Şampiy10
Magazin
Gündem

Mittal’in Erdemir satışının düşündürdükleri

Dünkü VATAN Gazetesi’nden: “Çelik üreticilerinden Hintli ArcelorMittal, Erdemir Demir ve Çelik Fabrikaları’ndaki (Erdemir) yüzde 25’e denk gelen hisselerinden 134.3 milyon adedini satarak şirketteki payını yüzde 18.7’ye düşürdü. Bu satıştan 478.2 milyon TL gelir elde eden ArcelorMittal, elindeki Erdemir varantlarını da (Hisse senedini baştan belirlenmiş bir fiyattan ileri bir tarihte satın alma hakkını veren türev finansal araç) satacağını, bu işlemden sonra Erdemir’deki payını yüzde 12.5’e düşüreceğini açıkladı.”

Mittal’in Erdemir’deki hisselerini “borçlarını azaltmak” için yaptığı açıklandı. Mittal bir gibi bir devin bu kadar “küçük” bir satışla borç sorununu hafifletmesi ilk anda pek makul gelmiyor. Diğer yandan yine dünkü haberde de Mittal’in yüzde 25’lik payına karşın şirketin yönetiminde söz sahibi olamamasının bu satışı getirdiğine dair bir haber vardı. Satış işlemiyle ilgili benim takıldığım ilk nokta bu oldu. Anlaşılan OYAK elindeki “imtiyazlı” hisseler ile Mittal’in yönetimde yer almasını engelleyebilmiş.

Benzer bir durum halka açık şirketler için de geçerli. Halka açık bazı şirketlerdeki “imtiyazlı” hisseler yüzde 25 paya dahi sahip ve “normal şartlarda” yönetim kurulunda yer alabilecek yatırımcıların yönetim kuruluna girmesini eengelleyebiliyor. Zira imtiyazlı hisseler “ezici” oy ağırlıkları sayesinde yönetim kurulunu istedikleri gibi “şekillendirebiliyor”! Yeni SPK kanununda “arka arkaya 5 yıl zarar eden şirketlerdeki her türlü imtiyaz ortadan kalkar” dışında bu “imtiyaz” meselesini çözecek bir düzenleme görünmüyor.

Bu durum “yatırım yapılabilir ülke” notu adayı bir ülkeyi, yabancı yatırımcılar nezdinde sizce ne kadar cazip kılar?

Mittal’in satışıyla ilgili aklıma takılan bir başka nokta ise bireysel yatırımcıların bilgilendirilmesi olayı. Satış “bir gecede” gerçekleşmiş görünüyor. Bunun hiç ön hazırlığı olmadı. Yine haberlere göre “hızlandırılmış talep toplama” yöntemiyle satış gerçekleşmiş. Anlaşılan talepler gerçekten çok hızlı toplanmış! Normal şartlarda Mittal Türkiye’de yerleşik bir yatırımcı olsaydı acaba KAP’a (İMKB nezdindeki “Kamuyu Aydınlatma Platformu”) bildirim yapmadan bir gecede bu hisselerini satabilecek miydi? Mittal’in yaptığı satış sonrasında Erdemir hisseleri 27 Mart kapanışı ile dünkü kapanışına göre yüzde 12.5 değer kaybetmiş durumda.

Yerli firmalar ve yatırımcılar konusunda türlü yaptırımlar uygulayan SPK’nın Mittal konusunda ne yapacağı merak konusu. SPK mevzuatına göre, KAP’a açıklama yapmamanın cezası 18 ilâ 130 bin TL arasında. Diğer yandan, alıcılar arasında yüzde 5’i aşan yoksa bu açıklamanın da yapılmasına gerek kalmayabiliyor. Olsa bile böylesi büyük bir satışta “sarı ışıkta” geçtiğini söyleyebilecek Mittal için üst sınırdaki bir ceza bile ufak bir ayrıntı olarak kalacaktır!

Erdemir’in sahipliği ile ortakların ne gibi stratejiler izlediğini, üst politikada ne gibi kararlar alındığını, ne gibi sözler sözler verildiğini bilmek mümkün değil. Ancak bu olayda olan özellikle bireysel yatırımcıya ve elinde Erdemir hissesi tutan fonlara oldu.

Telafisi zaman alacaktır.

Yazının devamı...

Merkez'den altın hamle

Vatandaşın yastıkaltındaki 5 bin ton altınına göz dikti

Politika faizlerini değiştirmeyen Merkez Bankası, TL mevduatlar için tutulabilecek altın karşılık oranını yüzde 10’dan 20’ye yükseltti. Zorunlu karşılık oranı değişmediğinden bankalar, artan miktarın tamamını Merkez’e altın verdikleri takdirde, TL karşılıklarını geri alabilecek. Merkez Bankası, altın miktarı tam olarak yatırıldığında, 6.1 milyar liranın serbest kalacağını hesaplamış. Peki bankalar bu altını nereden bulacak? Gittikçe artan ‘yastık altındaki altını’ ekonomiye kazandırma çabası gösterecek.

Merkez Bankası, dün yaptığı Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında politika faizini ve faiz koridorunu değiştirmezken, Türk Lirası (TL) yükümlülüklerde zorunlu karşılıkların altın olarak tutulabilecek kısmını yüzde 10’dan yüzde 20’ye yükseltti, kıymetli maden hariç yabancı para yükümlülüklerde ise yüzde 10’dan sıfıra indirdi.

Yapılan açıklamada yeni zorunlu karşılık uygulaması çerçevesinde bankaların döviz cinsinden tutmaları gereken zorunlu karşılık tutarı ve Merkez Bankası’nın döviz rezervlerinin yaklaşık 1.3 milyar dolar artacağı, Türk Lirası zorunlu karşılıklar için altın tesis imkânının tamamının kullanılması durumunda ise Merkez Bankası’nın altın rezervinin yaklaşık 2.2 milyar dolar artacağı, böylelikle piyasaya yaklaşık 6.1 milyar TL likiditenin kalıcı olarak sağlanacağı belirtildi.

Yeni uygulama 30 Mart tarihli yükümlülük cetvelinden itibaren geçerli olacak ve tesis döneminin 13 Nisan’da başlayacak.

