Şampiy10
Magazin
Gündem

Dikkat dikkat, bir ruj maaşınızı artırabilir

ABD’de yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre; bakımlı kadınların diğerlerine göre ayda 5 bin lira daha fazla kazanabileceği ortaya çıktı.

Alta baz ve nemlendirici sür; fondöten tek başına yetmez bir de gölgelendirme yap; makyajın bitince mutlaka sabitle... Kaş köpüğünden, şeffaf pudraya ne işe yaradığını anlamadığım onlarca makyaj ürünü var artık. Eskiden bir allık, maskara bakımlı olmak için yeterliyken, şimdi büyük bir ritüel gerekiyor hazırlanmak için... ABD’de yapılan araştırmalara göre bir kadın kozmetik ürünlerine hayatı boyunca 15 bin dolar harcıyor. Ama meğer bu aslında kazandıklarımızın yanında bir hiçmiş.

Daha önce birçok kez yapılmıştır benzer araştırmalar. Güzellik maaş üzerinde nasıl etkiye sahip diye. ABD’li iki sosyolog Jaclyn Wong ve Andrew Penner tarafından bu kez sadece güzelliğin değil, bakımlı olmanın da etkisi araştırıldı. Hem de 14 bin kişi gibi geniş bir örneklem üzerinde. Sonuç yine benzer. Sadece doğuştan gelen güzellik değil, bakımlı olmak da maaş üzerinde büyük etkiye sahip.

Bakımlı olan daha yüksek miktarda maaş alıyor

Yıllardır yapılan araştırmaların sonuçlarına göre güzel ve yakışıklılar diğerlerine oranla yüzde 20 daha fazla maaş kazanıyor. Ancak işin içine bakım girince işler karışıyor. Mesela çekici bir kadın olmayabilirsiniz. Yapılan bu araştırmaya göre maaş artışı için süslenmek yeterli. Makyaj yapmak, bakımlı saçlara sahip olmak ve tarz giyinmek gibi... Bu yıllık gelirinizi ortalama 22 bin dolar yani yaklaşık 66 bin lira artırıyor. Hatta bu konuda normalde güzel olmayan kadınlar doğuştan güzellere oranla daha avantajlı. Erkekler için ise iyi haber. Fiziksel olarak çekici olmanın neredeyse hiç etkisi yok. Maaşınızın yükselmesi için bakımlı olun yeter.

İyi görünmek hayatın her alanında işe yarıyor

Bu araştırma ne ilk ne de son. Daha önce onlarca araştırma hep benzer sonuçlar koydu ortaya. Mesela daha güzel ve yakışıklılar hayatın birçok alanında avantajlı. Okulda daha popüler olmakla kalmayıp daha yüksek notlar alıyorlar. İşe alınmaları da terfi etmeleri de daha kolay oluyor. Bir başka araştırmaya göre iyi görünümlü insanlar mahkemelerde bile daha kısa hapis cezası alıyor.

Araştırmacılar ‘hare etkisi’ diyor

Araştırma kolay da peki, neden böyle oluyor bir de ona bakmak gerek. Bu konuda birçok farklı yorum var. En çok üzerinde durulan ‘hare etkisi’. Ne mi bu? Bir kişinin dış özelliklerinden yola çıkıp genelleme yapmak. Mesela dış görünüşü güzel birinin otomatik olarak iyi olduğunu düşünmek gibi... Bizde bunun atasözü bile var.

‘Kalbinin güzelliği yüzüne yansımış‘ denir. Ama işte aslında o iş öyle olmuyor. Hayat, hele de iş hayatı bize bunun aksini kanıtlayan birçok örnekle dolu...

14 bin dolar: Çekici olmayan ve bakımsız kadın

36 bin dolar: Çekici olmayan ama bakımlı kadın

23 bin dolar: Çekici ama bakımsız kadın

32 bin dolar: Çekici ve bakımlı kadın

24 bin dolar: Çekici olmayan ve bakımsız erkek

40 bin dolar: Çekici olmayan ama bakımlı erkek

Yazının devamı...

