Şampiy10
Magazin
Gündem

İlk çeyrekte sanayi üretimi

Nisan nakit dengesi Hazine tarafından açıklandı. Bütçenin öncü göstergesidir. Yılın ilk dört ayında faiz-dışı fazla 8 milyar TL çıktı. Geçen yıla yakındır. Nakit dengesi 4 milyar TL açık verdi. 2012’nin üçte biridir. Bütçede bir sorun gözükmüyor.

Yarın ödemeler dengesi Mart sonuçları yayınlanıyor. Cari işlemler açığını 6 milyar dolar civarında bekliyorum. Sürpriz ihtimali çok düşüktür. Altın ve enerji hariç dış açığı ve net hata noksan kalemini merak ediyorum.

Mali piyasalar ekonominin gidişatından çok memnun duruyor. Sepet kur haftayı 2.07 TL’den kapattı. Gösterge faiz yüzde 5’e demir attı. Reel ekonominin bu mutluluğu paylaştığını sanmıyorum. Mali piyasa gider Mersin’e, reel ekonomi gider tersine..

Sınırlı canlanma

Mart sanayi üretimine kısaca değinmiştim. Piyasanın geçen yıla göre yüzde 1.3 artış beklentisi çok iyimser kaldı. Gerçekleşme yüzde 0.2’de kaldı. Böylece ilk çeyrek verisi tamanlandı. Milli gelirin çok önemli öncü göstergesidir.

Ocak-Mart döneminde geçen yıla göre artış oranı toplam sanayide yüzde 1.3, imalat sanayinde yüzde 2.7 oldu. Toplam sanayide kriz sonrasının en düşük ilk çeyrek artışıdır. İmalat sanayinde ise geçen yılın artışı ile aynıdır.

Yeni seri ile birlikte TÜİK takvim ve mevsim etkisini arındırma yöntemini değiştirdi. Daha kapsamlı hale getirdi. İnceliklerine tam hakim olduğumu söyleyemem. Öğrenmek ve alışmak zaman alıyor.

Takvim ve mevsim etkisi arındırılınca geçen yıla göre artış daha olumlu çıkıyor. Örneğin imalat sanayinde yüzde 3.9’a yükseliyor. Keza bir önceki çeyreğe göre de küçük bir canlanma işareti taşıyor.

İlk çeyrekte büyüme

İmalat sanayi milli gelirin en kritik bileşenidir. Artık geleneksel hale geldi. İkisini bir grafik üzerinde gösteriyoruz. Böylece ilk çeyrekte büyüme hızını nasıl çıkacağı hakkında bir fikrimiz oluşuyor.

Sütunlar bir önceki yılın aynı dönemine göre imalat sanayi üretim artışını, çizgi ise milli gelir büyümesi veriyor. Grafikte eğilimin yukarı döndüğü görülüyor. Geçen yıl ilk çeyrekte aynı imalat sanayi üretim artışı ile büyüme yüzde 3.3 çıkmıştı. Bu yıl da çok farklı olmaz.

Yazının devamı...

Reel kur ve para politikası

Mart sanayi üretimi TÜİK tarafından açıklandı. Piyasa geçen yıla göre toplam üretimin yüzde 1,3 artmasını öngörüyordu. Fiili sayı yüzde 0,2 çıktı. İmalat sanayii yüzde 1,1 arttı, elektrik-gaz-su üretimi yüzde 4 geriledi.

Böylece ilk çeyrek verileri tamamlandı. Büyümenin öncü göstergesidir. Ancak dün kendi dosyalarım üzerinde çalışma fırsatını bulamadım. İlk çeyrek büyüme tahminini önümüzdeki yazıya bırakıyorum.

Merkez Bankası’na yurt dışından akademik destek geliyor. John Hopkins’den Laurence Ball beğendiğim bir makro iktisatçıdır. Washington’daki sunumu Türkiye’yi inceliyor (eaf.ku.edu.tr/conference_20130422). Yeni çerçeveyi “denemeye değer” buluyor.