Peki Merkez Bankası’nın dün aldığı kararlar ne anlama geliyor?

KARAR 1

Politika faizi ve faiz koridoru değiştirilmedi:

NASIL OKUMALIYIZ?


Piyasa katılımcılarının ve ekonomistlerin neredeyse tamamı politika faizlerinin değişmesini beklemiyordu. Borç alma (yüzde 5) ile borç verme (yüzde 11.50) bandının üst tarafından (Merkez’in borç verme) daralması bir ihtimaldi. Zira önceki hafta Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın Adana’daki sunumunda “büyümeyi” öne çıkarması bu ihtimali düşündürtmüştü. Hatta bu açıklama ile kur da yukarı gitmişti.

Başçı’nın enflasyonu yeniden ön plana alması, son üç günün “istisnai gün” ilan edimesi bu ihtimali neredeyse tamamen ortadan kaldırmıştı zaten.

KARAR 2

TÜRK LİRASI yükümlülükler için tesis edilECEK zorunlu karşılıĞIN altın olarak tesis edilebilecek kısmı yüzde 10’dan 20’ye yükseltildi.

NASIL OKUMALIYIZ?


En önemli değişiklik (ve MB’nin sürprizi) bu oldu. TL yükümlülükler için tutulacak karşılık oranı değişmemekle birlikte Türk Lirası mevduatlar için tutulabilecek altın karşılık oranı yüzde 10’dan yüzde 20’ye yükseltiliyor. Böylelikle altındaki artış ile beraber 2.2 milyar dolarlık rezerv artışı sağlanıyor. Uluslararası rezervlerin hesaplanmasında altın da (MB uluslararası standartlarda altın istediğine dikkat çekmekte fayda var.) “yabancı para- döviz” olarak hesaplara katılıyor. Zorunlu karşılık oranı değişmediğinden bankalar; artan miktarın tamamını MB’ye altın verdikleri takdirde, TL karşılıklarını geri alabilecekler. MB; altın miktarı tam olarak yatırıldığında, 6.1 milyar TL’nin serbest kalacağını hesaplamış. Böylelikle piyasanın MB’ye TL borcu azalıyor.

Peki bankalar bu altını nereden bulacaklar? Gittikçe artan “yastık altındaki altını” ekonomiye kazandırma çabasıyla bulunacak. Her ne kadar bilezikler kısa zamanda “standart” hale gelemese de altına bundan böyle yatırım yapacakların “standart” altına yönlendirilmesi, altın-para-döviz swapları aracılığıyla bankalar bu altını temin etme çabasını artıracaklardır.

KARAR 3

Kıymetli maden hariç yabancı para yükümlülükler için gereken zorunlu karşılıkların altın olarak tesis edilebilecek kısmı % 10’dan 0’a indirildi:

NASIL OKUMALIYIZ?


Döviz hesapları için artık altın zorunlu karşılık olarak tutulamayacak. Döviz hesapları (DTH) için yine bankalar eskisi gibi döviz cinsinden karşılık tutabilecekler. Bu Merkez Bankası’nın kullanılabilir rezervlerini 1.3 milyar dolar artması anlamına geliyor elini güçlendiriyor.

KARAR 4

Aylık repo ihalelerinde fonlama tutarını 6 milyar TL’den 5 milyar TL’ye düşürürken, miktar yöntemiyle yapılacak ihalelerde sağlanacak fonlamayı da azalttı

NASIL OKUMALIYIZ?


Teknik olarak piyasaya verilecek 6.1 milyar TL’nin fonlama ihtiyacını azaltmasıyla MB’nin fonlayacağı miktar azalacak. Diğer yandan “istisnai günlerin” hüküm sürdüğü günlerde bankacılık sistemi de ihtiyaçlarını en aza indirdiğinden MB’den alınacak miktar azalıyor. Bu kararla MB likidite üzerindeki kontrolünü arttırarak, “istisnai gün” sayısını düşürmeyi amaçladığını ortaya koydu.

KARAR 5

Gerekli görülen günlerde ek parasal sıkılaştırma uygulaması tekrarlanabilecek:

NASIL OKUMALIYIZ?


MB yukarıdaki rakamlarla kendisini çok da sınırlamıyor aslında. Piyasadaki “yaramaz çocuklar” sahne almaya başladığında; döviz kurlarını yükseltip, enflasyon için dolaylı tehdit oluşturduklarında; fonlama rakamını azaltacak, herkes “uslu” durduğunda ve piyasadaki fonlama ihtiyacı; vergi v.b. sebepler; arttığında rakamı arttırabilecek. Dünkü kararlarda “sürpriz” azdı. Yine de MB, PPK’da çalıştı ve bir değişiklik “üretti”. Çıkan tek mesaj “MB’nin olabildiğince ucuz yöntemlerle rezervlerini arttırma” çabası olsa gerek. TL verip döviz alamayacağı için, şimdilik bu yöntemlerle rezevini arttırma yoluna gidiyor.

Yazının devamı...

Piyasaların yönünü Merkez Bankası toplantısı belirleyecek

Merkez Bankası’nın Salı günü yapacağı Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı piyasaların ana gündem maddesi olacak. Önceki haftaya bakıldığında faiz üst bandının ya da zorunlu karşılıkların en azından 50 baz puan daraltılması ihtimali yüksekti. Ancak enflasyon ‘vurgusundan’ sonra bu ihtimal azaldı. Şimdilik piyasadaki beklenti, MB’nin bu toplantıda herhangi bir değişikliğe gitmeyeceği yönünde.

Merkez Bankası; geçtiğimiz haftanın son iki günü ‘istisnai gün’ ilan etti ve piyasaya verdiği ‘ucuz fonlamayı’ kesti. Geçtiğimiz hafta ortasındaki ortalama fonlama yüzde 7.75 seviyesindeyken önce 8.25, ardından Cuma günü 9 seviyelerine yükseldi. Böylelikle Merkez Bankası ‘kurların yükselmesinden’ rahatsız olduğunu “tavır koyarak” piyasalara söyledi. Merkez Bankası’nın resmi olarak açıkladığı bir kur hedefi yok (!) ancak kurlardaki yükselişin hem beklentileri, hem de enflasyon hedeflerini bozduğu ya da sekteye uğrattığı için istemediğini dolaylı bir şekilde söylemiş oldu.