Bu diyette çikolata ve şarap serbest

Yaz kapıda. Yine kilo verme telaşı başladı. O zaman gelin sizi 2016’nın yeni trendi: Sirt Diyeti’yle tanıştırayım.

Paleo da Dukan da artık out. Bu yılın en çok konuşulan diyeti Sirt. Araştırmayı yapıp da kitabını yazan Aidan Goggins ve Glen Matten bir haftada 3 kilo vereceğinizi iddia ediyor. Üstelik bol bol bitter çikolata yiyip, şarap içerek… Bu nasıl diyet demeyin. Amaç sirtuin proteinlerini dolayısıyla da vücuttaki zayıflama genini harekete geçirmek. Şimdiden ünlülerin gözdesi oldu bile…

Nedir bu ‘sirt’ gıdalar?

Öncelikle ‘sirtuin’in ne olduğunu anlatarak başlayayım. Bu proteinler vücutta yaşlanmadan, hücrelerin ölümünden, iltihaplanmadan ve metabolizmadan sorumlu. Stres yaşadığımız zamanlarda hücrelerin ölmesinin önüne geçen de yine onlar. Bu diyette amaç onları çalıştırmak… Diyetin en iyi yanı çok güzel yiyeceklerin olması. Özellikle de kahve, şarap ve çikolata gibi. Kırmızı şarapta tercih Pinot Noir. Kahve sütsüz, şekersiz olacak. Çikolatadaysa yüzde 85 kakao olan bitterleri tavsiye ediyorlar.

Diyet sadece üç haftalık, sonra serbestsiniz

Üç haftadan oluşan iki aşamalı bir diyet programı… Aslında yemeyi kısıtlamıyor. Sadece ne yediğinizi seçiyor. İlk hafta biraz zorlu… Önce bin, sonra bin 1500 kalori almanız gerek. Normalde bu şekilde yağın yanı sıra kas kaybı da yaşanır. Ancak bu diyette hiç kas kaybetmiyorsunuz. İlk haftadan sonra olay bitiyor. Sadece yediklerinizin ‘sirt’ açısından zengin olduğundan emin olun yeter. Mesela salatanıza zeytinyağı eklemek, güne badem sütüyle yapılan bir içecekle başlamak ya da yeşil çay içmek en basit çözümler…

‘Sirt’li yiyecekler vücudu kandırıyor

Goggins ve Matten’ın Ocak ayında yayınladığı yeni kitaba göre göre içinde sirt olan yiyecekler vücudu bir nevi kandırıyor. Tam da yaz öncesi ihtiyacımız olduğu gibi; diyet ve spor yapıyormuşsunuz havası yaratıyor. Böylece kilo verme hızı artıyor. İnanılmaz bir etkisi daha var. Yediğimiz abur cuburların vücuda verdiği zararlı etkileri ‘dengeliyor.’ Çünkü yağ hücrelerinin bölünmesini engelliyor. Üstelik enerji de veriyor. Daha ne olsun… Şöyle bir bakacak olursak, bu yiyeceklerin en çok tüketildiği yerler İtalya ve Japonya. Onlar da zaten yapılan araştırmalarda hep en sağlıklı ülkeler arasında…

İçinde bol ‘sirt’ olan yiyecekler

- Yabanmersini

- Elma

- Çilek

- Kuş üzümü

- Yeşil çay

- Maydanoz

- Roka

- Kereviz

- Lahana

- Kırmızı biber

- Soya

- Miso çorbası

- Zerdeçal

- Ceviz

- Kara buğday

- Kapari

- Sızma zeytinyağı

- Kırmızı soğan

Sirtuin proteinin diğer faydaları

Örneğin 2012’de fareler üzerinde bir deney yapılmış. Farelerin yaşam süresini yüzde 15.8 oranında artırdığı ve metabolizmayı hızlandırdığı ortaya çıkmış. Ayrıca bu proteinin Alzheimer’ı önlemekte faydalı olduğu söyleniyor. Diyabet ve kalp hastalıklarında da olumlu etkileri var. Ama her şeyin fazlası zarar... Günlük 250 mg’dan fazla sirtuin vücut için kötü. Mesela spor yapan birinin normalde tansiyonu ve kolesterolü düşecekken, fazla sirtuin sporun bu iyi etkilerini zayıflatabiliyor.