Denge reel kuru

Reel kur düzeyi para politikasında ayrı ve özel bir konum kazandı. Giderek mali piyasalar da buna uyum sağladı. Artık faiz kararı tahminlerinde reel kur boyutu da hesaba katılıyor.

Hangi reel kur? Merkez Bankası her ay yayınladığı TÜFE bazlı Tartılı Efektif Reel Kura (TERK) referans veriyor. Kısa süre önce bir yenilik yaptı. Reel kuru hangi düzeyde dengede kabul ettiğini de açıkladı.

Tanımı daha önce yazdım. Farklı hesapladığımı da anlattım. Bunu bir kenara koyuyorum. Merkez Bankası para politikasını kendi denge kuruna bakarak saptıyor. Dolayısı ile bizim için yararlı bir bilgi kaynağı oluşturuyor.

Dengeden sapmalar

Merkez Bankası’nın denge reel kuru sabit değil; her yıl yüzde 2 artıyor. Dolayısıyla fiili kurun dengeden sapma oranı resmi görmeyi kolaylaştırıyor. Son bir yılın gidişatı grafikte özetleniyor. Sapma eksi ise TL düşük değerli, artı ise fazla değerli demek.

2012’de kur genellikle denge değerinin altında kalıyor. 2013’te ise dört aydır üst üste reel kur denge değerinin üzerinde seyrediyor. Nisanda fark yüzde 1’e yaklaşıyor. Bir not düşelim: Dalgalara takılmayın; nedeni bizim enflasyonun oynaklığıdır.

Bu durumda Merkez Bankası TL’ye değer kaybettirmeye çalışacaktır. Ne kadar? Yüzde 1-2 yeterlidir. Döviz sepetini 2.10 TL’ye taşır. İki soru var: Yapabilir mi? Hangi araçları kullanarak? Bekleyelim, görelim.

Yazının devamı...

Enflasyon tartışması bitmez

Yeni havaalanı ihalesinde TL yerine euro kullanılmasını eleştirdim. İlginç tepkiler aldım. Genellikle çıkar odaklı bakılıyor. Örneğin bir okuyucum “on yılda euro bir liranın altına iner, kazananlar o nedenle TL istememiştir” diyor.

Yarın sanayi üretim endeksi mart verileri açıklanıyor. Büyümenin en önemli öncü göstergesidir. Özel tüketimde ilk çeyrekte bir canlanma olduğunu biliyoruz. Üretime ne ölçüde yansıdığını göreceğiz. Kötümser cephede yer aldığım biliniyor.

Hafta sonunda IMF başiktisatçısı O. Blanchard’ın küresel krizi sonrasında makro politikaları değerlendiren ikinci makalesini okudum (www.imf.org). Geleneksel olmayan politikalara destek veriyor.

Bozulan ezberler

Altının değerine bakarken çok kısa değindim. 2008 sonrasında Fed ortalığı likiditeye boğdu. Bilançosu tarihi rekorlar kırdı. “Helikopter Ben” krizin derinleşmesini engellemeyi amaçlıyordu. Hâlen devam ediyor.

Ancak, tutucular ilk günden itibaren bu politikaya sert eleştiriler yöneltti. Gerisinde para miktarı ile fiyatlar arasındaki ünlü ilişki vardı. Basılan para mutlaka enflasyonu hızlandırır, gene öyle olacak dendi.

Aradan beş yıl geçti. Fed dolar bastıkça bastı. Ama ABD’de enflasyon bir türlü kıpırdamadı. Bozulan ezber Keynesçilerin elini güçlendirdi. Başta Krugman, keyfini sürüyorlar. Ünlülerin nasıl yanıldığını gösteren alıntılar yayınlanıyor.

