş yılda 60’a yakın referandum

Referandumların en tuhaf örnekleri İsviçre'den... Doğrudan demokrasinin en doğru uygulandığı ülke tabii. Vekillerin çıkardığı bir yasa 50 bin imzayla, sıfırdan yepyeni bir konu ise 100 bin imza toplanırsa halka soruluyor. Öyle ki son 5 yılda 60'a yakın önemli referandum düzenlendi ülkede. 2012'de yüzde 87.1 "Kumar gelirleri sadece toplum yararına projeler için kullanılabilir" dedi. Yine referandum kararı ile Zürih'te belirli park alanlarına seks işçilerinin kullanması için 'seks kutuları' yerleştirildi, okullarda müzik dersi zorunlu oldu. Geçen yılki referandumda İsviçre vatandaşı olan ya da ülkede yasal izinle 5 yıldır yaşayan herkese çalışmasa da asgari 2 bin 500 dolar maaş ödensin denildi. Öneri yüzde 76.9 oy oranıyla reddedildi.

Porno filmi için sandık kuruldu

ABD'de Kasım ayındaki başkanlık seçimleri aslında birçok eyalet için de bir fırsata dönüştü. Başkanın yanı sıra bir sandık da eyalet meseleleri için kuruldu. Ciddi konular da vardı, “ilginç” örnekler de. Mesela Kaliforniya’da 19.4 milyon kişi porno filmlerde prezervatif kullanımının zorunlu olup olmaması konusunda oy kullandı. Yüzde 53.7 “Olmasın" dedi. Kansas ve Indiana yüzde 81.3 ile balık tutmayı ve avlanmayı anayasal bir hak olarak tanımladı. Arkansas'ta ise dert, valinin şehir dışına çıktığında tüm yetkinin vekiline kalıyor olmasıydı. 2013'te vali bir toplantı için başkent Washington'a gittiğinde, yardımcısı onun karşı çıktığı bireysel silahlanma yasasını onaylamış, kıyamet kopmuştu. Neyse ki yüzde 72.4 oy ile durum düzeltildi.

Çocuklara tokat suç sayılmadı

Yeni Zelanda 2009'da halk oylaması için sandık başındaydı. Halka, "Ebeveynlerin çocuklarını iyi yetiştirmek için tokat atması ceza gerektiren bir suç olarak sayılmalı mı," diye soruldu. Sorunun kendisi bile büyük tartışma yarattı. İyi yetiştirmek fiili insanları otomatik olarak hayır cevabına itiyor denildi. Dönemin başbakanı "Böyle soru olmaz" diyerek oy kullanmadı. Neticede yüzde 88 ile hayır çıktı.

Yazının devamı...

Kuzey Kore’nin perdesi aralandı

Kuzey Koreli bir yazar yazdı, aktivistler sayfa sayfa ülke dışına kaçırdı. Kuzey Kore’deki gizemli hayatı anlatan ilk kitap yok satıyor.

Yıllardır sadece devlet televizyonu ne yayınlarsa, o kadarını biliriz Kuzey Kore hakkında. Kimi zaman bir liderin cenazesinde kendinden geçercesine ağlayanlar yansır kameralara, kimi zaman füze denemesini büyük coşkuyla kutlayanlar... Kapalı kapılar ardında, gerçekte neler yaşandığı hep büyük merak uyandırır. Çünkü büyük izinlerle ülkeye gidebilen ve yetkililer tarafından gezdirilen “turistler” bile sadece izin verilirse, belirtilen açıdan birkaç kare fotoğraf çekebilir. Aksi casusluk nedeniyle hapis cezası demektir. Bu gizemli ülkedeki yaşamla ilgili devrim niteliğinde bir gelişme yaşandı geçen ay. O perde ilk kez aralandı.