Örnek diyet programı

Gün 1-3 (Günde 1000 kalori)

Kahvaltı: Yeşil ‘sirt’li meyve ve sebzelerin suyu

Ara öğün: Yeşil ‘sirt’li meyve ve sebzelerin suyu

Öğlen: Yeşil ‘sirt’li meyve ve sebzelerin suyu

Akşam: Sirt yiyeceklerinden ana yemek, 15-20 gram bitter çikolata

Meyve-sebze suyu içtiğiniz öğünlerden biri yerine; yani kahvaltı ya da öğle yemeği yerine de ‘sirt’li bir ana yemek ekleyebilirsiniz

İkinci ve üçüncü hafta

Kahvaltı: Sirt yiyeceklerinden ana yemek

Ara öğün: Yeşil ‘sirt’li meyve ve sebzelerin suyu

Öğlen: Sirt yiyeceklerinden ana yemek

Akşam: Sirt yiyeceklerinden ana yemek

2 x Atıştırmalık: Bir avuç ceviz, çilek, yabanmersini ya da 1 elma

‘Sirt’li kahvaltı önerileri:

1) Yeşil ‘sirt’li meyve ve sebzelerin suyu

2) Pastırma, maydanoz ve hindibalı omlet

3) 10 gram bitter çikolata, ceviz ve yabanmersinli yoğurt

4) Kırmızı biber ve zerdeçallı çırpılmış yumurta

‘Sirt’li öğle yemeği önerileri:

1) ‘Sirt’li yeşil sebzelerle pişirilmiş balık

2) Sebzeli Meksika fasulyesi ve fırında patates

3) Kırmızı soğan, elma, kereviz ve cevizli salata

4) Ceviz, pesto sosu ve kırmızı soğan salatasının yanında tavuk göğsü

Sirt’li akşam yemeği önerileri:

1) Wok’ta pişirilmiş karides ve noodle

2) Domates ve chilli soslu tavuk göğsü

3) Fileto somon yanına hindiba, roka ve kereviz salatası

4) Kırmızı şaraplı bonfile, soğan ve bitkilerle kızartılmış patates

Yazının devamı...

Dünyayı ‘Mark’ kurtaracak!

Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg, şirketi için 10 yıllık planını açıkladı geçen hafta. Aslında dünyayı kurtarmak için de sırrı verdi. Meğer çare ‘Mark’mış.

Son bir yıldır hiç olmadığı kadar gergin ortalık. Artık haber dilinde kalıplaşmış bir cümlemiz var: “2. Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük mülteci kriziyle karşı karşıyayız”. Ama tek bir cümleden çok daha acı aslında hakikat. Onlar yeni bir hayat için ölümü göze alıp akın akın Avrupa’ya giderken sınırlar da bir bir kapandı yüzlerine. Yunanistan’dan sonra her ulaştıkları sınır kapısında biber gazlı müdahaleler karşıladı onları. Ülkeler ardı ardına sınırlarını güçlendirdi, polis yığdı, yeni duvarlar ördü. Biz tam bu yüksek güvenlikli devlet fikrini sorgularken Mark Zuckerberg çıktı ortaya. “Sınırları kaldıralım, insanları birbirine bağlayalım” dedi. Yine ezber bozdu.