Çelişkili gelişmeler

Bir başka soruna dönelim. Japonya’nın devasa kamu açığı var. Hükümet ve Merkez Bankası işi gücü bıraktı enflasyonu azdırmaya uğraşıyor. İnanılmaz miktarlarda para basılıyor. Ama bir türlü sonuç alınamıyor. Enflasyon kıpırdamıyor. Neden?

Resmin diğer ucu da ilginçtir. ABD ve AB’de talep çok zayıf, işsizlik ise çok yüksek seyrediyor. Teoriye göre bu koşullarda enflasyonun eksiye geçmesi (deflasyon) gerekiyor. Halbuki ikisinde de enflasyon hâlâ artıda kaldı. Neden?

Cevaplar bilinmiyor. Kesin olan şu: Küresel kriz sonrasının ekonomik gerçekleri eski teorilere uymuyor. Yenileri de daha ortaya çıkmadı. Bizdeki enflasyon tartışmasını bu gözle izlemenizde yarar görüyorum.

Yazının devamı...

Havaalanı ihalesine bakıyorum

Nisan enflasyon verileri TÜİK tarafından açıklandı. Piyasa tüketici fiyatlarında yüzde 0.6’nın üzerinde artış bekliyordu. Yüzde 0.4 çıktı. Böylece TÜFE’de yıllık artış yüzde 6.1’e geriledi. Son iki yılın en düşük değeridir. Merkez Bankası tahminleri ile uyumludur.

Türkiye’nin kredi notu artacak mı? Küresel piyasalar öyle düşünüyor. Cuma günü gösterge faiz kısa bir süre için yüzde 5’in altını gördü. Döviz sepeti 2.07 TL’de çakılıp kaldı. Borsa (BIST-100) 90 bine yaklaştı.

İstikrarın fazlası bizim meslek açısından iyi haber değildir. Vatandaşın ekonomiye ilgisi azalır. İlginç konu sıkıntısı çekilir. Gel de bol çalkantılı günleri özleme...Neyse ki burası Türkiye, nasıl olsa işler gene bir şekilde karışır. Sabredeceğiz.

Göz yanılması

İstanbul’un yeni havaalanı için yapılan ihaleyi dün bütün gazeteler manşete taşıdı. Herhalde canlı yayının da katkısı var. Vatandaş 50 bin lirayı bir arada zor görüyor. Birileri ekranda milyarları konuşuyor. İlgi çekmesi normaldir.

Neticede biraz karmaşık bir kiralama ihalesidir. 25 yıllık toplam üzerinden yürütülmesi başarılı bir halkla ilişkiler operasyonudur. Yıllık 1 milyar euro kira asla böyle ilgi yaratmazdı. “Göz yanılması” (optik illüzyon) denebilir.

Maalesef anlamsız karşılaştırmalara yol açıyor. Örneğin toplam kira yıllık milli gelire bölünüyor. Yüzde 4’ü aşıyor. Hesap yanlıştır. Pay ve paydanın aynı süreyi kapsaması gerekir. Doğrusu binde 2‘ye (KDV dahil) ulaşmıyor. Abartılı bir sayı değildir.

Neden euro?

Beni rahatsız eden esas konu ihalenin euro ile yapılmasıdır. Bizzat devletin kira gelirini başka ülkelerin parasına endekslemesini uzun süredir eleştiriyorum. Havaalanı Türkiye’de, Türk şirketler işletiyor, yolcunun ezici çoğunluğu Türk, ama kira euro ile!

Benzer projeyi Almanya dolarla, ABD yada Japonya euro ile kiralar mı? Asla; mutlaka kendi parasını kullanır. Yüksek enflasyon (dandik para) döneminde Türkiye döviz kullanmaya mecbur kaldı. Alışıldı. Olağan karşılanıyor.

Halbuki koşullar değişti. Yabancılar TL tahviline koşuyor. Hükümet TL’ye güveni tesis ettiğini iddia ediyor. Sonra kirayı dövizle saptıyor. “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!” Doğrusu enflasyona endeksli TL ile kiralamadır.

