Şampiy10
Magazin
Gündem

Nisan’da öne çıkanlar

Sanat ortamımıza baharı getiren birbirinden güzel sergiler var bu a. Hem İstanbullu hem Ankaralı sanat-severlerin hafta sonu rotasına eklemesini öneriyorum.

Bilsar, yıllardır güncel sanat alanında destek verdiği projelere bir yenisini ekleyerek; sanatçıların video işlerini sergileyebilecekleri, kâr amacı gütmeyen alternatif bir mekânı sanat ortamına kazandırdı. Taze bir nefes gibi gelen Bilsart, iki haftada bir değişen gösterim programı ve söyleşileriyle şimdiden yerini sağlamlaştırıyor. Genç isimleri sanat çevresine kazandırmak amacıyla yapacakları açık çağrılar da oldukça değerli bana göre. Nisan ayında videoları izlenebilecek isimler ise Özcan Saraç, Bengü Karaduman, Lara Kamhi, Uygar Demoğlu. Mutlaka vakit ayırın derim.

Ayın en kuvvetli seçkisi

Yeni keşiflerimin daimi adreslerinden Mixer’de açılan “Teşbihte Hata Olmaz” sergisi bu ayın en kuvvetli seçkilerinden diyebilirim. Sözle yapılan ironiyi ve dilin benzetmedeki kıvraklığına vurgu yapan teşbihin sınırlarını irdeleyen sanatçılar, ifade yöntemlerinde seçtikleri dolaylı ya da dolaysız yolları izleyiciyle paylaşıyor. Başrolde yazı, renk, ses, ışık gibi çeşitli elemanların olduğu çalışmalar, gerek hicivli diliyle gerekse de medyum zenginliğiyle beni oldukça heyecanlandırdı. Özellikle Işıl Eğrikavuk’un hikâye bazlı duvar yerleştirmesi ve Leyla Emadi’nin ironik olduğu kadar dokunaklı çalışması favorilerim oldu. Sergide işlerini izleyebileceğiniz diğer sanatçılar arasında Merve Dündar Hallederiz İnş. Alican Leblebici, ÖztekinTuncay, Us gibi isimler yer alıyor. 14 Nisan tarihine dek ziyaret edebilirsiniz.

Hasarın kaynağına giden derin yolculuk

KRANK Art Gallery ise Özge Enginöz’ün “Hasar Katsayısı /Damage Multiple” adlı solo projesini ağırlıyor. Genel itibariyle hasar kavramını masaya yatıran sanatçı, doğal ya da doğal olmayan yollardan alınan hasarın kaynağına doğru derin bir yolculuğa çıkıyor. İnsanoğlunun her yanını sarmış olan şiddet yumağı içerisinde; ruhen, fiziken, zihnen hasarsızlığını korumaya çalışmanın mücadelesine ışık tutan Enginöz, farklı disiplinlerdeki işleriyle konunun katmanlı yapısını biçimsel olarak da tamamlıyor. Doğadan ilham alan çalışmalar arasında en ilgi çekici olan, sanatçının kav mantarları ile yaptığı yerleştirmesi diyebilirim. Mantarların içinde kor taşınabilmesi özelliğine odaklanarak ürettiği çalışmasında sanatçı, doğal malzemeyi doğal olmayan beton bloklarla bir arada sunarak yaşam biçimlerimizin çevremizde yol açtığı tahribatı görselleştiriyor. Bu düşündürücü sergiyi 5 Mayıs tarihine dek görebilirsiniz.

Uğramadan geçmeyin

Rotanızı Tepebaşı’na çevirirseniz Art On İstanbul’daki grup sergisine uğramadan geçmeyin. “Parça Bütün” isimli sergi, sanat üretiminde neredeyse zorunlu bir ilişki olarak yer alan parça-bütün meselesini ele alan sanatçıların en yeni çalışmalarını bir araya getiriyor. Ahmet Elhan, Gülsün Karamustafa, Ülgen Semerci, Mithat Şen, Burcu Yağcıoğlu, Ekrem Yalçındağ ve Begüm Yamanlar gibi eserlerini severek takip ettiğimiz isimleri tematik bir çatı altında toplayan sergi, farklı tekniklerde ele alınan parça-bütün ilişkisine dair taze açılımlar sunuyor. 29 Nisan’a kadar görebilirsiniz.