BM toplantılarına katılıyor liderlerle görüşüp destek arıyor

Facebook’un kurucusu ve CEO’su Zuckerberg 10 yıllık kalkınma planını açıkladı geçen hafta. Herkesi birbirine bağlamak için gereken ve en önemsediği projesini anlattı üstüne basa basa. Tüm dünyaya bedava internet hizmeti sunmayı… Üç yılı aşkın süredir çabalıyor bunun için. Birleşmiş Milletler toplantıları sırasında gidip liderlerle konuşuyor, destek arıyor, para topluyor. İnternete bağlanmanın en basit insan haklarından biri olduğunu anlatıyor. Biz kendi sırça köşklerimizdeyiz tabii. İnternet kesilse elimiz ayağımız birbirine giriyor. Ama istatistiklere göre dünyada her üç kişiden sadece birinin internet erişimi var aslında. Zuckerberg 10 yıl içinde bunu tamamen değiştirmek istiyor. “Facebook olarak misyonumuz herkesi bir araya getirmek,” diyor. Birbirinden izole yaşayan toplumların döneminin geride kaldığını savunuyor. Hem de siyasetçilere çok sert mesajlarla.

Teknolojiyle duvarları yıkmak için kullanalım, örmek için değil

Zuckerberg “duvarlar örelim” ve “öteki olarak gördüklerimizden kendimizi uzaklaştıralım” fikirlerine tepki gösteriyor. “Korkakça” diye niteliyor bu tavrı. “Korku karşısında umudu seçmek cesaret ister” ifadesini kullanıyor. Daha önceki açıklamalarında Müslümanların ABD’ye girmemesi gerektiğini ve kaçak geçişleri engellemek için Meksika sınırına duvar örmeyi savunan ABD başkan aday adaylarından Donald Trump’ı doğrudan hedef almış, çok sert bir dille eleştirmişti. Bu kez isim vermese de yine hedef tahtasına Trump’ı oturtuyor. “Teknolojiyi duvarları kırmak için kullanalım; örmek için değil,” diyor. Neticede son dönemde birçok ülkenin içine kapandığını, milliyetçi duyguların, aşırı sağın yükseldiğini görüyoruz. Böyle hümanist fikirlere meğer düşündüğümüzden çok daha fazla ihtiyacımız varmış… Mark ileride siyasete de atılsa keşke. Hepimizin ondan öğrenecek çok şeyi var.

Mark Zuckerberg’den inciler

Tüm dünya içe dönmeye başlarsa, o zaman bizim insanları bir araya getirmek için daha çok çalışmamız gerekecek. Yaptıklarımızın bu kadar önemli olduğuna inanmamın nedeni bu. Duvarlar örmektense, insanların köprüler kurmasına yardım edebiliriz. İnsanları bölmek yerine onların bir araya gelmesine yardım edelim.

Yazının devamı...

Panama sızıntılarından ne öğrendik?

Dünya geçen hafta sızan Panama belgelerini konuşuyor. Tüm dünyayı kasıp kavuran WikiLeaks’in 100 katı büyüklüğünde bu sızıntı! Peki, bu süreç bize neler öğretti?

Bu dünyada kocana güvenme

Boşanma davaları zaten zordur. Hele işin içine bir de para girerse... Bu süreçle birlikte öğrendik ki zenginler sadece devletten değil, eşlerinden de para saklamış. Mesela Monaco Futbol Kulübü‘nün sahibi Rus milyarder Dmitriy Ribolovlev... 2014 yılındaki boşanma davası sırasında tüm mal varlığını yurt dışına kaçırmış. Bu sayede eşine 4.5 milyar dolar tazminat ödeyeceği yerde, rakamı 600 milyon dolara indirmiş.

“Yatakta bile yakalansan inkâr et”

Panama belgelerinde adı geçen firma Mossack Fonseca inatla yaptıkları her şeyin yasal olduğunu savunuyor. Hatta yaşananı Panama’nın sık sık karşı karşıya kaldığı tropik bir fırtınaya benzetiyorlar. “Bir süre sonra hepsi geçecek ve güneş tekrar kendini gösterecek” diyorlar. Firmanın ortaklarından Ramon Fonseca salı günü hacklendikleri gerekçesiyle suç duyurusunda bile bulundu. Zeytinyağı gibi üste çıkmak dedikleri... Rusya da inkâr edenlerden. Eşinin adı da belgelerde geçen Putin’in sözcüsü Dimitry Peskov “Belgeler özellikle Putin’i hedef alıyor, CIA işi” diyor.

