Şampiy10
Magazin
Gündem

Kişi başına gelir polemiği

AKP iktidarı ekonomide iyi performans gösterdi mi? Eski tartışmadır. Bir süredir tavsamıştı. Gezi olaylarının yarattığı siyasi kutuplaşma tekrar canlandırdı. Ekonomik göstergeler havada uçuşmaya başladı

Topa önce Ege Cansen girdi. “Memleketimden İktisat Efsaneleri” rekor retweet aldı. Derken Dani Rodrik’le Bakan Şimşek arasında tweet-dalaşı yaşandı. Ege dün onlara referans vererek devam etti. Benim de katılmam farz oldu.

İşin içine siyaset girince bizim “çarşı” da karışır. Vatandaş objektif analiz filan anlamaz. İktisatçıdan takım tutmasını bekler. “Benden olmayan onlardandır” diye düşünür. Hesabı inceltmek sadece iki tarafı da kızdırmaya yarar.

İki farklı hesap

Sorunun kökeninde refah düzeyinde ve üretkenlikte artışı ölçme zorlukları yatıyor. Çünkü fizik büyüklükler ancak fiyatları ile çarpılarak anlam kazanıyor. Halbuki mutlak ve nispi fiyatlar sürekli değişiyor.

Refah ve üretkenlik göstergesi olarak kişi başına geliri alalım. On yıl öncesi ile karşılaştırma istiyoruz. Hangi ölçüyü kullanalım? Cari TL fiyatları mı? Sabit TL fiyatları mı? Cari dolar kuru mu? Satın alma gücü paritesi mi?

Bakan Şimşek cari dolar kurunu kullanıyor. On yılda yüzde 200 (üç katı) artış buluyor. Cansen ve Rodrik sabit TL fiyatlarını tercih ediyor. Artış yüzde 43’e iniyor. Bekleneceği gibi hükümet ilkine, muhalefet ikincisine iltifat ediyor.

Gerçek nerede?

Milli gelirin cari kurla hesaplanması en yanlışıdır. Refah ve üretkenlik artışını gerçeğin çok üzerinde gösteriyor. Bir: ABD enflasyonunu hesaba katmıyor. İki: TL’nin değer kazanmasının etkisini abartıyor.

Sabit TL fiyatları daha az yanlışıdır. Refah ve üretkenlik artışını gerçeğin daha altında gösteriyor. Çünkü nispi fiyat hareketlerini, özellikle TL’nin değer kazanmasının etkilerini soyutluyor.

Doğrusu nedir? Teknik ayrıntılarla sizi sıkmayacağım. Literatürde Samuelson-Balassa etkisi deniyor. Sabit TL fiyatlarına ekleyince on yılda kişi başına gelir artışını yüzde 71 hesaplıyorum. Yani milli gelir iki katına çıkıyor. Fizik göstergelerle de uyumludur.

Olayı karmaşıklaştıran başka sorunlar da var. Belki onlara da girerim.

Yazının devamı...

Halk oylaması

Mali piyasalar siyasi gerginliğin etkisini üzerinden atmaya çalışıyor. BIST-100 haftayı 80 bini aşarak kapattı. Gösterge faiz yüzde 6.2’ye geriledi. Sepet kur 2.17 TL civarında istikrar kazandı.

CNBC-e tüketici güven endeksi Haziran sonuçları açıklandı. Bekleneceği gibi, iç ve dış gelişmeler endeksi bu yılın en düşük değerine çekti. Ama hâlâ geçen yılın üzerinde seyrediyor. Aysonunda TÜİK’in güven endeksine bakacağız.

Olaylar Merkez Bankası beklenti anketine de yansıdı. Bir: 2013 için büyüme tahmini ilk kez yüzde 4’ün altını gördü: yüzde 3.9. İki: yılsonu dolar kuru tahmini 1.87 TL’ye yükseldi. Yılbaşından bu yana 1.82 TL idi.

