Haberin Devamı
Aziz bir dostumla “Dünya Kadınlar Günü” vesilesiyle söyleşimiz, InStyle’da yayımlandı. Kısa ama yoğun sohbetimizin bir yerinde öyle bir şey söylüyor ki, röportajı bizzat yapmış olmama rağmen dergide okuduğumda koptu içimdeki tel: “Anan hayattaysa yalnız değilsin...”
Anam hayatta olmadığından mıdır nedir, gözlerimin önüne türlü haritalar, saatli maarif takvimleri açıldı: Annemin çeşitli yaşlardaki, yerlerdeki halleri...
Kendisiyle sohbet bu yüzden güzeldir. Durup durup öyle bir şey söyler ki, düşünmeye ertesi gün de devam edersiniz. O şarkı sözlerini de bence zaten bu özelliği sayesinde yazıyor hanımefendi.
Babam öldükten sonra, yaşça büyük bir arkadaşım şöyle dedi: “Kulübe hoş geldin.” Pekâlâ annesini kaybedenlere de söylenebilecek, kıvamında bir söz. Ne lüzumsuz bir teselli çabası var içinde, ne de bir hafife alış...
Herkesin er ya da geç katıldığı bir kulüp sahiden var yeryüzünde. “Allah ölümü sıralı versin” diyenlerin tevekkülüyle düşünürsek, çok erken yaşanmadığı takdirde anne-baba kaybının acısına tahammül edebiliyor insan hayat diyalektiğinde. En azından tersinin yaşanmasından çok daha hayırlı.
Ama anamız hayatta değilse, her zaman biraz yalnızız. Sevgiliyle, arkadaşla, evlat ya da yazıyla doldurulabilecek bir boşluk değil. Temel, dünyadaki varoluşumuza dair bir şey.
Oysa anamızla husumetimiz bile olsa, yalnız kalmamızı önleyen o hayali göbek bağı varlığını çaktırmadan sürdürüyor. Sağlığında görüşmesek bile yaşıyor ilişkimiz: Şekil değiştirerek ama aynı yüzölçümüyle.
Bu yüzdendir ki nüfusu azalıyor, annesini kaybeden kişinin. Kişi başına düşen yalnızlığı iki katına çıkıyor. Yönetim şekli değişmiyor belki ama “ben neredeysem yalnızlığın başkenti orası” diyen Süreya daha bir manidar gelmeye başlıyor.
Yıllar önceki bir başka röportaj... Bana sorular soran Arda Uskan’a annemi kaybettiğimi ve bunun hem yazı hem de kişisel hayatımda bazı fayları yerinden oynattığını söylediğimde şu yanıtı veriyor: “Herkesin annesi ölüyor, ne var şimdi bunda?”
Sahi, ne vardı insanın annesini kaybetmesinde? Bir sanatçıyla temel duyarlıklarını yitirmiş bir gazeteci arasındaki derin, daha da kapanmasına imkân olmayan o uçurumdan başka?
Bugünse anlıyorum: Hayata bakışımızı bu uçurumun hangi tarafında durduğumuz belirliyor aslında. Çünkü yalnızlıkta bulduğumuz anlam hem kendimize hem de başka insanlara verdiğimiz değeri temelden etkiliyor.
Tweet misali
38. yaşıma Michelangelo’nun “Merhamet” heykeline bakarak girdim. Bakarken anladım ki küçüğüm.