İnstagram fenomenleri, Frankenstein ve kahraman yeni dünya
"Ruhunuzu çok ucuza satıyorsunuz, bari fiyatı arttırın." Sanal dünya, genel dünya, cesur yeni dünya.
En önemli meselenin Kardashian ve Jenner kızlarının şeftali popoları, kimin kimi gondiklediği ve elbette ki kimin ne yediği, ne içtiği, nerelere gittiği olduğu bir bambaşka bir dünya.
Kaliteli olanın değil sefil olanın bedelinin arttığı, ayarı popülaritesinden mükellef, bir aceeeyib dünya.
Dünyada her zaman basit olana onulmaz bir ilgi vardır.
İnsanlık tarihinin başından beri böyledir bu.
Herkes kendinden aşağıda bir şeyi izleyip katharsis yaşamaktan zevk alır.
Kendi haline şükrede ede.
(Cicişleri düşünün. Ajdar'ı düşünün. Gelin evlerindeki deli damatları, BBG Melih'i, Caner'i, Tülin'i düşünün...
Gözünüzün önünde manzara berraklaşsın.) Ve günün sonunda o aşağıladığı, maymun gibi gördüğü, seyirlik bulduğu şeyin palazlanıp onu ele geçirdiğini görür.
Çünkü her canavar, sonunda palazlanıp sahibini yutar.
Mary Shelley'nin Modern Prometheus alt başlığıyla 1818 yılında yayınlanan ilk romanı Frankenstein'ı ele alalım.
"Madem unutacaktın, beni neden yarattın?" cümlesinin asıl kaynağı da olan bu romanda (Cümle, şarkının söz yazarı rahmetli Sait Ergenç'e değil, Shelley'e aittir. Ve evet Sait Ergenç, Halit Ergenç'in babasıdır), genç tıp öğrencisi Dr. Frankenstein, ölümsüzlüğü bulmak ve üstün bir insan ırkı yaratmak adına girdiği çabada ortaya iki buçuk metrelik bir dev çıkarır.
Son derece saf olan bu devceğiz, insanların kendisine neden dehşetle baktığını anlamamakta, onunla dalga geçenler ve ondan korkanlar karşısında kalbi kırıldıkça kırılmaktadır.
Bu arada Dr. Frankenstein yarattığı ucubeden sıkılmıştır bile. Onunla uğraşmak istememektedir. Yok olsun istemektedir. Onu ve ihtiyaçlarını görmezden gelmektedir.
Günün sonunda bir de sevdiği kızı başkasına kaptıran canavarımız iyice delirir.
Düşer doktorun peşine.
Sen misin beni bu dünyaya getiren diye.
İşte doktor önde bu arkada...
Amanın bir kaçış bir kovalama, ben diyim kutuplar, sen de çöller...
Eh, kırılan her şey sadece parçalanmaz canlarım. Parçalar da elbette.
Canavar, bir yerine rahat batan ve tanrıcılık oynamaya kalkan salak Frankenstein'ın garısını, gardaşını öldürüverir.
Sonra doktor canavarın peşine düşer, ve canavarı tam yakalayacakken ölür.
Son karede canavar yaratıcısının ölümünü kaldıramaz, cesedinin üstüne kapaklanır ağlar da ağlar.
Bu dünyayı kendinden kurtarmak adına bir buz kütlesinin üstüne atladığı gibi kendi ölümüne, intiharına sürüklenir.
Ana fikir nedir? Vallahi bence "sanal olarak yaratılan her şey yaratıcısını bir gün yutar ve kendini yok eder"dan başka bir şey değildir.
Konuyu sonsuz dağıttım hemen topluyorum.
Instagram ve Snapchat çok yeni iki mecra.
Ve bu yeni mecralar, tıpkı Twitter gibi kendine yeni starlar yaratmaya devam ediyor.