Ankara’dan bir sergi

Ankaralı sanatseverler, Galeri Nev’in Kırlangıç Sokak’taki yeni adresini es geçmesin. “Dünya Kalıntısı ve Yeni Çiçekler” başlıklı sergisiyle Ekin Saçlıoğlu’nu ağırlayan galeri, tuvalden desene ve heykele uzanan zengin bir içerik sunuyor. 23 Nisan tarihine dek izlenebilir.

Yazının devamı...

Sanatta değerli girişimler

Güncel sanata dair konularda bağımsız kuruluşların inisiyatif aldığını görmek heyecan verici.

Bir süredir oldukça aktif şekilde sergi ve etkinliklerle programına devam eden İyilik İçin Sanat Derneği’nin projesi izleyiciyle buluştu. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nden yeni mezun gençleri desteklemek üzere kurgulanan “Pasaj’da Bir Yıl” projesi kapsamında, genç sanatçılar, yaklaşık 1 yıl süren atölye çalışmalarını tamamladı. Bu verimli sürecin meyveleri ise GaleriDeniz’de açılan sergiyle görücüye çıktı.

Her eve bir sanat

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü Öğretim Üyesi ressam Prof. Dr. Nedret Sekban ve Öğretim Görevlisi ressam Aslı Özok’un hem fikir sahibi hem de koordinatörleri olduğu sergide, altı sanatçının 72 eserini görme fırsatını mutlaka değerlendirin derim. Atölye Pasaj’da geçirdikleri öğretici ayların sonunda ilk kez çalışmalarını sergileme fırsatı bulan bu genç yetenekleri keşfetme fikri beni heyecanlandırdı. Sanatın daha geniş kitlelerce algılanabilir olmasını sağlamak ve aslen iş ve sanat dünyası arasındaki köprüyü sağlamlaştırarak, sanatın marka ve kurumlar bazında değerlendirilmesine olanak tanımak amacıyla yola çıkan İyilik İçin Sanat Derneği, ileriye dönük hedefleriyle de değerli bir girişim. Cansu Kahraman, Elif Aydemir, Elifko, Hatitze Achmet, Mehmet Ali Dinçer ve Tünay Tunç’un eserlerinin yer aldığı “Atölye|Pasaj” başlıklı sergiyi, 26 Nisan tarihine dek izleyebilirsiniz.

Bir diğer bahsetmeye değer girişim, 2011 yılında Yeniköy Rotary Kulübü’nün projesi olarak tasarlanan Bazaart, etkinliklerine hız kesmeden devam ediyor. Güzel sanatlar fakültelerinde eğitim alan öğrencileri ve yeni mezunları sanatseverlerle buluşturarak; sergileme ve satış potansiyeli yaratmak, periferiden uzaktaki kitlenin sanata ilgisini uyanık tutmak ve eser sahibi olabilme olanağı tanımak hedefiyle çalışmalarını sürdüren proje, destekleyici alt yapısıyla her zaman dikkatimi çekmiştir.