Koltuk bir günde gidebilir!

Belgeler geçen pazar gecesi çıktı ortaya. Mesela İzlanda Başbakanı David Gunnlaugsson’ı ele alalım... Cumartesi günü tüm bunlardan habersiz, koltuğunu koruyan bir isimdi. Ama bir günde her şey değişti.

Protestolar ve baskılar nedeniyle belgelerin ortaya çıkmasından 48 saat sonra istifa etmek zorunda kaldı. Yani aslında şu hayatta hiçbir şeyin garantisi yok.

Para her şeyi satın almaz

Para mutluluğu satın alamaz’ derler ya aynen öyle... Panama belgelerini Alman gazetesi Süddeutsche Zeitung’a sızdıran kişinin kimliği açıklanmadı. Onunla ilgili tek bilinen tüm bu bilgileri sızdırması karşılığında para talep etmediği... Ancak onun parasız yaptığı bu eylem, parasını verip bu sızıntıyı durdurmayı seçecek binlerce kişinin ‘şanına’ (!) mal oldu. Hayat acımasız... Milyarlarca doların da olsa rezil olman an meselesi...

Ekonomik krizler yoksulları vurur

Ülkelerde bankalar çöker, vergiler artar ama olan zenginlere değil, yoksullara ve orta sınıfa olur. Panama belgeleri de bir kez daha ortaya koydu bunu. Ama zenginlerin parası zaten kendi ülkelerinde değilmiş... İzlanda’da 2008 ekonomik krizi sırasında bankalar çöktü. Birçok kişinin parası gitti. Ama başbakanlıktan istifa etmek zorunda kalan Gunnlaugsson’un parası o dönem yurt dışındaki bankalardaymış. O kurtarmış...

Daha iyi hayatlar yaşanabilir

Bu sızıntıda yurt dışında offshore şirketlerin arkasına saklanmış 21 trilyon Dolarlık servetten bahsediyoruz. Bu rakam Çin’in de ABD’nin de milli gelirinden fazla. Kaba hesapla 186 ülkenin milli gelirlerinin toplamı 75.7 trilyon Dolar. Bu para kaçırılmayıp vergisi ödenmiş olsaydı, hepimiz çok daha iyi hizmetler aldığımız hayatlar yaşıyor olabilirdik. Her ülkeye ortalama 16 milyar Dolar vergi düşecekti diye hesap yapıyor uzmanlar. Mesela Nijerya gibi bir ülkede 16 milyar Dolar ile neler yapılabileceğini bir düşünsenize...

Yazının devamı...

Bırak o telefonu elinden...

Elimiz, kolumuz, bacağımız gibi bir parçamız oldu akıllı telefonlar. Sabah gözümüzü açar açmaz ilk iş onu kontrol ediyoruz. Peki nedenini hiç merak ettiniz mi?

Arkadaşlarınızla buluştunuz bir restoran ya da kafede oturuyorsunuz. Sohbetin en koyu olduğu yerde biri durup dururken elini telefonuna atıp kontrol ediyor. Ne bir ses ne de bir uyarı gelmişken... Eminim siz de etrafınızdakiler de defalarca yaşamıştır bunu. Bilim insanları nedenini çözmüş. Üstelik kendimizi kontrol etmek için artık çaresi de var.

18-24 yaş arasındaki gençlerin 4’te 3’ü uyandığı an telefona bakıyor.

Aceleci olanlar daha fazla bakıyor

ABD’nin Temple Üniversitesi’nde yapılmış araştırma.

91 üniversite öğrencisine çeşitli sorular sormuşlar. Sordukları sorularla kabaca tek bir yanıt aramışlar: Şu anda bir ödül almayı mı tercih edersin, yoksa biraz bekleyip iki tane mi? Aceleci olanlar ve bu soruya ‘şu anda’ yanıtını verenler, telefonunu da durmaksızın kontrol edenler çıkmış. Deneye katılanların dürtülerini ne kadar kontrol edebildiği de ölçülmüş. Sonuç yine benzer. Dürtüleri kontrol etmekte zorlananlar telefonlarını da daha fazla kontrol ediyor.