Dolar/TL kurlarında 1.8060’ın üzerine çıkılmasının 1.8280’deki yeni hedefin önünü açacağını (1.8250 görüldü!) ancak bunun üzerine geçilmesinin zor olacağını değişik ortamlarda dile getirmiştim. Bu varsayımın ardında da MB’nin “örtülü” hedeflerinin olacağını ve şu ya da bu şekilde piyasalara müdahil olacağını belirtmiştim. MB beni yanıltmadı! Döviz piyasasına doğrudan müdahale etmek yerine, para piyasaına verdiği “düşük” faizli haftalık faizden verdiği fonlama musluğunu kapattı. “İstisnai gün” denilince akla fonlama faizlerinin yükseleceği geliyor. Nitekim MB’nin son hareketi de bu yöndeydi. Döviz alımı için kullanılan TL’nin faiz maliyetini arttırınca bir yandan alınan dövizin için maliyeti arttı, diğer yandan da TL’nin faiz “cazibesi” arttı. 2010 yılının son aylarında artan zorunlu karşılık oranlarıyla birlikte piyasaları 40-50 milyar “açığa” düşüren MB, piyasaları faiz ile “terbiye” etme politikasını sürdürüyor.

Kısa vadede işe yarayacak bu politikanın da diğer merkez bankası müdahaleleri gibi “zaman kazandırıcı” faydasından başka bir faydası olması zor. Kazanılan zamanda yapısal önlemlere yönelik adımlar atılmadığı takdirde; ki başta cari açık olmak üzere bu konuda ciddi adımların atıldığını söylemek hayli zor; bu müdahalelerin çok da işe yarayacağını söylemek güç.

Bu haftayı “Merkez Bankası Haftası” yapacak bir başka nokta geçtiğimiz hafta açıklanan 8.5 milyar TL’lik kâr! Geçtiğimiz yıl hem döviz piyasalarına yapılan satıştan, hem eldeki rezervlerin yeniden değerlemesinden hem de piyasalara verilen fonlamadan else edilen kazançlarla MB, bu yılın vergi rekortmenleri arasına girme şansını artırdı. Bu konuya önümüzdeki günlerde yeniden döneceğim. Şimdilik bu kârın oluşmasında; MB’nin hem aldığı dövizler için ödediği TL’nin, hem de bankacılık sistemine sağladığı TL’nin maliyetinin “sıfır” olmasının en önemli unsur olduğunu söylemekle yetineceğim.

Asıl bu haftayı “Merkez Bankası Haftası” yapacak konu; Salı günü yapılacak Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı olacak. Önceki hafta sonu Adana’da büyümeye, geçtiğimiz hafta başındaki toplantıda enflasyona öncelik vereceğini açıklayarak belirsizliği bir kez daha arttıran MB’nin Salı günkü PPK’da ne karar vereceği önemli olacak. Önceki haftaya bakıldığında faiz üst bandının ya da zorunlu karşılıkların en azından 50 baz puan daraltılması ihtimali yüksekti. Ancak enflasyon “vurgusundan” sonra bu ihtimal azaldı. Şimdilik piyasadaki beklenti MB’nin bu toplantıda herhangi bir değişikliğe gitmeyeceği yönünde. Ancak geçmiş tecrübeler de Başçı yönetimindeki MB’nin küçük de olsa bir sürpriz yapabileceğini söylüyor. İhtimal zorunlu karşılıkların 50 baz puan indirilmesi... Karar bu yönde olursa piyasalardaki algılama MB’nin büyüme patikasına girdiği yönünde olacaktır.

Bu durumda piyasalar; önümüzdeki dönemde bu yönde adımlar atılacağını; bunun da büyümeyi, dolayısıyla da cari açığı artıracağını düşünecektir. Hal böyle olunca ya “istisnai günlerin” sayısı fazlalaşacak ya da dolar/TL’deki yukarı yönlü baskı artacaktır. Ben oyumu bu aşamada “istisnai günlerin” sayısının artmasına veriyorum.

Bu hafta Cuma günü TÜİK tarafından açıklanacak Şubat ayı dış ticaret verileri önemli olacak. Beklenen “yavaşlamanın” hissedilir hale gelmesi MB’nin elini güçlendirecektir. Her ne kadar Şubat ayı kısa ve kış koşulları ağır geçmesi rakamları “düşürecek” olsa da piyasa mevsimsellikten arındırılmış verilere bakacak.

Hem MB’nin, hem dış ticaret verilerinin desteği ile dolar/TL kurlarında bu hafta içinde 1.7825 seviyelerine (50 ve 200 günlük HO) kadar bir geri çekilme yaşanabilir. Euro/dolar paritesinin 1.3320-40 seviyelerine (arızi olarak) çıkma ihtimali de bunu destekleyecektir.

Ancak bu seviyenin hafta boyunca görülebilecek düşüklereden biri olacağına, sonrasında hem paritedeki hem de PPK kararlarının da etkisiyle dolar/TL kurlarında yeniden bir yükseliş yaşanma ihtimali artacaktır.



İMKB’nin gözü yurtdışında olacak

Borsa cephesinde kurdaki gelişmelerden çok yurtdışındaki seyir hakim olacak. ABD piyasalarında Dow Jones Endeksi’ni adeta 13.000 seviyesinin altına indirmemek için “ant içmiş” birileri... Bu seviye “kutsal” denecek kadar ihtimamla korunuyor. Hafta başında kısa vadeli bir yükseliş olabilir, ancak “kutsal çabanın” ilâ nihai sürdürülebilmesi mümkün görünmüyor. Geçtiğimiz Cuma günü Apple hisselerinde yaşanan “şişman parmak” olayının tıpkı 6 Mayıs 2010’da Dow Jones Endeksi’ndeki (gün içinde 10.860’lardan 9.870’e düşüp, 10.562’den kapatmış, sonrasında 9.614’e kadar gerilemişti) gibi bir hata olduğunu düşünmüyorum. Apple hisselerinde son 2-3 aydaki “parabolik” yükselişin sonuna yaklaşıldığını, önümüzdeki günlerde; iPad 3’teki coşkulu satışlara, iPhone5’in Haziran’da piyasalara sürülecek olmasına rağmen; bir miktar daha yükselişten sonra kâr realizasyonları ile karşı karşıya kalabileceğini düşünüyorum. Cuma günkü “şişman parmak” vakası da bunun ilk uyarısı/denemesi olabilir. Bu tahmin gerçekleşecek olur ise borsalarda bir süredir beklenen/korkulan düzeltme de hayata geçebilir.