Filmleri aratmayan kaçırma

Kuzey Kore’de yaşayan biri, yazdığı hikayeleri ülkeden kaçırmayı başardı. Haliyle ismi belli değil. Bandi takma ismini kullanıyor. Korece ateş böceği demek. Ateş böceği gibi karanlığı aydınlatmayı amaçlıyor. Kitabını ülke dışına çıkartmasının ilginç bir öyküsü var. Bandi ülkeden kaçmayı planlayan bir akrabasından yazdığı bu kitabı da ülke dışına çıkarmasını istemiş. Ama idamdan korkan kadın cesaret edememiş. Sınırda Çin polisi tarafından gözaltına alındığında, Bandi’den ve kitabından bahsetmiş. O sırada bölgede iltica işlemlerine yardım etmek isteyen Güney Koreli insan hakları aktivistleri varmış. Planlar yapılmış, Çinli bir grupla anlaşılmış. 750 sayfa, Kuzey Kore’nin propaganda kitaplarının aralarına konularak, zaman içinde Çinli turistler tarafından peyderpey ülkeden kaçırılmış.

Kitap şimdiden yok satıyor

2013’te kaçırılan bu kitap ilk olarak Güney Kore’de basıldı. Türünün ilk örneği oldu. 7 hikayeden oluşan kitap geçen ay İngilizce’ye de çevrildi. “The Accusation” yani “Suçlama” şimdiden Amazon’un en çok satanlar listesinde. Şu an 18 ayrı dilde, 20 ülkede satılıyor.

Önümüzdeki aylarda kaçırılan metinlerden derlenen bir şiir kitabı da çıkacak. Yazarla ilgili çok az bilgi var. Gerçek mesleğinin de yazarlık olduğu söyleniyor. Yıllarca Kuzey Kore’de hükümete bağlı bir dergide yazmış. Şimdi emekli. Hikayeler 1989 ile 1995 yılları arasında geçiyor. Tam da ülkede büyük bir kıtlığın yaşandığı, zorlu bir dönem... Bu nedenle de önemli bir zaman dilimine ışık tutuyor. Üstelik Bandi’nin sergilediği büyük bir cesaret örneği. Çünkü kimliğinin ortaya çıkması ülkede idam edilmesi anlamına geliyor.

Pyongyang’dan İstanbul’a selam var

Kitaptaki hikayelerin hepsi kurgu. Fakat karakterlerin rutinleri, aslında Kuzey Kore’deki hayatın detaylarını da ortaya koyuyor. Farklı sınıflardan ve yörelerden gelen değişik insanların öyküsü var her sayfada. İşçi de var, Pyongyang’ın en elit kesimi de. Kimi çok zengin, kimi ölmek üzere olan annesini görmek için ‘seyahat izni’ bile alamayacak kadar çaresiz. Hatta bir hikayede İstanbul’un da adı geçiyor. Marx’ın anıldığı bir törende bebeği ağladı diye şehirden sınır dışı edilen ana karakterimiz “doğduğum topraklar artık Tokyo ya da İstanbul kadar bana uzak” diye hayata isyan ediyor.

Mezara koyacak çiçek bulmanın hikayesi

Bir başka hikayede ise, karakterler ülkenin kurucusu Kim Il-Sung’un 1994’teki ölümünden sonra anıtına sabah, öğle, akşam çiçek bırakıyor. Çünkü izlendiklerinin farkındalar. Ülkede çiçek kalmayınca hepsi daha fazla çiçek bulmak için dağlara çıkıyor. Öyküde de işte bu zorlu süreç anlatılıyor.

Muson yağmurlarına yakalananlar, yaşanan toprak kaymasıyla hayatını kaybedenler olsa da suçlanmamak için çiçek arayışından vazgeçen olmuyor. Bir başka hikayede ise bir çiftçi günlerini çocuklarını görmeden tarlasında çalışarak geçiriyor. Ancak o sene hasat alamayınca devrim karşıtı olmakla suçlanıp tutuklanıyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.