Niyetim milli gelir verileri ile devam etmekti. Büyümenin kalitesi beni tedirgin ediyor. Örneğin ilk çeyrekte tasarruf oranı geriledi. Özel kesimin makina-teçhizat yatırımlarında toparlanma da çok kısıtlı kaldı. İkisi tatsız haberdir.

Temsili demokrasi

Gezi olayları çok ilginç bir siyasi gelişmeyi tetikledi. Hükümet planladığı yapılaşmayı halka sormaya karar verdi. Taraflar arasındaki anlaşmazlıkta vatandaşın hakemliğine başvurulmasıdır. Benim bildiğim Türkiye’de ilk kez oluyor.

Temsili demokrasi aslında halk oylaması ile çelişir. Adı üstünde: Vatandaş yetkisini seçtiği temsilciler aracılığı ile kullanır. Özellikle İngiliz geleneği doğrudan katılıma şüphe ile bakar. Küçültücü bir sözcük (mob) kullanılır. Güruh, çete, ayaktakımı, vs. demektir.

Nitekim ABD anayasasında halk oylaması yoktur. İngiltere’de Parlamento’nun hakimiyeti mutlaktır. Halkın hakemliğine başvurulması istisnadır. Çok özel durumlarda (AB üyeliği) olabilir. Bizde de halk oylaması anayasa değişikliği ile sınırlıdır.

Yerel yönetim

Ancak yerel yönetim düzeyine gelince işler değişir. Halk oylaması meşru ve yararlı kabul edilir. Neden? Çünkü halkın hakemliğini gerektiren yerel sorunlar somut projelere odaklanır. Şu park yapılsın mı? Bu yol açılsın mı?

Özellikte ABD’de eyalet, ilçe ve kent yönetiminde halk oylaması yaygındır. Farklı vatandaş inisiyatiflerine de rastlanır. Kaliforniya en ünlüsüdür. Artan demokratik katılımın yerel yönetimde etkinliği olumlu etkilediği görüşü yaygındır.

Özetleyelim. Gezi’nin geleceğinin vatandaşa sorulmasını destekliyorum. Uzlaşmazlıklar için bir çözüm örneği oluşturacaktır. Demokratikleşme yolunda küçük ama anlamlı bir adımdır.

Yazının devamı...

İlk çeyrekte milli gelir

Bugün ilk çeyrek milli gelir verilerine bakıyorum. Konjonktürün en geç yayınlanan ama en kapsamlı göstergesidir. Diğerlerinden farklı olarak resmin tümünü görmemize olanak sağlar.

CNBC-e anketine göre piyasa yüzde 2,2 öngörüyordu. Ben daha iyimserdim. Nitekim bir ay önce ilk çeyrek sanayi üretimini değerlendirirken geçen yıla yakın (yüzde 3,3) çıkar dedim. Tutturdum sayılır.

İlk çeyrekte sabit fiyatlarla milli gelir yüzde 3,0 büyüdü. Parlak bir performans değildir. Kötü de sayılmaz. Ortada bir yerdedir. Vasat diyebiliriz. Düşük büyüme sorunun ilk çeyrek itibariyle aşılamadığına işarettir.

Kamu talebi sayesinde

Konjonktür analizinde talebin bileşimi önem kazanıyor. Daha açık soralım. Artan üretime talep nereden geldi? Büyümenin kaynakları deniyor. Ana harcama kalemlerinin üretim artışına katkısı hesaplanıyor.

Özel kesimle başlayalım. Özel tüketim artıyor. Büyümeye 2.1 puan katkı yapıyor. Ama özel yatırım harcamalarında düşüş sürüyor. Büyümeden 2.1 puan götürüyor. Neticede özel kesimin büyümeye katkısı sıfıra iniyor.

Dolayısıyla yüzde 3 büyüme tümü ile kamu talebi sayesinde gerçekleşiyor. Kamu tüketimi 0.7 puan, kamu yatırımı 2.2 puan, toplam kamu 2.9 puan büyümeye katkı yapıyor. Özellikle kamu yatırımının yüksek payına dikkat çekelim.