Yazının devamı...

Şirketler temettü dağıtmalı mı?

Yeni Sermaye Piyasası Kanunu taslağı yayınlandıktan sonra daha ‘ateşlenen’ eski bir tartışma bu. Dünyanın en değerli şirketi haline gelen Apple’ın 1998 yılından sonra ilk kez temettü dağıtması bu tartışmayı daha da alevlendirdi. Teknik olarak bakıldığında, kâr eden bir şirketin, elde ettiği kârdan ortaklarına payları oranında kâr dağıtması “normal” kabul edilen bir durum.

Yatırımın mevduatta değerlendiren için gelir faizdir. Yatırımını hisse senedine yatıranlar için ise kazanç ikiye ayrılıyor. İlki “değer artış kazancı” diğeri ise “kâr payıdır (temettü) ”. Enflasyonun yüksek olduğu yıllarda borsada hisse senedi yatırımı yapanlar genellikle kâr payı yerine “bedelsiz” hisse senedi aldılar, biraz da almak zorunda kaldılar. Zira yüksek ve de değişken fonlama maliyetleri ile karşı karşıya kalan şirketler kâr payı dağıtmak yerine, kârlarını sermayeye eklemeyi tercih ettiler. Bakıldığında bu durum şirketin sermayesini güçlendirirken, şirketin değerini de arttıran bir unsurdu. Bunun etkilerini; teorik olarak; hisse senedi fiyatına yansıması, yani yatırımcının değer artış kazancı elde etmesi beklenir. Şirket iyi yönetilirse, artan sermaye şirketin performansını arttıracak, iyi yönetilmezse bu durum piyasalarca fiyatlanacak ve şirket değer kaybedecektir.

Yeni kanun taslağı sermaye piyasası uzmanları arasında tartışılırken şirketlerin temettü ödemelerinin “zorunlu hale” getirilmesi öneriliyor. Hisse senedi yatırımcılarının yatırımlarının karşılığını her yıl alabilmeleri için (ABD’de çeyrekler bazında da ödenebiliyor!) böyle bir yöntem izlenmesinin borsaya ilgiyi arttıracağı, geçmişteki kötü anıları sileceği varsayılıyor. Şirketlerin kâr payı dağıtımına zorlanması hatalı olacaktır. Neden derseniz şirketlerin kârları her zaman nakit olarak kasaya girmemiş olabilir. Böyle bir zorunluluk getirilmesi şirketlerin fon akışına ek bir yük ve hatta ek bir finansman ihtiyacı doğurabilecek. Nakit olmayan kârların, nakit olarak ödenebilmesi için şirket borçlanmak, bu borçlanmaya karşın faiz ödemek zorunda kalacak. Bu durumun da şirketin ilerideki döenmlerdeki kâr performansını olumsuz etkileyebilecektir.

Yeni SPK kanunu bu konuda bir zorunluluk getirmiyor. Yeni taslağın 19. Maddesinin 1. Bendinde “Halka açık ortaklıklar, kârlarını genel kurulları tarafından belirlenecek kâr dağıtım politikaları çerçevesinde ve ilgili mevzuat hükümlerine uygun olarak dağıtırlar. Şu kadar ki, Kurul halka açık ortaklıkların kâr dağıtımı konusunda ortaklık veya sektör bazında farklı esaslar belirleyebilir.” deniyor. Zorunlu temettü yok, ancak Kurul bazı sektörlerdeki halka açık şirketler için; diyelim ki bankacılık; kalıcı ya da geçici farklı esaslar belirleyebiliyor.

Şirketlerin temettü dağıtması yatırımcılar için cazip görünebilir. Peki hangi koşulda temettü dağıtılması yatırımcılar için “kârlı ve anlamlı” olabilir? Yatırımcılar elde ettikleri kâr paylarını şirketten çok daha iyi getiri elde edecek şekilde değerlendireceklerse temettü dağıtılması anlam kazanacaktır. Şirket büyüyor, büyüdükçe hem pazar payı hem de piyasa değeri artıyorsa; hele ki piyasa değer artışı cari getiri oranlarından (diyelim ki yıllık faizlerden) yüksek ise kârın şirkette kalması daha anlamlı hale geliyor.

Bunun belki de en iyi örneği Apple. En son 1998 yılında temettü dağıtmış olan şirket; öylesine hızlı bir büyüme gösterdi ki dünyanın en değerli şirketi haline gelirken temettü dağıtmaya karar verdiğinde kasasında 98 milyar dolar vardı. Büyüme trendinde belli bir noktaya gelinmiş, yatırımlar büyük ölçüde tamamlanmış ancak ondan sonra kâr payı dağıtmaya karar vermiş. Bu arada 1998’in sonlarında 8.5 dolar olan hisse senetleri temettü açıklaması öncesinde 580 dolara kadar yükselmişti. Tabii ki Steve Jobs faktörünü göz ardı etmeden Apple’ın başarısında kârların daha başarılı kullanılmasının da payı azımsanmasa gerek.

Yazının devamı...

Yeni zirveler ve haftanın üç kritik konusu!

Bugün CDS’lere konu olacak olan Yunan bonolarının ‘hurda değerinin’ tespiti için yapılacak müzakere, günde 6 trilyon dolarlık ülkeler arası para transferinin yapıldığı tahmin edilen Belçika merkezli ödeme sistemi SWIFT’in İran’ı sistem dışına çıkarması ve Çarşamba günü açıklanacak ABD’deki ikinci el konut satışları piyasaların gidişatını belirleyecek. Bu üç konuda yaşanacak olumsuz gelişme havayı bozabilir

Geçtiğimiz haftadan neredeyse güllük gülistanlık bir hava devralıyor piyasalar. Özellikle de geçtiğimiz haftanın en yükseğinde kapatan İMKB için.