Hükümeti kınıyorum.

Yazının devamı...

İlk çeyrekte dış ticaret

Yılın ikinci Enflasyon Raporu açıklandı. Merkez Bankası yıl sonu tüketici enflasyonu tahminini değiştirmedi: Yüzde 5,3. Piyasa olumlu tepki verdi. Gösterge faiz yüzde 5,2’ye indi. Sepet kur 2.07 TL civarında dar bir koridor içinde hareket ediyor.

Raporda ilginç konular için gene ayrı kutular açılmış. 115 sayfada 11 kutu var; metnin üçte biri ediyor. Altın-büyüme ilişkisi, TÜFE-ÜFE ayrışması, iş gücüne katılım vs. bir dizi çalışma anlatılıyor.

S. Gürsel, Z. İmamoğlu ve B. Soybilgen’in önemli bir makalesi BETAM’da yayınlandı: “Dengeli Büyüme Zor Duruyor” (betam.bahcesehir.edu.tr). Mevcut sorunları anlamaya çalışanlara tavsiye ederim.

Veriler olumlu geldi

Mart dış ticaret verileri salı günü TÜİK tarafından yayınlandı. Piyasa 8.3 milyar dolar dış ticaret açığı öngörüyordu. 7.4 milyar dolar çıktı. Farkın tümü ithalatın daha yüksek tahmin edilmesinden kaynaklanıyor.

Martta hem ihracat hem ithalat geçen yıla göre geriledi. İhracatta düşüş yüzde 0,3; ithalatta ise yüzde 0,6 oldu. O sayede dış ticaret açığı 84 milyon dolar azaldı. İhracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 64,1’e yükseldi.

İlk çeyrekte ise (ocak-mart) geçen yıla göre ihracat 2.4 milyar dolar, ihracat 5.8 milyar dolar, dolayısı ile dış ticaret açığı 3.4 milyar dolar arttı. Yıllık ticaret açığı yıl sonuna göre 1.1 milyar dolar artışla 85.1 milyar dolara yükseldi.

Takvim ve mevsim etkisi arındırılmış veriler de yukarıdaki tabloyu teyit ediyor. Şubattan marta ihracatta yüzde 3,5 ithalatta yüzde 5,8 düşüş görülüyor.

Altın hariç denge

Altının fiyatı vatandaşı, ticareti de iktisatçıları meşgul ediyor. Konjonktür analizi için İran’a altın ihracatının etkilerini temizlemek gerekiyor. O nedenle altın hariç dış ticaret açığını ayrıca hesaplıyoruz.

Mart sonunda yıllık 4.8 milyar dolar net altın ihracatı var. Yani altın hariç yıllık dış ticaret açığı daha yüksektir: 90 milyar dolar. Ancak aralıktan bu yana yatay seyrettiği grafikte izleniyor. Velhasıl dış dengede (şimdilik) tehlikeli bir gidişat görülmüyor.

Ya büyüme? O ayrı bir konu; sırası gelince bakacağım.

Yazının devamı...

Altın fiyatı ne olur?

Mart dış ticareti bugün yayınlanıyor. CNBC-e anketine göre piyasa dış ticaret açığını 8.3 milyar dolar öngörüyor. İhracat geçen yılla aynı kalıyor. İthalat 1 milyar dolar artıyor. Makul duruyor. Altın ticareti gene hesapları karıştırabilir.

Yılın ikinci Enflasyon Raporu bugün açıklanıyor. Para politikasının temel belgesidir. Merkez Bankası’nın konjonktür analiz ve tahminlerini yansıtır. Adına aldanmayın. Reel ekonomiyi, dış dengeyi ve finans kesimini de kapsıyor.

2013’te enflasyon cephesinde bir sorun gözükmüyor. Ama büyüme konusunda şu ana kadar gelen işaretler pek net değil. Arzulananın altında kalma ihtimali var. Merkez Bankası’nın senaryosu merakla bekleniyor.