Nedeni belli: Herkes ‘ödülün’ peşinde

Araştırmacıların vardığı sonuç net: Fevri, sabırsız ve kendine hakim olamayanlar telefonlarını diğerlerine oranla daha fazla kontrol ediyor. Bunun da basit bir nedeni var. “Ödülün peşindeyiz”. Bu ister güzel bir mesaj olur, ister bir paylaşımımıza aldığımız ‘like’, ister bir arama... Kaçırmaya tahammül edemiyoruz.

Sohbetin en koyu olduğu zaman bir anda telefona bakıyoruz...

İronik ama çare yine telefonda

Yani anlayacağınız oturduğunuz bir masada arkadaşınız durmadan telefonunu kontrol ediyorsa, bu sizden sıkıldığı için değil. Bilim kanıtlamış. Dayanamadığı, karakteri böyle olduğu için. Peki bu alışkanlıktan kurtulmak mümkün mü? Uzmanlara göre her şey kafada. Önce bu sorunu kabullenip sonra yüzleşmek gerek. Kabullenmek için biraz ironik ama çare yine akıllı telefonlarda.

Uyaran uygulama var

Telefon kullanma alışkanlığımızı sınırlamak için birçok uygulama var telefona yükleyebileceğimiz. “Fazla abarttın,” diyerek zaman zaman bizi uyarabilecek. Bunların başında ‘Checky’ geliyor. Basit bir işlevi var. Ekran kilitliyken kaç kez açıp da telefonu kontrol ettiğimizi sayıyor. Konum bilginizi kullanarak bir de haritalandırıyor bu alışkanlığınızı.

Yani evde mi, işte mi yoksa dışarıdayken mi telefonunuzu daha çok kontrol ediyorsunuz görebiliyorsunuz. Bir nevi gerçeklerle yüzleşmek gibi. Ama en azından bir şeyleri değiştirmek için önemli bir ilk adım...

Paylaştığımız fotoğrafa “like” almak ödül gibi adeta.

Yazının devamı...

Stars Wars’tan doğan din: Jediizm

Star Wars heyecanı doruktayken filmleri tekrar tekrar izlemekten herhalde, Jedi’ların öğretilerini benimseyen Jediizm’e geçişler arttı. Tabii bu da akıllara bunun gibi diğer ‘parodi’ inançları getirdi.

Star Wars severler olarak beklediğimiz an geldi. Serinin 7’inci filmi Force Awakens uzun bekleyişin ardından vizyonda! Daha ilk gece 12’den doldurdu çoğumuz sinema salonlarını. Siz de benim gibi film arasında bile yerinden kalkamayacak kadar beğenmişsinizdir umarım. Neyse spoiler vermek yakışmaz. Konuya girmeden işin çılgınlık boyutuna geleyim hemen. Zaten son haftaları eski üçlemeleri izleyerek, her an heyecanın dozunu artırarak geçirmiştik. Tabi bu coşkunun boyutunu abartanlar da olmadı değil. Dinini değiştirenler bile çıktı..

İngiltere’de haftada bin kişi Jediizm’e geçiyor

Evet, yanlış duymadınız. Film uğruna din değiştirenler oldu. Hadi biz din demeyelim de inanç diyelim. Peki, neye mi geçtiler? Jediizm’e. Hem de az buz değil. İngiltere’de haftada ortalama 1000 kişi Jediizm’e geçti son dönemde. Peki, ne mi bu inanç? Hepimizi hatta tüm evreni bağlayan ‘Güç’ün varlığına inanıyorlar. Öğreti net. “Duygu yoktur, barış vardır. Cahillik yoktur, bilgi vardır. Öfke yoktur, huzur vardır. Kaos yoktur, uyum vardır. Ölüm yoktur, güç vardır.” 2001’de birçok ülkede yapılacak nüfus sayımları sırasında şaka ya da bir protesto olarak internetten başlamıştı hareket. “Herkes din kısmında ‘Diğer’ kutucuğunu seçsin ve Jediizm yazsın” diye… Öyle de oldu. İngiltere ve Galler’de nüfusun yüzde 0.7’si yani 390 bin kişi seçti Jediizm’i. Öyle ki Jediizm; Hıristiyanlık, Müslümanlık ve Hinduizm’in ardından en fazla seçilen 4. inanç oldu. Avustralya, Yeni Zelanda, Kanada, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, İrlanda, Sırbistan… gibi onlarca ülkedeki nüfus sayımlarında da yine benzer şey oldu. Hatta Jediizm Türkiye’de bile gündeme geldi. Dokuz Eylül Üniversitesi öğrencileri “Birçok Jedi var ama eğitim alamıyorlar” diyerek Jedi Tapınağı için kısa sürede 9 bine yakın imza toplamayı başardılar.