İMKB’deki yükselişi destekleyen ABD’de geçtiğimiz Salı günü açıklanan stres testi (her ne kadar JP Morgan’ın ‘erken öten horoz’ misali zamanından önce açıklansa da) sonucunda 19 bankanın 15’inin testi geçmesi haberleriydi. Bu haber ABD bankalarına; testi geçenler başta olmak üzere; alım getirdi ve ABD borsa endekslerinde ciddi sıçramalar yaşandı, Dow Jones Endeksi uzun süredir “oyalandığı” 13 bin seviyesini aşarak Cuma günü 13.289’a kadar yükseldi ve 13.232 seviyesinden kapandı. Ha keza S&P 500 Endeksi de 1.400 seviyesini de aşarak 1.405 seviyesine kadar yükseldi. S&P 500 için yeni hedef 1.435 seviyesi. Dow Jones için de 13.650 seviyeleri yeni hedef olarak karşımıza çıkıyor.

Bu seviyeleri “ulaşılabilir” kılan aslına bakarsanız ABD 10 ve 30 yıllık devlet tahvili getirilerindeki yükseliş! Geçtiğimiz hafta içinde ABD 10 yıllık tahvillerin yıllık getirileri yüzde 1.99’dan 2.35’e (küçümsemeyin, yüzde 18’lik bir artışa denk geliyor bu zıplama!) 30 yıllıklarınki ise 3.14’ten 3.48’e kadar yükseldi. Getirilerdeki bu yükseliş (diğer bir deyişle, bono fiyatlarındaki düşüş) ABD’deki güvenli limanlardan çıkışı ifade ediyor. Her ne kadar geçtiğimiz haftanın son gününde yükseliş hareketi yerini yatay bir seyire bıraksa da bu cephedeki “güvenli limanlardan, fırtınalı denizlere” çıkış trendi sürecek olur ise borsalarda yukarıda belirttiğim seviyelere kadar bir yükseliş olabilir.

Hafta sonu yapılan Nevruz kutlamalarından moral bozucu haberler gelmediği takdirde; (bu yazının yazıldığı Pazar öğleden sonrasında, izinsiz gösteri haberleri dışında başkaca bir bilgi yoktu!) bizim piyasalarımızda da geçtiğimiz haftanın pozitif havanın sürmesi olasılığı yüksek. Bu durumda; 62.336’dan kapanan (62.025 kritik eşikti, aşıldı!) İMKB 100 Endeksi’nin ilk aşamada 62.930 ve ardından da 64.400 seviyelerine kadar yükselmesi söz konusu!

Bu hafta izlenmesi gereken üç önemli konu var:

Bunlardan ilki bugün CDS’lere konu olacak olan Yunan bonolarının “hurda değerinin” tespiti için yapılacak “müzakere/ihale”! Hangi bonoların CDS (Credit Default Swap) işlemlere konu olacağı, bunların yenileriyle değiştirilirken hangi değerin esas alınacağı ISDA (International Swap Derivatives Association) tarafından bu “ihalede” belirlenecek. Ardından sigortayı satan taraf; bononun hurda değeri ile sigortaya konu olan tutarı, sigortayı alana ödeyecek. CDS piyasasının varlığını sürdürmesi açısından Yunanistan’ın “temerrüt/iflâs” süreci yakından izlenecek.

İkinci konu “doğudaki” komşumuz İran’dan... Günde 6 trilyon dolarlık ülkelerarası para transferinin yapıldığı tahmin edilen Belçika merkezli ödeme sistemi SWIFT (Society for Worldwide Interbank Financial Telecommunication ); AB’nin kararları doğrultusunda; İran menşeli 19 banka ve 25 finans kurumunu sistemi dışına çıkarmış! Günde iki milyon işlem yapan İranlı finans kuruluşları ve de dolayısıyla İran ekonomisi için zorlu bir dönem başlıyor. Batı dünyası kademeli olarak İran ekonomisini kademeli olarak dünya ekonomisi ile bağını koparmaya devam ediyor. Önce petrol ithalatı, şimdi ödeme sisteminden ihraç... Arkası da geleceğe benziyor. Ülke içindeki sıkıntıların artması ve bu yolla da iktidarın izlediği uzlaşmaz politikanın yumuşaması hedefleniyor. İran’ın bu konuda çabuk pes edeceğini sanmıyorum! Bu durum bölgede tansiyonu ve dolayısıyla da petrol fiyatlarını arttıracak bir faktör! Ya da en azından petrolün yükseleceği yönde pozisyon almış olanlar için kullanılabilecek bir “mazeret ”. Halen daha ABD’deki başkanlık seçimlerinden önce İran’a bir müdahalenin kolay kolay yapılamayacağına olan inancımı koruyorum.

Üçüncü konu ise Çarşamba günü açıklanacak ABD’deki ikinci el konut satış verileri . ABD ekonomisine dair gelen karışık veriler arasında halen daha en “olumsuz” veriler konut piyasasına dair. Fed’in akıttığı onca paraya rağmen konut satışları ve fiyatları halen daha geriliyor. Her ne kadar fiyatlardaki düşüş “eğimi” azalsa da halen daha bu piyasadaki negatif seyir devam ediyor. Kalıcı bir düzelme işareti finansal piyasalardaki yükselişin sürdürülebilmesi açısından kritik öneme sahip.

Bu üç konudaki olumsuz gelişmeler piyasalardaki havayı olumsuza döndürebilir ve bir süredir “beklenen” ve de “ihtiyaç duyulan” düzeltme hareketini başlatabilir. Düzeltmenin başladığının ilk ipucu S&P 500 Endeksi’nin 1.370 seviyesinin altına inilmesi olacaktır!

Altın için kritik bir hafta olabilir

Yeni “risk hevesinin” artışı aynı zamanda altın fiyatlarındaki düşüşü de anlatıyor. Çok değil, 29 Şubat’ta 1.790’a kadar yükselen altının ons/dolar fiyatı, geçtiğimiz hafta 1.634’e kadar geriledi. Bu haftanın ilk yarısında 1.700 dolar seviyesinin (teknik değil, psikolojik) üzerine çık(a)maz ise, haftanın ikinci yarısında 1.610 seviyeleri resmin içine girebilir ki bu seviyelerin altına inildiğinde “bütün dünyada alarm zilleri” çalacak. Zira bu seviyenin altına inilmesi, hele ki haftalık bir kapanış yapması durumunda, altın fiyatlarında 2009 yılından bu yana süregelen “ana yükseliş trendi” aşağı yönde kırılmış olacak! Bu da altın için hiç de iyi bir haber olmayacaktır!