Neden altın?

Yıllar boyunca vatandaş iktisatçı görünce öncelikle döviz kurunu sordu. Çünkü döviz bir yatırım ve spekülasyon aracı olarak kullanılıyordu. Son dönemde ise yerini altın fiyatları aldı. Dövizin tahtını altına bıraktığı anlaşılıyor.

Altın fiyatını kullanım amaçlı talep (takı, süs vs.) etkilemez. Belirleyici unsur varlık olarak altın tutma arzusudur. Üstelik faiz, temettü vs. getirisi yoktur. Cevaplanması gereken soru varlık talebinin nedenleridir.

Altın daima en likit varlıktır. İstediğiniz anda satarsınız. Ancak nakit para ve kamu tahvilleri de öyledir. Ama altının kritik bir özelliği vardır. Fizik varlıktır. Enflasyondan muaftır. Yani devlet tarafından aşındırılamaz.

Doların geri dönüşü

Lafı uzatmayalım. Altın talebi ile paranın değer kaybı beklentisi bire bir ilişkilidir. Küresel düzeyde söz konusu olan dolardır. Yani altın almak bahse girmektir. ABD’nin doların değerini korumaktan vazgeçeceğine oynamaktır.

Dört yıl önce sordum: “Doların sonu mu?” (14/6/09). Hem Fed para basıyor, hem bütçe rekor açık veriyordu. ABD’nin kamu borcu patlamıştı. Dolar enflasyonunu kaçınılmaz gören iktisatçı da çoktu.

Öyle olmadı. Enflasyon yükselmedi. Fed para basmayı sürdürdü ama bütçe sıkıldı. Doların üzerindeki tehlike bulutları dağıldı. Bu anlamda dolar geri döndü. Altın fiyatı düşüşe geçti. Yani altıncılar bahsi kaybetti.

Doların dünya parası olduğunu lütfen unutmayın. Statükoyu bozmak ABD’nin çıkarına mıdır? Ben hayır diyorum. Para da karar da sizin elbette...

Yazının devamı...

Yeni Türkiye’ye doğru

Korelasyon ve nedensellik yazıma çok olumlu tepkiler, hatta iltifatlar aldım. Doğrusu sevindim. Kolaycı açıklamalar dönemi yavaş yavaş bitiyor. Sistematik düşünce güçleniyor. Bu önemli konuyu deşmeye devam edeceğim.

Perşembe Karaman’da konuştum. Anadolu Sohbetlerini Garanti Bankası ve Dünya Gazetesi düzenliyor. Türkiye’nin bisküvi ve elma başkentine ilk kez gidiyorum. Gıda sanayinin geleceği konuşuldu. Etkilendim.

Sonrasında Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi iktisat son sınıf öğrencileri ve hocaları ile hoş bir sohbet yaptık. Üniversite altı yıl önce kurulmuş; kısa sürede çok yol almış. Ekonomik göstergeleri tartıştık. Geleceğe güvenim arttı.

Elveda IMF

Türkiye’nin IMF’ye kalan borcunun son taksiti Mayıs’ta ödeniyor. IMF ile bu macera 1994’de başlamıştı. Neredeyse 20 yıl ediyor. Mutlu sonla bitmesi çok sevindiricidir. Tarihi bir olaydır.

Bir kayıt düşelim. 1994, 1999 ve 2001’de Standby Anlaşmalarını destekledim. Buna karşılık 2004’de uzatılmasını sert şekilde eleştirdim. IMF’i bırakalım dedim. Ama yüksek faiz lobisi bastırdı. Hükümet çekindi.

Ne oldu? Yanlış para politikası sürdü. TL hızla değer kazandı. Dış açıkla büyüme modeli yerleşti. Gösterge faizin bu hafta yüzde 5.4’e gerilemesi rastlantı mı? Yoksa yüksek faizde IMF damgasının tescili mi? Ne dersiniz?

