Yemek gettoları!
Kitabın adı: "İstanbul"un En Güzel Alkolsüz Lokantaları."
Kitabın yazarı; Zaman Gazetesi"nin cuma ekinin gurme yazarı Salih Zengin.
Kitabı ve adını görünce önce nasıl bir tepki vereceğimi bilemedim. Çünkü dış sesim; "Ne var yani "En Güzel Alkollü Restoranlar" diye kitap yok mu" diyor ama iç sesim buna rağmen huzursuz bir şekilde uğulduyordu. Sanki ülke gibi ikiye bölünmüştüm. Bana ait olan iki ses, iki kimlik birbirinden öyle uzaktı ki.
İç sesim neden rahatsız oluyordu sanki! Ne yani, insanların inandığı gibi yaşamalarından, yemek yemelerinden daha doğal ne olabilirdi?
Ama sonra lisede okul müdürümüz de olan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenimizin (kendisi İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü de yaptı) anlattığı bir anısı geldi. Ateist biri ile "farklı yaşam biçimlerinin birlikte yaşayabilmesi" üzerine yaptıkları bir sohbetti bu. Adam şöyle demişti, öğretmenimize; "Bir gün seni bara götürmek isterim." Öğretmenimiz de ona; "Tabii ki gelirim, bir şartla, sen de benimle cumaya gelirsen..."
İlk bakışta ne kadar eşitlikçi ve empati içeren bir yaklaşım değil mi? Biz de öyle sanmıştık, taa ki öğretmenimiz o ateist kişi karşısında zekası ile övünene kadar. Şöyle diyordu: "Ben onunla bara giderim ne var ki, çünkü ben bara gitsem de içmeyebilirim ama o benimle cumaya gelince namaz kılmak zorunda. Ne yani herkes secdeye varırken ayakta mı duracak!"
Bu anımı hatırlayınca anladım, "İstanbul"un En Güzel Alkolsüz Loktantaları" kitabının adının neden iç sesimi allak bullak ettiğini. Çünkü söz konusu; "En güzel alkollü mekanlar" gibi insana seçme şansı sunan bir kitap ve bakış açısı değildi. Sanki Hayrettin Karaman"ın "gettolaşalım" önerisinin pratik önerisiydi.
Zaten kitabın basın bülteni de bunu doğruluyor ve şöyle diyordu: "İstanbul’un En Güzel Alkolsüz Lokantaları özellikle muhafazakâr kesim tarafından oldukça talep göreceğe benziyor. Çünkü insanların helal et, temizlik ve alkolsüz mekân konusunda hassasiyetlerine yanıt veriyor."
Ne yazık ki, bir umut diyerek okuduğum bu iki cümle iç sesimin endişesini gidermek yerine daha da haklı çıkardı. Çünkü hem "Bu kitap laik, modern kesime hitap etmez" diyerek Türkiye"yi, bizleri, lokantaları ve hatta kitapları ayrıştırıyor hem de "Bu kitapta adı olmayan lokantalardaki yemekler helal değildir" diyordu.
Yani bunca zaman dışarıda yemek yerken ya da ailemi, arkadaşlarımı yemeğe götürürken aslında günaha girmiş dahası onları da günaha sokmuştum. Açıkçası çok da incindim, içim ezildi. Birlikte yaşamak, aynı masaya oturmak bu kadar mı imkansız?
Oysa Türkiye"de yemek birleştiricidir. Bayram sofraları, kadınların günleri, pazar kahvaltıları, iftar yemekleri gibi. Sonra bizim sofralarımız görkemlidir, zengindir. Bunun nedeni sofralarımızı donatan, farklı coğrafyalarda, farklı iklimlerde yetişen sebze ve yiyeceklerin bir araya gelmesi ile oluşan o olağanüstü yemeklerimiz de değildir sadece.
Tüm farklılıklarımıza rağmen, Halil İbrahim Sofrası, diyerek birlikte yediğimiz lokmalardır. Tıpkı farklı lezzetlerin bir araya gelmesi ile oluşan görkemli ve zengin yemek kültürümüz gibi... Bence bu tür ayrımlara gitmek yerine, tüm yemek kitaplarını raftan indirip bir felsefe kitabı okur gibi okumamız gerek; bir yemeğin nasıl piştiğini, nasıl rayihasını saldığını, lezzet aldığını, farklı tatların birbiri içinde dans eder gibi hemhal olduğunu... Kısaca; bir cacıktan öğrenecek çok şeyimiz var!
Dünya mutfağı sevenlere
Bu tür değişmelere rağmen yemeğin birleştirici gücünün kolay yitirileceğini sanmam. Çünkü artık mönüler "kısıtlanmayı değil dünyaya yayılmayı sevenlere" göre yapılıyor. Meksika mutfağı ile Türk mutfağını aynı mönüde görmemiz de bundan. İsteyen Türk, isteyen İtalyan takılıyor. Kimi yemeğin yanında (unutmayalım, bu bir doktor tavsiyesi de olabilir) bir kadeh şarabını yudumlarken isteyen de "helalinden" bir limonata içebiliyor. Dahası bu kişiler en samimi iki arkadaş da olabiliyor. Ne güzel değil mi? İşte bu tür dostluklarınız varsa, kendinizi bir dünya insanı olarak görüyorsanız, Beyoğlu Sineması"nın da bulunduğu Halep Pasajı"ndaki Cafe Krepen"i tavsiye ederim... Söylemeliyim, fajitası harika!
"Bir Çerkez kızının Kafkaslar"dan saraya uzanan hikayesi etrafında 19. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu"ndaki politik olayları ele alan Ahmet Özgüneş"in Sarı İldiz (Sarı Yıldız) kitabı tarihi roman sevenlere önerilir."