Yazının devamı...

ABD’nin banka stres testi, stresi azalttı!

Salı günü Fed’in Açık Piyasa Komitesi’nin toplantısı vardı. Fed, faizleri değiştirmedi ve ABD ekonomisinin “ılımlı” bir şekilde toparlandığını söyledi. Piyasaların beklediği “sterilize edilmiş likidite” ya da “III.BPP” gelmedi!

Bu açıklama öncesinde yatırım bankası JP Morgan’ın hem temettü miktarını arttıracağı, hem de hisseleri (geri) alacağını açıklaması banka hisseleri başta olmak üzere ABD piyasalarını yükseltti. Hem de ne yükseliş. Bütün ABD endeksleri krizdeki en yüksek seviyelerini gördü! JP’nin açıklaması aslında işleri biraz karıştırdı. Zira Fed’in bankaların stres testinden geçmeden temettü ödememeleri yönünde “tavsiye” kararı vardı. JP’nin açıklamasından piyasanın anladığı, bu bankanın stres testinden geçtiği şeklindeydi.

JP böyle bir açıklama yapınca; Fed de stres testi sonuçlarını normalde bugün açıklayacakken, Salı günü açıklamak durumunda kalmış. Teste tabi tutulan 19 bankadan 15’i testi geçmiş. Ally Financial, Citigroup, Suntrast ve Metlife Fed’e göre yüzde 5 olması gereken “Tier 1 sermaye oranını” tutturamamışlar. Her ne kadar açıklama piyasalar kapandıktan sonra yapılmış olsa da JP’nin açtığı yoldan neredeyse tüm piyasa geçti ve yeni zirveler geldi! (JP’nin piyasaları “yönlendirmesine” dair bir soruşturma açılacak mı merakla izleyeceğim!)

ABD piyasalarının estirdiği “meltem” diğer hisse senedi piyasalarıyla beraber bizim piyasalarımızı da yükseltti. İMKB 100 Endeksi 60.450 direncini de aşarak 60.835’ten kapandı. Bugün, yarın bir önceki zirve olan 61.778 seviyesinin test edilmesi, hatta 62.025’teki teknik hedef seviyesine bile çıkılması söz konusu. Ancak bu seviyelerin aşılması için ABD borsalarındaki coşkunun devam etmesi, Dow Jones’un 13.660 ya da S&P 500 Endeksi’nin 1.435 seviyelerine doğru ‘yola çıkması’ gerekiyor.

Bu arada olan altına oldu ve 1.680 seviyesi de aşağı kırılarak, 1.639’a kadar geriledi. İlk destek 1.610 seviyesinde.

Dünün asıl şaşırtıcı gelişmesi İMKB’nin yüzde 2.44 arttığı bir günde hem dolar/TL kurları (1.7940’ı da aşarak) 1.8085 seviyesine kadar çıkarken, gösterge bono bileşik faizleri 9.47’ye kadar yükseldi. Bir başka deyişle hem kur, hem faiz hem de borsa yükseldi aynı günde. Aslına bakarsanız faiz dışındaki her iki ana piyasadaki hareketler yurtdışı kaynaklı. Nasıl ki hisse senetleri dışarısı yükseldi diye yükseldi, kurların yükselmesi de diğer gelişmekte olan ülke para birimlerindeki yükselişten etkilendi.

Anlaşılan gelişmiş ülkelerdeki stres azaldıkça, gelişmekte olan ülkelerdeki artacak!

Yazının devamı...

Komşu resmen iflas etti sırada hangi ülke var

Yunanistan’ın borçları yeniden yapılandırıldı ancak yeni problemi tetikledi. Komşu ödeyemediği borçlara istinaden ‘yazılmış’ olan türev ürünlerinde “ödenememezlik temerrüt” durumu meydana geldi. 60 yıldan bu yana gelişmiş ülkeler sınıfında ilk kez bir ülke resmen temerrüde düştü. Bu karar sonrasında kredi türev ürünlerinin en çok işlem gören ve bilineni olan CDS (Kredi Risk Takası) işlemleri tetiklenecek. Bu gelişmenin bir başka yan etkisi, bunun bulaşıcı olup olmayacağı konusu. Sırada Portekiz, İspanya ve İtalya olacak mı?

Geçtiğimiz Cuma günü geç saatlerde ISDA (International Swap and Derivatives Association/Uluslararası Takas ve Türev Birliği) Yunanistan’ın borçları için “Temerrüt Hali-Credit Event” oluştuğuna karar verdi. Komşu borçlarını ödemede acz içine düştüğünden, bu borçlara istinaden ‘yazılmış’ olan türev ürünlerinde “ödenememezlik temerrüt” durumu hasıl oldu. Tüm haftaya ve hatta önümüzdeki haftalara damgasını vuracak; Arjantin’den sonraki ilk, 60 yıldan bu yana gelişmiş ülkeler sınıfında temerrüte düşen ilk ülke olması açısından çok önemli bir gelişme bu. Bu karar sonrasında kredi türev ürünlerinin en çok işlem gören ve bilineni olan Credit Default Swap CDS- (Kredi Risk/temerrüt/iflas) Takası) işlemleri tetiklenecek!

CDS nedir?

Karşılıklı anlaşma niteliğindeki CDS anlaşmasına göre satıcı, bir tür sigorta olan CDS’i alanın; herhangi bir iflâs ya da temerrüt (gecikme/ödememe) durumunda; tüm kayıplarını karşılamak zorundadır.