Her eve bir sanat

“Her eve bir sanat” sloganıyla sesini duyuran platform, koleksiyon yapma fikrinin lüks tüketim ile bağdaştırılmasına alternatif sunarak sanatın ulaşılabilirliğinin altını çizen etkinlik ve projelere imza atıyor. Geçtiğimiz hafta içi katıldığım taze projeleri Bazaart Talks da tam bu görüşü ve tutumu destekler nitelikteydi. The St. Regis Hotel’de herkese açık şekilde gerçekleşen Bazaart Panel Programı doyurucu içeriği ve önemli isimleri buluşturmasıyla, sanatseverlere dinamik ve keyifli bir gün yaşattı. Pentüre eşlik eden heykel çalışmalarının da ilgiyi topladığı serginin yanı sıra; “Çağdaş Sanat Ortamında Genç Sanat Yarışmaları”, “Koleksiyoner Sohbeti: Bir Koleksiyon Nasıl Başlar ve Sürdürülür?” ve “Farklı Kuşaklardan Sanat Sohbeti ve İletişim” başlıkları altında sektörün değerli isimlerini bir araya getiren proje, kesinlikle çok ufuk açıcıydı. Sanatseverlerin, çoğunu yakından tanıdığı Marcus Graf, Hamit Hamutçu, Ömer Özyürek, Yasemin Bay, Eda Soylu, Esra Aliçavuşoğlu, Derya Yücel, Horasan, Gamze Büyükkuşoğlu, Sinan Demirtaş ve Nazlı Pektaş gibi önemli küratör, sanatçı, galerici ve yazarların yer aldığı panellerin devamlılığını gönülden diliyorum. Gelecek projeleri için Bazaart’ı mutlaka takibe almanızı öneriyorum.

Yazının devamı...

Yükselişe geçen performans sanatı

Çağdaş sanata dair henüz hak ettiği ilgiye ve izlenirliğe ulaşamayan performans dalına yer vermek istedim bu yazımda.

Yurt dışındaki müze ve galerilerde sergi ve etkinliklerin neredeyse vazgeçilmez bir parçası haline gelen performansın, ülkemizde de yükselişe geçmesi beni heyecanlandırıyor.

Bu alanda başarılı bir girişim olan PERFORMISTANBUL’un en son sergi projesinden mutlaka bahsetmek gerektiğini düşünüyorum. Ocak 2018’te ikinci yıl dönümünü kutlayan platform, İHTİYAÇ: SEN başlığı altında izleyiciyle buluşturduğu, 28 gün boyunca aralıksız devam etmiş olan 672 saatlik canlı bir süreçle bu alanda yepyeni bir sayfa açtı diyebiliriz. Simge Burhanoğlu küratörlüğünde, 10 Performistanbul sanatçısı tarafından imza atılan 9 performans, interaktifliğin tanımını baştan yazdı desek yeridir. Sanatseverlerle doğrudan iletişim kurmaya odaklanan, sanatçı-izleyici arasındaki diyaloğun en besleyici ve dinamik formuna büründüğü bu projeyi deneyimlemiş olmak beni inanılmaz etkiledi. Canlı Sanat Araştırma Alanı olarak hayata geçirilmeye hazırlanılan bina, sanatçıların yaşadıkları tüm anların izleyici temelinde şekillendiği, ilgi çekici bir sürece sahne oldu. Projenin adından da anlaşıldığı üzere, “sen” fikrine odaklanan performanslar, ziyaretçilerin katılımcıya dönüştüğü çok katmanlı bir varoluş yorumuna evrildi. Amacın; insanlığın ham maddesini ortaya çıkarmak olarak özetlendiği davetin katılımcılarından biri olmak çok heyecan vericiydi. İnsanın kendisiyle yüzleşmesine olanak tanıyan bu konsept, kavramsal derinliği ve samimiyetiyle övgüyü hak ediyor. Her bireyin varlığında saklı gücü, dönüşüm ve dengeye olan katkısını kişiye yeniden hatırlatmak isteyen sanatçılar, önyargısız bir iletişimle varılacak yeni yolların peşinde, oldukça başarılı performanslar sergiledi.