Risk aşağı yönlü

Dış talebe dönelim. İhracatın büyümeye katkısı 0.9 puanda kalıyor. 2011 ilkbaharından bu yana en düşük değerdir. İhracat motorunun teklediğini gösteriyor. Neyse ki ithalat fazla artmıyor. Büyümeden 0.9 puan götürüyor. Dış talebin katkısı sıfır oluyor.

Stok değişimi tahmincileri hep zorlar. Geçen yıl eksi 2.2 puan olmuştu. Düzeltme olabilirdi. Ama sadece artı 0.2 puan çıktı. Sonraki çeyreklere sarkmış olabilir. Daha önce yazdığım altın ihracatı boyutunu da unutmayalım.

Yıl sonu tahminlerini nasıl etkiler? İlk bakışta yüzde 4 civarında büyüme ile uyumlu duruyor. Ancak siyasi gerginlik ve mali piyasa gelişmeleri aşağı yönlü riskleri artırıyor. O açıdan ikinci çeyrek kritik önem kazanıyor. Devam edeceğim.

Yazının devamı...

Faiz lobisi üzerine

Veri zengini bir haftaya girdik. Nisan sanayi üretimi dün açıklandı. Bu sabah ilk çeyrek milli geliri ve nisan ödemeler dengesi yayınlanıyor. Mecburen bunlara odaklanacağım. Bugün Gezi polemikleri ile devam ediyorum.

Olayların oluş sırasını hatırlayalım. Mayıs ortasında Merkez Bankası faiz indirimine gidiyor. Faizler tarihin en düşük düzeyine geriliyor. Kısa süre sonra Gezi direnişi başlıyor. Giderek yakın tarihin en büyük toplumsal hareketine dönüşüyor.

Korelasyon ve nedensellik farkına yeni değindim. Düşük faizi siyasi gerginliğin izlediği açıktır. Arada nedensellik olabilir mi? Bir mekanizma bulmak gerekir. Yaygın zihniyet zaten komploya yatkındır. “Faiz lobisi” bu işlevi yerine getiriyor.

Lobi’yi bırak

Türkiye ilginç bir ülkedir. Direnişçilerin bir bölümü uzun süredir hükümeti faiz lobisinin adamı (ve Soros’çu) ilan etmişti. Şimdi Başbakan direnişçileri faiz lobisine (ve Soros’a) hizmet etmekle suçluyor.

Yani herkes aynı tarafta...

Arşive baktım. Bende de “lobi takıntısı” var. Çeşitli tarihlerde “yüksek faiz-düşük kur lobisini”, “IMF lobisini”, “sıcak paracıları” vs. eleştirdim. Özü aynıdır.

Bugün dönüp “yüksek faiz lobisi yoktur” diyemem.

Çünkü vardı. Di’li geçmişe dikkat çekerim. Özellikle 2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikalarında belirleyici oldu. Zamanında yeterince anlattım. Küresel kriz sonrasında etkisi kalmadı. Mağlup oldu denebilir.

Çarşı’ya bak

Müfettişlik sınavına hazırlanan eski öğrencilerim uğradı. Siyasi gerginlik TL varlıklara değer kaybettirince yabancı yatırımcı nasıl kârlı çıkar diye sordular. Zihin jimnastiği yaptık. Bir türlü ekonomik mantığını yakalayamadık.

Bir an için olayların sıcak paranın çıkarına olduğunu kabul edelim. Hâlâ önemli bir soru kalıyor. Faiz lobisi bu sürece Çarşı’yı nasıl kattı? Doğrusu cevabını bir türlü bulamadım.

Komplo teorisi uzmanlarından yardım bekliyorum.

Sosyal medyada usta siyasetçi Osman Bölükbaşı’na atfen harika bir özdeyişe rastladım. “Memuru süslü avrat, zengini hayırsız evlat, siyasetçiyi kör inat batırır”. Bence Çarşı bilmecesine de ışık tutuyor.

Yazının devamı...

Bir çözüm önerisi

Gezi olayları ülkenin entellektüel gündemini de canlandırdı. Çağın çetrefilli sorunları Türkiye’de tartışmaya açıldı. Doğrusu hangi topa gireceğime karar vermekte zorlanıyorum. Çok sevdiğim konular var.