İlk etapta bir izleyici kitlesi bulan bu mini canavarlar, kısa sürede aşırı para kazanıyor, lüks bir hayat yaşıyor ve bir süre sonra...
"NEEEEEEĞĞĞĞĞXXXXXT!" diye bağırıyor sistem.
Mevcut canavardan sıkılıp kaçmaya başlıyor.
Bizim ahmak doktor Frankenstein gibi.
Ortada kalan canavarın yaşadığı duygu durum bozukluğunu düşünün.
Onu günlerce gecelerce uğraşarak parça parça bütünlemiş yaratıcısı tarafından terk ediliyor.
Saldırganlaşıyor.
Yok ediyor.
Ve sonunda yok oluyor.
Sosyal medya canavarları ve yaratıcıları konusunda Frankenstein'ın hikayesiyle tek farkımız, bizim o canavarları hep beraber üretiyor olmamız.
Yani hepimiz Dr. Frankenstein'ız.
Önce saçma geliyor biri.
Sonra en antipatik bulduğumuz tarafını seviyoruz.
Uzun süre baka baka alışıyoruz varlığına Güzel geliyor, komik geliyor, ahmak geliyor, eğlenceli geliyor...
Ve sonra, sıkılıyoruz.
Hepimiz.
Sıkılıyor ve kaçıyoruz.
Ya da kaçamıyoruz...
Bazı canavarlar o kadar palazlanıyor ki bir yerden sonra, takibi bırakmak yetmiyor.
Her yere dağılıyorlar.
Her yerde oluyorlar.
Televizyonlarda, magazinde, bar programlarında...
Al işte! Sistem yarattığı canavarı kafese koyup seyirlik haline getirdi bile.
Şimdi sömürebildiği kadar sömürecek ve artık hiç işe yaramaz yani ilgi görmez bir hale geldiğindeyse tükürüp atacak.
Alın size instagram fenomenleri ve diğerlerinin kaçınılmaz sonu.
Peki bu arada neler oluyor? Öyle ya da böyle seyirlik bulunduğu için hunharca takibe alınan bir takım isimler, markalarla binlerce liralık reklam anlaşmaları yapıyor.
Tek bir paylaşımları altın değerinde.
Tıpkı bir dönem twitter'da olduğu gibi.
Başka ne oluyor? Bu insanlar tek bir post paylaşsın diye mekanlar tarafından bedava yiyirilip içiriliyor, ağırlanıyor.
Tıpkı bir dönem haber çıkarsınlar diye en alt sınıf gazeteciye/dergiciye bile yaptıkları gibi.
Başka ne oluyor? Bu insanlar ünlü muamelesi görüyor. Herhangi bir sanatçı gibi hayranları birikiyor. Üstelik somut hiçbir şey üretmedikleri halde.
(İnstagram'a cicili bicili fotoğraf koymayı siz üretimden sayıyorsanız, onu bilemem. Ben saymıyorum.) Bir kısmı gerçekten oyuncu oluyor, bir kısmı televizyon programı yapıyor ve fakat asla uzun ömürlü olmuyor.
Tıpkı bir dönemin reality show ünlüleri gibi.
Aralarından zeki olan bazıları yırtmayı başarıyor şüphesiz.
Ya da akarken küpünü doldurmayı.
Ama nadiren.
Çünkü insan ilgi görmeye başladığında o ilginin sonsuz olacağı gibi bir yanılgıya da kapılıyor aynı zamanda.
Üzgünüm ama işler öyle yürümüyor.
Bu nedenle çarkın dişlisi olmayı kabul etmiş biri akarken küpünü doldurmalı.
Zira o dişlileri sık sık değştirir sistem.
Mesele dişli değildir yani.
Çarkın kendisi ve dönmeye devam etmesidir.
Bu sistemde önemli olan insan değildir.
İnsan bir değer değildir.
İnsanın bir değer olmaktan çıktığı yerde huzur bulmak ve uzun süre var olmak, pek de mümkün değildir.
Sevgiyle.