AslieMk, Batu Bozoğlu, Ebru Sargın, Ekin Bernay, Gülhatun Yıldırım, İ. Ata Doğruel, Leman S. Darıcıoğlu, Özlem Ünlü ve Selin Kocagöncü tarafından gerçekleştirilen performansların her biri zihin açıcıydı. En çok beğendiklerimden olan “Tevazu” isimli performansında, Ata Doğruel, 28 gün boyunca yemek yeme eylemini ziyaretçinin eline teslim ederek bireyselliğin sınırları, toplum-insan ilişkisini ve hangi dinamiklerle şekillendiğini masaya yatırıyordu. Ebru Sargın ise “Dördüncü Duvar” isimli performansında, 28 gün boyunca canlı yayın ile evini bize açtı. Bu yüksek dozda gerçeklik karşısında ziyaretçilerin duygudurumları da, tutumları da değişkenlik gösterdi ve nihayetinde sanatçının hedeflediği şekilde izleyen ve izlenen ilişkisi temelden sarsıldı. Yaşam ve varoluş temalarını tam tersi bir yönde irdeleyen Özlem Ünlü’nün performansı; kader, ölüm, sonsuzluk fikirlerini tartışmaya açıyordu. Oturduğu taht ile birlikte kendisini sargılatarak nesneye dönüştüren sanatçı, özgürlük ve erk kavramlarına dair zihinleri başarıyla meşgul etti bana göre. Selin Kocagöncü’nün “Tek Kişilik Dans Partisi” ise baş role izleyiciyi koyarak, müzik eşliğinde özgürce dans edilebilen bir alan kurguladı. Benim deyimimle, bir nevi kurtarılmış alan diyebileceğimiz odada, herkesin yalnızlığına dair çözülecek ipuçları sunması sürecin en keyifli kısmıydı. Bu projeyi kaçırmış olsanız bile, PERFORMISTANBUL’u mutlaka takibe almanızı öneriyorum.

Yazının devamı...

Yurt dışı sanat rotaları

Havaların ısınmasıyla seyahat planları yapmaya başlayan sanatseverler için yurt dışı rotalarını daha keyifli hale getirecek sergilerin bir derlemesini yapmak istedim bu hafta.

Sanatsal hareketlilik açısından öne çıkan Avrupa kentlerine, yalnızca bu sergileri görmek için bile seyahat etmeye değer bana göre.

Londra, her zamanki gibi benim favori kültür rotalarımın başında geliyor. Buradaki etkinlikleri tek bir yazıya sığdırmak imkansız olsa da en dikkat çekenlerine bir göz atın derim. Tate Modern, ilk kez bir solo Picasso sergisine ev sahipliği yapıyor. “Picasso 1932 Love, Fame, Tragedy” başlıklı sergi, sanatçının 100’den fazla resmini, heykellerini, desenlerini ve aile fotoğraflarını tek bir çatı altında toplamış.

Bu eserler arasında, yapıldığı tarih 1932’den beri gösterilmemiş olan sıra dışı 3 tablo da bulunuyor. Bu bile sergiyi ziyaret etmek için başlı başına bir sebep diyebilirim. 9 Eylül’e kadar açık kalacak olan serginin iddiası da hayli ilgi çekici; “Picasso’yu daha önce hiç böyle görmediniz” diyen Tate Modern’i listenize mutlaka alın derim.

Tate Britain ise “All Too Human” isimli sergiyle, Lucian Freud ve Francis Bacon gibi dışavurumculuğun önemli temsilcilerinin yapıtlarının yanı sıra Frank Auerbach ve Paula Rego’nun çalışmalarını izleyiciyle buluşturuyor. 27 Ağustos’a kadar görülebilir.

Londra’ya gitmişken Gagosian’a uğramamak olmaz. Britannia Street galerisinde, Nancy Rubins’in son dönem üretimleri olan heykel ve desenlerinin görücüye çıktığı “Diversifolia” başlıklı sergi, içeriğiyle merak uyandırıyor. Sanatçının; buluntu nesne ve endüstriyel artıkları muhteşem soyut heykellere dönüştürdüğü çalışmaları, kaosun içerisinde gizlenen dinginliği okunabilir kılıyor. Her an patlayıp etrafa yayılacakmış gibi duran bu devasa heykeller, izleyicinin, eserle olan ilişkisine farklı bir algıyla yaklaşmasına olanak tanıyor. Merak edenler için 14 Nisan son gün.