Merhaba barış

Tarihçiler iyi bilir. Toplumlarda değişimin ritmi de değişkendir. Bazen tarih uzun süreler adeta donar. İnsanlar “böyle gelmiş böyle gidecek” diye düşünür. Derken aniden hızlanır.

Değişimi savunanlar bile ayak uydurmakta zorlanır.

Türkiye tarihin çok hızlandığı bir dönemden geçiyor. Bırakın on, yirmi, otuz yılı, altı ay önce imkansız duran siyasi gelişmeler birbirini izliyor. Yeni Türkiye’nin doğum sancıları yaşanıyor.

PKK militanlarının sınır dışına çekilmesi bu açıdan tarihi bir olaydır. Tek başına barış değildir. Ama barış yolunda kritik bir adımdır. Nihayet çözüm iradesinin oluştuğunun göstergesidir. Türkiye’nin önünü açacaktır. Sürecin zorlukları bu gerçeği değiştirmez.

Hayırlı olsun.

Yazının devamı...

Büyüme ve dış kaynak

Laf lafı açar denir. ABD’li iki ünlü iktisatçının hesap hatası ile yola çıktık. Korelasyonun nedensellik olmadığını vurguladık. Türkiye’de örnek ararken dış kaynak-büyüme ilişkisine geldik.

Türkiye’nin en hassas konusudur. Büyümenin esas tahdidinin dış kaynak olduğuna inanılır. Yani dış kaynak bulunca ekonomi hızlı büyür. Aksi takdirde büyüme durur. Çeşitli versiyonları vardır. Ekonomi yönetimi de bu görüşe yakındır.

Hakikaten öyle mi? Sermaye girişinin yüksek olması ekonominin hızlı büyümesi için gerekli ve yeterli koşul mudur? Geçen yazıda nedenselliği ters yönde gördüğümü söyledim. Oradan devam ediyorum.

Verilere bakıyoruz

Üretim iç ve dış piyasalar için yapılır. Sermaye girişinin etkisi ilkine, yani iç talebedir. Dış talebe etkisi yok gibidir. Dolayısı ile büyüme yerine iç talebe odaklanmak daha gerçekçi bir analize izin verir.

2006-12 dönemi grafikte özetleniyor. Yıllık verilerdir. Sütunlar giren sermayenin milli gelire oranını, çizgi ise iç talepte değişimi gösteriyor. Örneğin 2006 yılında milli gelirin yüzde 8,1 tutarında sermaye giriyor; iç talep yüzde 7 artıyor.

Dört yıl (2006-7 ve 2010-11) yaygın teze tam uyuyor: Sermaye girişi ve iç talep artışı yüksek. 2009 arada kalıyor; dış kaynak giriyor (yüzde 1,6) ama iç talep küçülüyor (yüzde 5,1). 2008 ve 2012 ise açıkça ters düşüyor. Yani dış kaynak var ama iç talep geriliyor.

2012’de ne oldu?

2008’e itirazlarınızı duyar gibiyim. Bir: Küresel krizin koptuğu yıldır. İki: Sermaye girişi artıdır ama bir önceki yıla göre azalmıştır. Dolayısı ile 2008’den yola çıkarak yaygın tezi çürütmek zordur. Bir an için kabul edelim.

Peki, 2012’ye ne diyeceğiz? Sermaye girişi tarihi rekor kırıyor (yüzde 8,7). Halbuki iç talep yüzde 0,5 daralıyor. Ekonomi dış kaynak buluyor. Ama büyümüyor. Sanırım tahmin ettiniz; geri planda uygulanan iktisat politikaları yatıyor.

Bu olgu nedenselliğin büyümeden dış kaynağa gittiğini kanıtlar mı? Hayır, sadece o yönde bir adımdır. Ama aksi tezi çok hırpaladığı açıktır. Analizin neden iktisat politikalarına odaklanması gerektiğini göstermektedir. Devam edeceğim.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.