Okuldaki derslerine inat parodi inanç oluşturdu

Son dönemin tek ‘parodi’ inancı bu değil tabii. En popülerlerinden biri de Uçan Spagetti Canavarı Kilisesi ya da diğer adıyla Pastafaryanizm. 2005’te ABD’de Oregon Eyalet Üniversitesi Fizik Bölümü’nden mezun olan Bobby Henderson tarafından kurulmuştu. Bilimsel olarak ispatlanamayacak ama çürütülemeyecek bilgilerin derslerde “Akıllı Tasarım Hipotezi” olarak okutulmasına karşı oluşturmuş bu inancı. O da böyle tuhaf hipotezler bulmuş kendine. Mesela küresel ısınmanın nedeninin 1800’lerden bu yana korsanların sayısının azalması olduğunu öne sürmüş. Bunun aksinin kanıtlanamayacağını savunmuş. Yine aynı şekilde Evren’i Uçan Spagetti Canavarı’nın yarattığını iddia etmiş. Tezlerinin hiçbiri bilimsel olarak çürütülemiyor. Kendince ‘kutsal’ bir kitabı bile var: “Yapmazsanız Çok Memnun Olacağım 8 Madde”.

Marihuanaya tapan ABD’liler

İsteyen istediğine tapar değil mi? ABD’lilere göre bu Anayasal hakları. Ancak bazıları işte bunun da cılkını çıkartmış. Ruhani iyileştirici gücü olan ve kutsal olduğunu savundukları marihuanaya tapmak istediklerini söylediler. Kabul görmeyince de yasal mücadelesini verdiler bunun uzun uzun. Sonunda da Temmuz ayında Yüksek Mahkeme’den karar çıktı. Bunun dini özgürlük olduğunu söyledi mahkeme. ABD’nin marihuanaya tapan ilk kilisesi ise Indianapolis’te hemen açıldı. Tapıp ne yapıyorlar orasına girmeyelim tabii…

İzlanda’da dine önce devlet sonra da kapitalizm bulaştı

Din mevzuu açılınca İzlanda örneğini vermeden geçemeyeceğim. İzlanda’da devlet ise her bireyden yaklaşık 80 dolara tekabül eden ‘din vergisi’ alıp, bunu nüfusu oranında dini kurumlara dağıtıyor. Ancak anketlere göre halk uzun süredir bu uygulamaya karşı. Nüfusunun azalması nedeniyle devlet tarafından ‘lisansı’ iptal edilmek üzere olan Zuizm ‘din’i ise çareyi kapitalizme başvurmakta buldu. Kendilerine bağlananlara ödedikleri vergilerin iade edileceğini duyurdu. Parayla protesto birbirine karışınca işin rengi değişti. Sadece iki haftada 3 bin 100 kişi Sümer Tanrıları’na tapan bu dine geçti. Rakamın küçük olduğuna bakmayın. Bu, İzlanda nüfusunun yüzde 1’i yapıyor. İzlanda yönetimi ise uyardı: Vergiyi geri alacağım diye sevinmeyin, üzerinden gelir vergisi keseriz!

Yazının devamı...