Davies Street galerisi ise Takashi Murakami ve Virgil Abloh’un kolektif üretiminden doğan oldukça renkli bir sergiyi ağırlıyor. Bambaşka iki kültürden gelen Murakami ve Abloh’un çizgi dışı ve ironik işlerini keşfetmek isteyenler, 7 Nisan’a dek ziyaret edebilir.İspanya’ya uğrayın

Daha sıcak rotaları tercih edenler içinse İspanya güzel bir alternatif. Madrid’deki CaixaForum, kapsamlı bir Andy Warhol sergisiyle sanatseverleri buluşturuyor. “Warhol. Mechanical Art” Pop Art’ın öncüsünün, resim, heykel, ipek baskı, desen, yerleştirme, film, poster, fotoğraf ve dergilerinden oluşan epey doyurucu bir seçki sunuyor. Sanatçının ikonik çalışmalarını da görebileceğiniz sergiyi 6 Mayıs’a kadar kaçırmayın derim.

Madrid’e doyamayanlar, Fundación Canal’da açılan sergiyle, Toulouse-Lautrec’in, modernizme geçiş döneminin en başarılı yansıması olan posterlerini keşfedebilir. 6 Mayıs’a dek devam edecek olan sergide, başarılı dönemdaşları Alphonse Mucha ve Jules Cheret’nin çalışmaları da yer alıyor.

Avrupa’ya alternatif bir öneri için Gagosian Beverly Hills’te, çağdaş sanatın yıldız ismi Damien Hirst’ün sergisini ajandanıza ekleyebilirsiniz. Sanatçının son dönem serisini bir araya getiren “The Veil Paintings”, empresyonizm ve soyut ekspresyonizmin dengeli bir etkileşimini ortaya koyuyor. Sanatçının devasa yerleştirmelerinden sonra oldukça sıra dışı bir izlek sunan sergi, 14 Nisan tarihine dek açık.

Yazının devamı...

Haftanın sanat gündemi

Arkeolojik bir serüvenden çağdaş sanata, Rezan Has Müzesi’nden KRANK Art Gallery’ye uzanan renkli bir sergi rehberi derledim.

Rezan Has Müzesi’nde kapılarını açan “Toprağın Mirası” isimli sergi, Neolitik dönemden Selçuklu’ya uzanan arkeolojik koleksiyona ışık tutuyor. Antik dönemlerde gündelik hayatın işleyiş ve düzenine dair bir perspektif sunan sergi, günümüzden 9 bin yıl öncesine doğru etkileyici bir yolculuk vadediyor. Kentli yaşama geçiş sürecindeki toplumsal gelişmelerin en önemli tanıkları olan araç-gereçleri, oldukça yaratıcı bir mimari düzenleme ve sergi tasarımı ile izleyiciyle buluşturan sergiyi gezerken tarihsel bir serüvenin sürükleyiciliğinde kayboldum diyebilirim. O dönemde, insanların yemek yediği, suyunu, şarabını içtiği kaplardan tanrılara sunduklara adaklara kadar, arkeolojik belleğe dair pek çok değerli bilgi barındıran bu toprakaltı buluntuları, kolektif bir varoluş mücadelesinin en büyük tanıkları olarak niteleyebiliriz. Müzenin koleksiyonunu böyle bir toplumsal ve tarihsel izlek üzerinde yoğunlaştırıp bunu kamuya açmak ayrıca takdiri hak eden bir girişim. “Toprağın Mirası” 31 Ekim tarihine dek Rezan Has Müzesi’nde görülebilir.

