Haberin Devamı
Ta Fildişi Sahili’nde...
Guus Hiddink’in milli takımın başına geçmesi konusundaki son dakika belirsizliğini heyecanla izliyoruz.
Hatta diyebiliriz ki, Hiddink ismi telaffuz edilmeye başlandığından beri ilk defa heyecan veriyor: Gerçekleşmeme ihtimaliyle.
“Ah...” diyorum, “keşke bir aksilik çıksa da şu Bay Hiddink gelmese milli takımın başına.”
Yalnız olmadığımı da çok iyi biliyorum. Allah aşkına, Hiddink geliyor diye heyecanlanan birini gördünüz mü? Hatta tam aksine, milli takım kendisine gündemde yer bulmakta bile zorlanır oldu.
Bu da çok doğal: Aynı bizim ligdeki, o Anadolu takımı senin, bu Anadolu takımı benim gezen emektar hocalar gibi bir hali var Bay Hiddink’in.
Biz o hocalarımızı severiz, sayarız, kariyerleri önünde hürmetle eğiliriz. Ama tuttuğumuz takımın başına geçtikleri zaman amacın heyecan yaratmak ya da çığır açmak olmadığını da gayet iyi biliriz.
O yüzden ben diyorum ki, milli takım için en uygun isim gözümüzün önünde dururken onu uzaklarda aramayalım.
Mütevazı kadrolu bir Galatasaray’a Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final oynatmış, daha da mütevazı Beşiktaş’ı lig şampiyonu yapmış, Shaktar gibi kendi halinde bir takıma UEFA Kupası hediye etmiş Mircea’yı getirelim olsun bitsin.
Mircea hem Türkiye’yi ve Türk futbolcusunu çok iyi tanıyor hem de artık bir milli takımı çalıştırmanın eşiğinde duruyor kariyeriyle...
Bu da yetmezse sorarım size: Şu dünyada Sergen’e altın çağını yaşatmış başka hoca var mıdır?
Ha, “adam maçtan sonra Fransızca konuşuyor, filozoflardan alıntılar yapıyor, kavgası-dövüşü de yok, biz alışkın değiliz böylesine...” dersek, orasını bilmem işte.
Tweet misali
“En iyi yönetmen” Oscar’ı ilk defa bir kadına, 8 Mart arifesinde verildi. Hollywood’un dehasını belki de hafife alıyoruz.