Biri modern toplumda seçim-sokak dengesinin kurulmasıdır. Bir yanda seçmenin çoğunluğunu temsil eden yönetim; öte yanda tavrını kamusal alana taşıyan azınlık... Bu ilişki nasıl düzenlenmelidir? Maalesef Türkiye’nin geçmişi çok kötü örnektir.

Geri planda kamu çıkarının tanımlanmasındaki zorluklar yatar. Toplum-birey çelişkisini özetler. Çoğunluk yeterli mi? Bireyin veto hakkı olmalı mı? Hangi koşullarda? Bunlar Türkiye için yeni kavramlardır.

Üçüncü yol

Neyse, sizi teorik konularla sıkmak istemiyorum. Onun yerine Gezi ve AKM etrafında oluşan toplumsal ve siyasi kutuplaşmaya bir çözüm yöntemini kayda geçirmek istiyorum. Daha önce başkaları da seslendirdi.

Sorunu vazedelim. Hükümet Taksim meydanının düzenlenmesini olağan yönetim yetkisi içinde görüyor. Direnenler ise meydanın yeni şeklinin kendilerine sorulması gerektiğine inanıyor. Nasreddin hoca “ikiniz de haklısınız!” derdi.

Bu hali sorun çözümsüzdür. Çünkü geri adım atmak iki taraf için de mağlubiyettir. Mecburen olay uzar. Gerginlik büyür. Başka alanlara sıçrar. Tek çare iki tarafın da taviz verdiği bir üçüncü yolun bulunmasıdır.

Mimari yarışma

Çıkış noktasıa Taksim bölgesi yerleşim planı ve İstanbul operası için uluslararası mimari proje yarışması açılmasıdır. Maddi ödüllerin büyük ustaları cezbedecek düzeyde saptanması iyi olur.

Şartnamenin hazırlanması ve yarışma jürisi kritiktir. Mutlaka sivil toplumu ve direnen kesimleri kapsamalıdır. Jüri ilk sıralamayı yapar. Ardından projeler kamuoyunun değerlendirmesini sunulur. Vatandaşın eğilimleri saptanır.

Nihai kararı kim verecek? Bence ikincildir. Referandum, gene jüri, belediye meclisi, hatta doğrudan hükümet olabilir. Her durumda İstanbul dünya çapında bir meydana ve operaya kavuşur. Türkiye katılımcı demokrasi yolunda önemli bir adım atar. Ne dersiniz?

Yazının devamı...

OECD’nin tahminleri

Siyasetten gelen yumuşama işaretlerine mali piyasalar asimetrik tepki veriyor. Örneğin döviz sepeti 2.17 TL’ye, faiz yüzde 6,2’ye geriledi. BİST-100 endeksi ise 80 binde takıldı. Ama dünya borsaları da düşüyor.

Merkez Bankası reel efektif kur mayıs verilerini açıkladı. Tüketici fiyatları ile hesaplanan endeks 120’nin altına indi. Haziranda tekrar geriler. Yeni bir faiz indirimi ihtimali iyice azaldı.

Sırrı Süreyya Önder’i kutlamak istiyorum. Yeni-eski çatışmasında arayı bulma işlevini bir BDP’li milletvekili sahiplendi. Türkiye’nin siyasi haritasındaki dönüşüm açısından çok önemli bir gelişmedir.

Büyümede karamsar

OECD’nin Ekonomik Görünüm raporu yayınlandı. Yılda iki kez (mayıs-aralık) çıkar. IMF’ye kıyasla daha tarafsız (ve Keynesçi) bir kurumdur. Hazırlayan ekip çok kalitelidir. Analiz ve tahminlerini ciddiye aldığım biliniyor.

Kısa bir küresel konjonktür değerlendirmesi var. “Tedbirli iyimser” diyebiliriz. Ardından üye ülkelerin 2013 ve 2014 tahminleri özetleniyor. Örneğin Türkiye bölümü üç sayfa; iki grafik ve bir tablo var.