Diyelim ki elinde yeniden yapılandırma öncesi Yunan kanunlarına göre çıkarılmış 100 euroluk bir Yunan bonosu bulunan bir yatırımcı yıllık 10 euro ödeyerek (ki bu oran yüzde 1.000 gibi yüksek bir prime denk geliyor) CDS almış olsun. Cuma günkü ISDA açıklaması sonrasında CDS almış olan ve elinde bono bulunan taraf; bonoyu CDS’i satana verecek, satıcı da alıcıya 100 euro ödeyecek. Alıcının ödemiş olduğu prim ve değeri düşmüş olan bono satıcıda kalacak.

ISDA hangi durumlarda ‘Temerrüt Halinin’ ortaya çıktığını da açıklamış:

- Ödenmesi gereken faiz veya anaparada bir indirime gidilmesi, (yeniden yapılandırma da dahil)

- Anapara veya faiz ödemelerinde bir gecikmenin/ertelemenin olması, (varolan borcun vadesinin uzatılması da dahil)

- Borcun önceliğinin düşürülmesi,

- Borcun para biriminin; G7 veya AAA notuna sahip OECD ülkelerinden birinin para biriminden farklı bir para birimi ile değiştirilmesi durumunda “Credit Event” durumu hasıl oluyor.

Bir yeniden yapılandırmada, yeniden yapılandırmanın tüm borçlulara “zorla” uygulatılması da bu durumun ortaya çıkması için yeterli sayılıyor. Yeniden yapılandırmanın “gönülsüz” kısmı Yunanistan vakasındaki asıl “tetikleyici” unsur oldu. Yeniden yapılandırma “gönüllü” olarak kalsaydı (ki iki ay kadar önce ISDA böyle olması durumunda “temerrüt hali” oluşmayacağını açıklamıştı) sorun yoktu. Ancak Yunanistan yüzde 85.8’deki “gönülülük” oranını CAC’ları (Collective Action Clause Ortak Hareket Etme) kullanarak 95.7’ye yükseltmesi işi bu noktaya geldi!

CDS işlemlerine ait “müzakere ihalesi” haftaya Pazartesi, 19 Mart 2012’de yapılacak! Bu aslında bir ihaleden çok bir “orta yolu bulma” niteliğinde ve temel olarak Yunanistan’ın yeniden yapılandırmaya esas olan bonolarının “kalan değerleri” (recovery value) konusunda ortak bir zemin oluşturma süreci. Bu miktar; CDS anlaşmalarına göre satıcının, alıcıya ne kadarlık bir ödeme yapacağının belirlenmesi açısından önemli. O zamana kadar piyasaya belirsizlik hakim olacaktır. Her şeyden öte mesele sadece CDS’ler ile de sınırlı değil. Yunan bankalarının ve şirketlerinin birçok sendikasyon ve benzeri kredileri de bu durumdan mutlaka etkilenecektir. (Cross default)

Lehman Brothers olayında olduğu gibi piyasanın ilk tepkisi “Nasılsa fiyatlanmıştı” şeklinde olsa da bu iş “matruşka” benzeri bir etki yaratacaktır. Zira işin içinden iş çıkacak. Lehman vakasında da ilk iki günde piyasalarda çok fazla bir hareket olmamış, asıl darbe birkaç gün sonra vurmuştu. (Bu durum bana hep 1998 Adapazarı depremini hatırlatıyor. Helikopter çekimlerinde iki üç katlı binalarda bazı hasarlar görünüyordu. Ne zamanki karadan deprem bölgesine ulaşıldı ve anlaşıldı ki 2-3 katlı görünen binalar aslında 7-8 katlıydı, felaketin boyutu bir anda ortaya çıktı.)

Bu gelişmenin bir başka yan etkisi bunun “bulaşıcı” olup olmayacağı konusu. Sırada Portekiz, İspanya ve hatta İtalya var mı tartışmaları gündeme gelecek, Avrupa Merkez Bankası’nın LTRO ihalelerinde verdiği likidite ile “yüzen” bu ülkelerin de batıp batmayacakları yeniden gündeme gelecektir. Ola ki haftaya yapılacak ‘ihale’ sonrasında alacaklılarla borçluların “sulh” olup olmayacakları son yıllarda hızla büyüyen CDS piyasasının da geleceğini şekillendirecektir. Olası bir “aksaklık” bu piyasayı yavaş yavaş ta olsa tarihe gömebilir!

Alanlarla satanların rakamları farklı olmasına rağmen toplam işlemler netleştirildiğinde nominal fark tutarının 2 Mart itibarıyla 3.2 milyar dolar olduğu Yunan CDS’lerinin piyasayı derinden sarsması; en azından kısa vadede; söz konusu olmayabilir. “Kalan değerin” 25 birim olması durumunda CDS satanlar net olarak 3.2 milyar doların yüzde 75’i olan 2.4 milyar doları ödeyecek olmaları (standard sözleşmelere göre) piyasalar açısından teorik olarak “göz ardı edilebilir” bir rakam.

Yine de bu durumun bu haftaya damgasını vurması kaçınılmaz. Her ne kadar rakam görece olarak “küçük” olsa da bu durumdan doğrudan etkilenecek bazı bankalar olabilir. Nitekim bu piyasada aktif olan Avusturya bankalarından birinin geçtiğimiz hafta 1 milyar dolarlık bir kayba uğracağını açıkladığını hatırlatmakta fayda var!

Piyasalar haftaya Yunanistan’ın temerrütü ile başlayacak ve bu durumun netleşmesine kadar da pek keyifli olmayacakları aşikâr. ISDA’nın kararının ilk yansımaları euro/dolar paritesinde görülecektir. Ardından da İspanya, Portekiz ve İtalya bono getirileri ve bu ülkelerin CDS oranlarında ortaya çıkacaktır. Bu hafta yakından izlenmesi gereken göstergelerin başında bunlar geliyor.



Gözler bu hafta Fed’de olacak

Bu haftanın bir diğer önemli olayı da Fed’in yarın yapacağı toplantı ve faiz kararı. Faizde bir değişiklik beklentisi yok. Asıl bakılacak olan Fed’in ABD ekonomisine dair beklentileri, gözlemleri ve yorumları olacak. Piyasalar, III.BPP’den geçtiler ancak geçtiğimiz hafta WSJ’da çıkan haberler doğrultusunda uzun vadeli bono alımı ve karşılığında verilen paranını sterilize edildiği “şapkadan yeni çıkan tavşanın” hayata geçip geçmeyeceğine bakacak.