O elbise internette durduğu gibi durmuyor

Geçen ay gündemde bir elbise vardı. Mavi-siyah mı yoksa beyaz ve altın rengi mi diye siyasetin bile o yoğun gündemini bir kenara ittirdi, aileleri, arkadaş gruplarını, herkesi ama herkesi ikiye böldü. Geçen hafta ise başka bir elbise oturdu gündeme. Bu kez Çin’den... İnternetten alışveriş yapan bir kadın, gelen elbise öyle mankenin üzerindeki gibi çıkmayınca tepkisini fotoğraflarını çekip internete koyarak gösterdi. Ve yeni bir internet fenomeni doğdu.

İnternetten alışveriş yapma tuzağına düşen düşene

Uzun yıllar internetten alışveriş konusuna tutucu yaklaştım. Hani “insan kumaşını ellemeden, üstüne nasıl oturuyor görmeden nasıl satın alır ki” diye... Ama direncim uzun sürmedi. Onlarca site arasında ben de kaybettim kendimi. Sonrası mı? Tek tıkla ver siparişi, ertesi gün işyerinde masana gelsin. Ha beğenmedin mi koy kutusuna geri yolla. Tuzağa düşmüştüm işte... Fakat zamanla olay farklı bir boyuta geldi. Çünkü artık beğendiğimiz elbiseleri, bluzları birbirinden ünlü ve güzel sanatçılar ya da mankenler tanıtmaya, hatta kendileri tasarlamaya başladı. Peki, ne mi oldu? Şişede durduğu gibi durmadı tabii o elbiseler. Onların filinta vücuduyla bizimki aynı değildi.

Her iki kişiden biri internetten aldığı elbiseyi değiştiriyor

Hayal kırıklıkları başladı haliyle. Kargo şirketi UPS’in ABD’de yaptığı bir araştırmaya göre 2014’te alışveriş yapanların yüzde 62’si aldıkları ürünü geri göndermiş ya da değişim talep etmiş. Bu rakam 2012’de yüzde 51 imiş. Yani neredeyse alışveriş yapan her iki kişiden biri aldığı elbiseyi geri yollamış. Üstelik durum ülkeden ülkeye farklılık gösteriyor. Mesela Çin’den yapılan alışverişlerde hayal kırıklıkları ciddi oranda artıyor. İnternetteki forumlarda kısa bir turla kadınların birbirlerine yaptığı tavsiyenin özeti şu: Sakın o çok beğendiğin elbiseyi sırf ucuz diye Çin’den sipariş etme.

Çinli kadın fotoğrafını yükledi isyanın sembolü haline geldi

Çinli bir kadın bu isyanın sembolü oldu geçen hafta. Ünlü oyuncu Jaimie Alexander’ın 2013’te Thor filminin galasında giydiği o meşhur elbisenin bir benzerini internetten sipariş verdi. Tanıtımında elbise için “yumuşak, rahat ve nefes alır” yazılıydı. Ölçülerine baktı, doğru bedeni seçti... Ama o elbise hiç de beklediği gibi çıkmadı. “Hanım hanım sen kendini hiç mi bilmezsin,” demek geliyor içimden ama o ayrı, ona burada girmeyeceğim. Beğenmiş almış diyelim. Elbise çok farklı çıkınca sessiz kalmamış. Yaşadığı hayal kırıklığının fotoğrafını çekip internete koymuş. Tabii yepyeni bir akım başlatarak... Onun gibi hisseden kadınlar da fotoğrafını internete yüklemeye başladı.

Online alışveriş altın çağını yaşıyor

İnternetten alışveriş çılgınlığı her geçen gün büyüyor. Öyle tuhaf bir şey ki bu. Her gün yeni siteler açılıyor, birbirinden ünlü markalar, internete özel kampanyalarla alışverişi online platformlara kaydırmaya çalışıyor. Mesela dev market Hindistan’a bakalım. 2012’de internette 8 milyon alışveriş yapılmışken 2014’te rakam 35 milyona yükseldi. Önümüzdeki yıl ise bu rakamın 100 milyona ulaşacağı ve internetten alışverişin 15 milyar dolarlık bir pazara ulaşacağı tahmin ediliyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.