En hassas konu ile başlayalım. OECD 2013’te büyümenin yüzde 3,1’de kalacağını öngörüyor. Ekonomi yönetimi yüzde 4 diyor. Ben yılbaşında yüzde 3,8 tahmin ettim. Haftaya ilk çeyrek milli geliri yayınlanıyor. Önümüzü daha iyi görebileceğiz.

Sürpriz yok

Enflasyonla devam edelim. 2013’te ortalama tüketici enflasyonunu yüzde 6,7 bekliyor. Yıl sonu için yüzde 5,8 anlamına geliyor. Bu büyümeye kıyasla biraz yüksek duruyor. Ekonomi yönetimi yüzde 5,5 bekliyor.

İstihdama dönelim. Düşük büyüme istihdam artışını kısıtlıyor. 2013’te ortalama işsizlik oranı 0.4 puan artışla yüzde 9,4’e yükseliyor. Seçimler öncesinde hükümet için tatsız haberdir.

Dış denge ile bitirelim. 2013’te cari işlemler açığının milli gelire oranını yüzde 6,2 tahmin ediyor. Geçen yıl yüzde 6 olmuştu. 52 milyar dolar mertebesinde bir açığa tekabül ediyor. Büyüme hedefi ile uyumlu duruyor.

Yazının devamı...

Döviz kuruna bakıyoruz

Siyasetin zemini daima çok kaygandır. Gerginliklerin biriktiği görülmez. Ama sıradan bir olay kıvılcımı çakar. Gösteri protestoya, protesto şiddete dönüşür. Yönetim süreci doğru okuyamaz.

Denetimi kaybeder.

Yarı Türk yarı Fransız bir dostumdan mesaj geldi. Televizyonda gördüğü manzara ona 1968 Paris’inde De Gaulle’e karşı başlayan hareketi ve “10 yıl, yetti artık!” sloganını hatırlatmış. Doğru gözlem. Başbakan’ın o hikâyenin sonunu öğrenmesinde yarar var.

Mayıs enflasyonu yüzde 0,15 çıktı. Piyasa beklentisinin altında ama geçen yılın üzerindedir. Gıda ve petrol fiyatlarında gevşeme enflasyonu aşağı çekiyor. Kur artışının etkisini telafi edebilir mi? Edemez ama hafifletir.

Döviz ayrıştı

Dünya borsaları zaten tatsız bir dönemden geçiyordu. Üstüne iç siyasi sorunlar eklendi. Mali piyasalar fena karıştı. Borsada kayıplar yüzde 8’i geçti. Gösterge tahvil faizi de yüzde 6,4’e tırmandı. Türkiye’nin geçmiş deneyimleri bu koşullarda en sert hareketin dövizde yaşanacağını söylüyor. İlginç şekilde öyle olmadı. Sepet kur sabah 2.20 TL’ye yöneldi. Ama orada tutunamadı. 2.18 TL civarına yerleşti.

Nedeni yeni para politikası çerçevesinde geliştirilen araçlardır. Özellikle Rezerv Opsiyon Mekanizmasıdır. Merkez Bankası başından itibaren kurda oynaklığı azaltacağını vurguladı. Haklı çıktığını görüyoruz.

Uzun dönemde kur

Kurun yarınını düşünürken mutlaka geçmişini hatırlamak gerekir. Parite değişimleri tek başına doların anlamını kısıtlıyor. O nedenle “0.5 $ + 0.5 Euro” döviz sepeti tercih ediliyor. Grafik 11 yılı kapsıyor. Haziran için bugünkü kuru (2.17 TL) varsaydım. Küresel kriz öncesinde sepet kur 1.60 etrafında dalgalanıyor. 2006 başında 1.45’e kadar iniyor. Altı ay sonra 1.81 ile zirveyi görüyor. Küresel kriz kuru yukarı itiyor. Merkez 1.80’e, dip 1.70’e, zirve ise 1.97’ye yükseliyor.