Yunanistan’ın “Temerrüt Hali” kolaylıkla yok varsayılabilecek bir durum değil. Bu durumun AB piyasalarında bir karışıklığa yol açacağı ve bunun da euro/dolar paritesine olumsuz yansıyacağına değinmiştim. Benim tahminim haftanın başında 1.3060 ve ardından da 1.2950 seviyelerinin test edileceği yönünde. İkinci seviyenin aşağı yönde kırılması durumunda 1.2650 asıl hedef olacak gibi.

Doların değer kazanması dolar/TL kurlarını yukarı götürürken; ilk elde 1.7960 ve ardından da 1.8050 ’nin görülmesi olası. Panik yapılacak seviyeler değil!

İMKB’nin, risk hevesinin zayıfladığı bir ortamda düşmesi de şaşırtıcı olmayacaktır. Bu hafta için İMKB 100 Endeksi’nde aşağıda 57.400 kritik desteklerden birisi olacak. Ola ki piyasalar Fed’in kararını beklerken fazla gerilemedi; Yunanistan’ı fazla hafife aldığı varsayımıyla, Fed’den de piyasalar için “iyi haberler” geldi. Bu durumda da yukarıda 60.550 seviyesi ilk ve önemli direnç olacaktır! Piyasa yine “es” geçse de, kim ne derse desin 60 yıldan sonra “gelişmiş” bir ülkenin temerrüde düşmesi önemli bir olaydır!

Yazının devamı...

Dananın kuyruğu bugün kopabilir!

Siz bu yazıyı okuduğunuzda çok büyük ihtimalle Yunanistan’ın “borç takası” ihalesinin sonuçları açıklanmış olacak. 105 milyar euroya varan bir borcun “silinebilmesi” için kamu kurumu niteliği taşımayan özel kişi ve kurumların alacaklarının yüzde 70’ini aşan bir oranından vaz geçmiş olmaları gerekiyor. Üstelik de vazgeçenlerin oranının yüzde 75’i aşması gerekiyor (Bazı yorumlar yüzde 50’nin yeterli olabileceği yönünde).

Peki geriye kalan yüzde 25 katılmazsa ne olacak? O da düşünülmüş durumda ve onlarda “kurunun yanında yanan yaşlar” misali “mecburen” bu takasa katılacak. Adına da “kollektif hareket maddesi (Collevtive Action Clouse - CAC)” deniyor. Dün akşam bu yazı yazıldığı sırada takasa katılacaklarını bildirenlerin oranı yüzde 60 civarındaydı. Hafta başında oranın yüzde 76’ya kadar çıktığı dedikoduları çıkmıştı ve piyasaların toparlamasına yardımcı olmuştu! (Fed’in bilançosunu büyütmeden yeni bir parasal “kolaylaştırma” yapacağı da yükselişi getirdi ama bunun ne menem bir şey olacağı netleşmediğinden yükseliş daha çok son sert düşüşlerin bir düzeltmesi olarak kaldı!)

Sonuçların TSİ 08.00 itibariyle Yunan Maliye Bakanlığı’nın web sitesinde açıklanacağı duyuruldu. Meselenin 20 Mart’taki 14.5 milyar euroluk itfa öncesinde sonuçlandırılmış olması gerekiyor. Aslında iş, bugüne kadar bile kalmamalıydı. Ancak alacaklıların ayak diremeleri, doğal olarak “hayli gönülsüz” olmaları süreci bu kadar uzattı. Kaldı ki makul bir anlaşma olsaydı herkes son günü mü beklerdi?

Piyasalar takasta herhangi bir sorun çıkabileceğini hiç bir zaman fiyatlamadılar. Haftanın ilk yarısında bir ara keyifler kaçsa da ‘nasılsa hallolacak’ denilerek kısa sürede toparlandı piyasalar.

Ancak, mesele sadece kabul edenlerin yüzde 75’i aşmasıyla da çözülemeyecek gibi. Ülkedeki 4 tane emeklilik fonu takasa katılmayacaklarını açıklamışlar. CAC işletilirse, en azından fonun pay sahiplerine ‘Biz yapmadık, bize zorla yaptırıldı’ diyebilecekler. Diğer yandan da bu fonlar değilse bile yurtdışındaki yatırım fonlarının şimdiden dava açmaya hazırlandıkları haberleri geliyor. Kaldı ki 10 milyar euroluk bono İngiliz kanunlarına göre çıkarılmış. Bunların hukuki alt yapısı Yunan kanunlarına göre çıkarılmışlardan farklı ve çok daha farklı mahkeme süreçleri işleyebilecek. Şimdilik bu konuya kimse kafayı takmıyor. Draghi’de Avrupa Merkez Bankası’nın “faizleri değiştirmediğini” açıkladığı basın toplantısında neredeyse bu konuyu “yok varsaymış” durumda.

Diyelim ki “takas” şu veya bu şekilde halloldu. İşsizliğin yüzde 21, her iki gençten birinin işsiz olduğu bir ülke nasıl toparlanacak da “yeniden yapılandırılan” borçlarını ödeyebilecek. Hem de bu kadar çok kemer sıkma önlemi alınmışken. Benim kanaatim ödenemeyeceği ve önümüzdeki 18 ay içinde (bunu not alın isterseniz) komşunun yeniden yapılandırılmış borçlarının, yeniden yapılandırılacağı yönünde .

Asıl kıyamet takasın gerçekleş(e)memesi durumunda kopacak. Olacağını sanmıyorum. Ancak böyle bir açıklama gelecek olur ise ortalıktaki toz dumandan göz gözü görmeyecektir. AB borsaları başta olmak üzere tüm varlık piyasalarında sert düşüşler (altın/gümüş hariç), euronun da dolar karşısında hızla değer kaybettiğine şahit olabiliriz. Asıl büyük darbeyi kredi risk sigortası (Credit Default Swap-CDS) piyasası alacaktır. Bu piyasanın bugüne kadarki “en büyük çöküşü” olarak tarihe geçebilir.

Dedim ya dananın kuyruğu bugün kopabilir. Yine de “büyük abiler” dananın kuyruğunu yerinde tutabilmek için dün gece çok çalışmış olabilirler.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.