“Sanat özgürlüğün en iyi anlatım şekli”
.
Üretim pratiğinizi kolektif belleğin arkeolojisini yapmak olarak tanımlıyorsunuz. Bu tabiri hangi bağlamlarda okumalıyız, biraz açıklayabilir misiniz?
Kolektif belleği, insanoğlunun tarihi bir yaratık olması olarak tanımlıyorum ve bence ortak bellekler insanın tarihidir. Gelecek diye bir şey henüz olmadığı için, insanlık tarihimizi geçmişe bakmaya itmektedir. Geçmişte neler olduğunu bilelim ki, geçmişi yeniden yorumlayalım ve geçmişteki deneyimlerden yararlanarak geleceğe bakış açımızı değiştirelim. Yani gelecek yok derken şimdiki zamanın da sürekliliğine vurgu yapıyorum. İnsanoğlu tarihi bir yaratıktır ve unutulmuş olan ortak bellekler, insanoğlunun genetiğine işlemiştir. İnsan doğasını ve onun evrendeki yerini belirlemek için, insanın geçmişine bakmak durumundayız. Genelde benim eserlerimi bilhassa Fransa’daki eserlerimi görenler sanki geçmişte bir zaman diliminde, bir medeniyette yapılmış araçlara, aletlere benzetirler. Eserler, bir işe yarıyormuş da neye yaradıkları bilinmiyormuş gibi okunuyorlar. Ben de bu yaklaşımdan hareketle unutulmuş ortak belleğin arkeolojisini yapıyorum derim. Örneğin, teleskopla baktığımız zaman bir yıldızın bize 50 ışık yılı uzaklıkta olması veya bir milyar yıl önce yola çıkan uzak bir galaksideki görünümü; o hala orada mı? yok oldu mu? kaldı mı? başka galaksilerle birleşti mi? gibi… Bize geçmişten gelen haber getiriyor. (evrenin ortak belleği…)
Yeni serginizde dikkatimi çeken; kırmızı, sarı gibi renklerin kullanımına yönelmeniz oldu. Şimdiye dek genellikle monokrom işlerinizle sizi tanıyan izleyiciler olarak renklerle olan bu yeni diyaloğunuzu ve yoğunlaşmanızı nasıl değerlendirmeliyiz?
Eskiden beri renk kullanıyorum aslında. Bazı işlerim, özellikle Fransa’daki işlerimde renk kullanımı daha yoğundur. Fakat Türkiye’de sergilenen işlerde yer almıyor. Ben aslında ilk 10 yıl resim yapan biriydim. Rengi her zaman kullanırım. Türkiye’de belli bir sanayi bölgesinde olan atölyemde, oradaki imkanlar beni etkilediği ve daha çok metale yönelik işler yaptığım için renk pek gözükmüyor. Aslında renkli fotoğraflarım müzelerde ve koleksiyonlarda yer alıyor. Renk her zaman var etrafımda ama Türkiye’de uzun süre sonra sergi açmam nedeniyle bu sergide yer alan işlerdeki renklersürpriz oldu. Renkleri sürekli kullanırım ben. Bazı işlerim vardır mesela kırmızı ve yeşildir. Kırmızı, isyan; sarı, ışık; yeşil umuttur. Renkleri ben ilaç gibi kullanırım. Balmumunun rengi mesela ilaç gibidir. İlaç gibi derken, merhem gibi kullanırım demek istiyorum. Buradaki işlerimde ise bu renkler deneme mahiyetinde. Örneğin, menevişlenmiş demirin rengi ateş rengidir. Dolayısıyla mordan kahverengiye kadar renkler yalın ve yansıyan oynak renklerdir. O yüzden işlerim benim için çok renklidir diyebilirim.
Kendini tüketmek...
Balmumu malzemesine yüklediğiniz metafor oldukça katmanlı ve etkileyici. Burada emek kavramı ile kurguladığınız ilişkiden ve bunun genel kavramsal çerçeve olarak çıkış noktasından bahseder misiniz?
Balmumu Arının Alın Teridir dediğimiz zaman, gerçekten balmumunun arının vücudundaki glikozdan dönüştürerek balmumu yaptığını ve de peteklerini yaptığını biliyoruz. Bu da aynı zamanda kendini tüketerek evini yapan insan gibi, bir eşya yapan işçi gibi ve de pazarlama ekonomisinin daha önce söylediğim gibi bir teoloji haline geldiği bu dönemde emekten bahsetme zamanının geldiğine dikkat çekiyor..
Türkiye’deki asgari ücretin durumunu ve bu ücretle aile geçindirenleri düşünüp bunları hatırlatmak istedim. Bunu da mütevazi bir şekilde ama şiirsel bir boyutla anlatmak istedim. Bir de size çanaklar içinde alın teri ikram ediyorum.
Heykel gibi türevlenmeye ve tekrara açık bir sanat dalında, bireysel özgünlüğünüzü bu denli korumanızın ardındaki başarınızı nasıl açıklarsınız?
Her türlü malzemenin heykellerde kullanıldığı bir dönemdeyiz. Eskiden birçok şeyi düşünürken, başka bir sanatçıya benzememek için kendimize otosansür uygulardık.
Ama artık bir yaşa geldim ve artık oto sansürü kendime yasaklıyorum. Zaten, Joseph Beuys’un dediği gibi; sanat özgürlüğün en iyi anlatım şeklidir.