İzleyiciyi şaşırtan tuhaflıklar

Daire Sanat, Can Mocan’ın “Tuhaf Kara Elkitabı” isimli sergisine ev sahipliği yapıyor. Sanatçının siyah-beyaz fotoğraflarının bir araya getirildiği sergi; bireyin, gündelik hayatın içinde birebir bağlantıda kalmak durumunda olduğu nesne ve eylemlerin sıra dışı kurgularla yüzeye aktarıldığı bir anlatı sunuyor. Alışılmış görüntüler arasından çıkarak izleyiciyi şaşırtan tuhaflıklar, fotoğrafların keskin kontrastı ve sembolik ifadeciliğiyle birleşince ortaya tekinsiz bir atmosfer çıkıyor. Sergiyi gezerken, mekânı kuşatan bu tehdit unsurlarını hissetmemek elde değil. Ancak bana göre sonunda izleyicinin ulaştığı nokta, rahatsızlık duygusundan ziyade zihinde oluşan soru işaretlerinin peşinden gitme motivasyonu oluyor. Özellikle fotoğraf sanatına ilgi duyanların mutlaka görmesi gereken bu ilgi çekici sergi, Daire Sanat’ın Cihangir adresinde, 10 Mart tarihine dek açık olacak.

Yapay evrenin mesajını alın

KRANK Art Gallery ise Zeynep Beler’in “Beachcomber” isimli kişisel projesiyle izleyiciyi buluşturuyor. Sanatçının, 2017 yılında davet edildiği konuk sanatçı programı kapsamında Düsseldorf’daki verimli üretimlerinden ve son dönem işlerinden bir araya getirilmiş bir seçkiden oluşan sergi, adını Jeanette Winterson’un 2002 tarihli “Dizüstü” adlı siberuzayda fantastik bir yolculuğu anlatan romanından alıyor. Beler; buluntu malzemeler, fotoğraflar, yağlıboyalar gibi malzemelerle, disiplinlerarası bir eksende ilerlettiği üretim pratiğini, edebiyat, felsefe ve bilim gibi alanlarla derinleştirerek çok yönlü bir görsel evren yaratmayı başarmış. Gündelik hayatımız içinde farkında olmadan maruz kaldığımız imge bombardımanı karşısındaki kanıksamışlığımızı, bilgiye erişim ve onu tüketim biçimimize dair çelişkili noktaları masaya yatıran Beler’in, galeri mekânında sunduğu yapay evrenin mesajını alabilen izleyiciler için keyifli bir sergi deneyimi diyebilirim. “Beachcomber” 17 Mart tarihine dek KRANK Art Gallery’de izlenebilir.

Yazının devamı...

“Sanat özgürlüğün en iyi anlatım şekli”

Üretim pratiğinizi kolektif belleğin arkeolojisini yapmak olarak tanımlıyorsunuz. Bu tabiri hangi bağlamlarda okumalıyız, biraz açıklayabilir misiniz?

Kolektif belleği, insanoğlunun tarihi bir yaratık olması olarak tanımlıyorum ve bence ortak bellekler insanın tarihidir. Gelecek diye bir şey henüz olmadığı için, insanlık tarihimizi geçmişe bakmaya itmektedir. Geçmişte neler olduğunu bilelim ki, geçmişi yeniden yorumlayalım ve geçmişteki deneyimlerden yararlanarak geleceğe bakış açımızı değiştirelim. Yani gelecek yok derken şimdiki zamanın da sürekliliğine vurgu yapıyorum. İnsanoğlu tarihi bir yaratıktır ve unutulmuş olan ortak bellekler, insanoğlunun genetiğine işlemiştir. İnsan doğasını ve onun evrendeki yerini belirlemek için, insanın geçmişine bakmak durumundayız. Genelde benim eserlerimi bilhassa Fransa’daki eserlerimi görenler sanki geçmişte bir zaman diliminde, bir medeniyette yapılmış araçlara, aletlere benzetirler. Eserler, bir işe yarıyormuş da neye yaradıkları bilinmiyormuş gibi okunuyorlar. Ben de bu yaklaşımdan hareketle unutulmuş ortak belleğin arkeolojisini yapıyorum derim. Örneğin, teleskopla baktığımız zaman bir yıldızın bize 50 ışık yılı uzaklıkta olması veya bir milyar yıl önce yola çıkan uzak bir galaksideki görünümü; o hala orada mı? yok oldu mu? kaldı mı? başka galaksilerle birleşti mi? gibi… Bize geçmişten gelen haber getiriyor. (evrenin ortak belleği…)