2011’de yeni para politikası ile zıplıyor. Sonbaharda 2.17’yi görüyor. 2012 yazında 2.01’e iniyor. Politika değişince gene artışa geçiyor. Yeni merkezin 2.00’yi aşacağı açıktır. Bilinmeyen, ekonomi yönetiminin hedefidir. 2.10 TL mi? 2.20 TL mi? Çabuk öğreniriz.

Yazının devamı...

Gösteri hakkına saygı

Nisan dış ticaret açığı beklenenin 2 milyar dolar üzerinde çıkı: 10.3 milyar dolar. Nedeni aylık altın ithalatının tarihi bir rekor kırmasıdır: 2.1 milyar dolar. Geri kalanı genel eğilimle uyumlu duruyor.

Dövizin yükselişi Cuma da sürdü. Sepet kur 2.18 TL’ye yaklaşınca Merkez Bankası’ndan sözlü müdahale geldi. Başkan Başçı, gerekirse faiz silahının çekileceğini hatırlattı. Sepet hemen 2.15 TL’ye geriledi.

Mayıs enflasyonu yarın açıklanıyor. Piyasa tüketici fiyatlarında yüzde 0.44 artış bekliyor. Başçı daha düşük çıkabileceğini söyledi. Olabilir. TL’de değer kaybının etkisi Haziran’a yansıyacak.

Küresel kamu vicdanı

İktisat ve Toplum dergisi (www.efilyayınevi.com) Hakan Altınay ve arkadaşlarının küresel normlar üzerine önemli bir çalışmasını yayınladı. Küresel sivil toplumun giderek artan etkisini anlatıyor. Mutlaka okuyun derim.

Türkiye’de son birkaç gündür yaşananlar iyi örnektir. Protesto gösterisine karşı polisin orantısız güç kullanmasına tepki hızla küreselleşti. Dünya medyası yakından izlemeye aldı. Uluslararası Af Örgütü, Greenpeace, vs. saygın küresel kuruluşlardan destek geldi.

“Ben yaptım, oldu” anlayışı küresel kamu vicdanı ile çelişiyor. Tarihin akışına direnmek beyhudedir. Hükümetin bir an önce sertlik politikasını terketmesi ve uzlaşma zeminine yönelmesi gerekiyor.

İmzaladığım bildiri

Aşağıdaki bildiri İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyelerinin imzaları ile yayınlandı.

“Taksim Gezi Parkı’nda günlerdir uygulanan şiddet, ‘şeffaf bir karar alma sürecinin yokluğu’, ‘yerel katılımı küçümseyen bir karar alma tavrı’, ‘bu politikaya barışçıl bir biçimde karşı olanların ise güçle ezilmesi’ gibi bir tabloyu karşımıza çıkarıyor.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 2006 yılında kolluk gücünün biber gazı kullanımıyla ilgili Türkiye aleyhine verdiği bir kararda, diğerlerinin yanında, başka bir hak ihlalinin daha ortaya çıkacağına hükmetmişti: ‘Aşağılayıcı muamele yasağı’nın ihlali.Dün ve bugün ortaya konulan polis şiddeti idarenin kendi yurttaşlarını birer ‘böcek’ gibi gördüğü ve etkisiz kılmak için her türlü dezenfektanla ortadan kaldırmaya çalıştığı bir performans halini aldı.

Demokratik toplumlarda, kolluk gücünün kuvvete başvurmasını gerektirecek ‘tehdit’ neyse ona karşı kullanılacak ‘tedbir’ de onunla ölçülü, orantılı olmak zorundadır.

Dolayısıyla, İstanbullular olarak, karşı karşıya kaldığımız ve bizim yakınlarımız, öğrencilerimiz, dostlarımız ve öğretim elemanlarımızın da maruz kaldığı şiddetin hiçbir biçimde kabul edilemez olduğunu dillendirmek zorundayız.

Ağaçlarını korumayı, düşüncelerini ifadeyi ve şeffaflığı, dolayısıyla demokrasiyi savunmayı barışçıl gösterilerle ortaya koymak isteyen insanlara uygulanan inanılmaz şiddeti kınıyor, yıkım faaliyetinin ve şiddetin derhal durdurulmasını talep ediyoruz.”

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.