Haberin Devamı
Türkiye’de bulunamayan ne altındır ne petrol... Nesnel eleştiridir, yurdumuzda az rastlanan cevher.
Sanatta, iş hayatında, sporda, hatta siyasette... Art niyetsiz eleştiri yapabilenlerin sayısı iki elin parmaklarını geçmez.
Neden böyledir? Nesnel eleştiri için tatmin gerekir de ondan. Maddi olsun manevi olsun, asgari bir tatmin yaşamış olacaksınız ki meslektaşınızı eleştirirken nesnellikten şaşmayın.
Ama Ortadoğu şartları öyle değil. Duayen sandığınız, kendisine “büyük usta” falan dedirtenler bile, bir bakmışsınız tatminsiz çıkmış. Gençlere yapmadığını bırakmıyor.
Ne oluyor peki nesnel eleştiri olmayınca? İşin içine kıskançlıklar, çekememeler, garezler giriyor. “Küçüklükler” başlıyor yani. Gerçi her ülkede vardır böyle şeyler ama bizde kaide haline gelebiliyor.
Üstelik bazen pek isterik tınlıyor sesimiz, yine aynı tatminsizlikten dolayı. Arada kaynayan “olgun düşünce” ye oluyor olan.
Sonuçta birbirini nesnel ölçütlerle eleştiremeyen bir toplum haline geliyoruz. Daha da kötüsü, bu kalitesizlik yüzünden zamanla eleştiriye tahammülü olmayan bireylere dönüşüyoruz.
Geçende kendimi masumane bir eleştiri karşısında bile savunmaya geçmiş buldum mesela. Bu yazıya da zaten bunu fark etmem neden oldu.
Meksikalı şair Octavio Paz, bir makalesinde der ki: “Gençliğimde, ne zaman bir şair adayı şiirini gösterip fikrimi sorsa, okur okumaz verirdim puanını. Çünkü kafamda tek bir ‘doğru’ vardı ve ona benzeyenler iyi, benzemeyenler kötüydü. Oysa şimdi birini eleştirmek hiç o kadar kolay gelmiyor. Doğrunun pek çok açısı olabildiğini artık biliyorum çünkü. Bana göre kötü olan bir çalışma, farklı bir bakış açısıyla pekâlâ güzel de olabilir...”
Ne mutlu Octavio Paz’a ki, bunu söylemesini sağlayan tatmini veren bir kültürü var...
Bizse Cemal Süreya’nın sevdiği şu sözü, tedbir için hatırlayalım hiç olmazsa: “İnsan överken zeki, yererken aptaldır.”
Tweet misali
Aynı düşünceleri paylaşmamız şart değil. Bazen sadece düşünmeyi paylaşmak da iyidir.