Yeni serginizde dikkatimi çeken; kırmızı, sarı gibi renklerin kullanımına yönelmeniz oldu. Şimdiye dek genellikle monokrom işlerinizle sizi tanıyan izleyiciler olarak renklerle olan bu yeni diyaloğunuzu ve yoğunlaşmanızı nasıl değerlendirmeliyiz?

Eskiden beri renk kullanıyorum aslında. Bazı işlerim, özellikle Fransa’daki işlerimde renk kullanımı daha yoğundur. Fakat Türkiye’de sergilenen işlerde yer almıyor. Ben aslında ilk 10 yıl resim yapan biriydim. Rengi her zaman kullanırım. Türkiye’de belli bir sanayi bölgesinde olan atölyemde, oradaki imkanlar beni etkilediği ve daha çok metale yönelik işler yaptığım için renk pek gözükmüyor. Aslında renkli fotoğraflarım müzelerde ve koleksiyonlarda yer alıyor. Renk her zaman var etrafımda ama Türkiye’de uzun süre sonra sergi açmam nedeniyle bu sergide yer alan işlerdeki renklersürpriz oldu. Renkleri sürekli kullanırım ben. Bazı işlerim vardır mesela kırmızı ve yeşildir. Kırmızı, isyan; sarı, ışık; yeşil umuttur. Renkleri ben ilaç gibi kullanırım. Balmumunun rengi mesela ilaç gibidir. İlaç gibi derken, merhem gibi kullanırım demek istiyorum. Buradaki işlerimde ise bu renkler deneme mahiyetinde. Örneğin, menevişlenmiş demirin rengi ateş rengidir. Dolayısıyla mordan kahverengiye kadar renkler yalın ve yansıyan oynak renklerdir. O yüzden işlerim benim için çok renklidir diyebilirim.

Kendini tüketmek...

Balmumu malzemesine yüklediğiniz metafor oldukça katmanlı ve etkileyici. Burada emek kavramı ile kurguladığınız ilişkiden ve bunun genel kavramsal çerçeve olarak çıkış noktasından bahseder misiniz?

Balmumu Arının Alın Teridir dediğimiz zaman, gerçekten balmumunun arının vücudundaki glikozdan dönüştürerek balmumu yaptığını ve de peteklerini yaptığını biliyoruz. Bu da aynı zamanda kendini tüketerek evini yapan insan gibi, bir eşya yapan işçi gibi ve de pazarlama ekonomisinin daha önce söylediğim gibi bir teoloji haline geldiği bu dönemde emekten bahsetme zamanının geldiğine dikkat çekiyor..

Türkiye’deki asgari ücretin durumunu ve bu ücretle aile geçindirenleri düşünüp bunları hatırlatmak istedim. Bunu da mütevazi bir şekilde ama şiirsel bir boyutla anlatmak istedim. Bir de size çanaklar içinde alın teri ikram ediyorum.

Heykel gibi türevlenmeye ve tekrara açık bir sanat dalında, bireysel özgünlüğünüzü bu denli korumanızın ardındaki başarınızı nasıl açıklarsınız?

Her türlü malzemenin heykellerde kullanıldığı bir dönemdeyiz. Eskiden birçok şeyi düşünürken, başka bir sanatçıya benzememek için kendimize otosansür uygulardık.

Ama artık bir yaşa geldim ve artık oto sansürü kendime yasaklıyorum. Zaten, Joseph Beuys’un dediği gibi; sanat özgürlüğün en iyi anlatım şeklidir.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.