Para azgınlığı artık Şanzelize’de (Champs-Elysees) oğul veriyor.. Cepleri dolarla dolu Arap turistler düğünlerini Paris’e gelip, kendilerini aşağılayan Fransızlara inat Şanzelize’deki kafelerde yapıyorlar.. Doğal ışıklı, müziksiz bir düğün.. Gelen geçene seyirlik malzeme oluyorsun.. Şanın tavan yapıyor..
Pigalle diye tutturmuş, yazıp duruyoruz.. Tabii anladığımız, algıladığımız kadar..
Oraları benden çok daha iyi bilenlerden kim bilir ne itirazlar gelmiştir.. Hepsini anlarım, itiraz da etmem.. Benim gayretim kendime göre..
Lakin kafama göre yaptığım yayın planlaması çarşının şartlarına uymadı..
Benim gibi takvimle ilgisi olmayan birinin Ramazan ayının gelmekte olduğunu önceden akıl etmesi imkansız olduğundan nice malzeme heba olup gitti..
Çok güzel mekânlar dolaşıp gözlem yapmıştım..
Söylemesi ayıptır çok da iyi fotoğraflar çekmiştim.. Özellikle de Pigalle’deki Clichy bulvarındaki “Seks Müzesi” olarak insanlığa hizmet veren kültürel kulüpte..
Onları sizin için saklıyorum.. Şartlar tamam olduğunda yeniden ısıtıp servis yapacağım..
Pigalle mecburi hizmetimin bana öğrettiği şu..
Bu Fransız milleti her yaptıklarını süsleyip sanat veya kültüre dair bir kılıfa sokmasını çok iyi biliyor..
Pornografinin sınırlarını da aşan paralı cinselliği de öyle bir süslemişler ki insanın aklına o bildik fıkradan başka bir şey gelmiyor..
Fıkrayı hatırlayacaksınız..
Yıllar sonra karşılaşan iki arkadaş birbirlerine hayatlarını özetlerler.. İkisinin de bir kız evladı vardır.. Birincisi, kızının ne kadar başarılı olduğunu anlatırken durumu aşırı süsler..
Kızı bir işe girmiştir.. Şefin dikkatini çekip terfi etmiştir.. Sonra müdürün.. Sonra genel müdür yardımcısının.. Derken genel müdürün..
Her dikkat çektiğinde terfi ettikten başka imkânları da artmaktadır..
Sonunda patron bile onsuz yapamaz olur.. Tatile çıktığında bile kızı yatından eksik etmez..
Anlatma sırası diğer arkadaşa gelince adamcağız boynunu büküp “Valla benim kız da kötü yola düştü ama ben senin gibi iyi anlatamıyorum..” der..
Fransızlarla farkımız böyle bir şey işte..
ARAP BASKINI..
Ağustos başında Paris işgal altındaydı.. 1940’daki Nazi işgalinden farklı olarak bu sefer ki işgal sivil karakterdeydi..
Pigalle’i boş verin, şehrin neresine giderseniz gidin işgalciler varlıklarını hissettiriyordu..
Yeni işgalci güçler cepleri euro dolu “Arap turistlerden” oluşuyordu..
Paris’te ne kadar kalburüstü otel varsa müşterisinin yüzde sekseni, belki daha fazlası Arap turistlerdi..
Şanzelize’de bir tek kafe yok ki yorulduğunuzda “Şurada bir kahve içeyim..” deyip yer bulabilesiniz..
Koskoca bulvarın tüm kafelerinde Ortadoğu kökenliler oturuyordu..
Yeşil rengin gücü bu işte..
Doların yeşili sayesinde Fransızların o bilindik kibiri, burunlarından kıl aldırmayan halleri ıslah olmuş vaziyette..
Siparişini düzgün bir Fransızca ile vermediğinde seni görmezden gelen “garson küstahlığından” eser kalmamış..
Şanzelize bulvarının iki yakasındaki yan yana sıralı o sevimli kafeler Araplara hizmet veren düğün salonlarına dönmüş..
Gecenin bir vaktiydi.. Çok yürümekten yorulup ünlü Fouquet’s kafesinde bir sandalyeye çökmüştüm..
Bir espresso kahve ve bir şişe su için on yedi euroluk hesap geldi..
“Hesap mı şaştı?” mealinde garsonun yüzüne bakınca kafenin tabelasını gösterdi bana.. “Le Fouquet’s..”
Harf israfına bakmayın.. Sözcük “Fuke” diye okunuyor.. Demek istediği “Burası şanı dünyayı tutmuş Fouquet’s.. Elbet pahalı olacak..”
Şanı dünyayı tutmuş Fouquets’nin o sırada iki üç şaşkın Fransız dışında tek milli müşterisi yoktu.. Sandaletlerinden çıkardıkları çıplak ayak tabanlarını bulvara dikmiş Arap turistler, sandalyelerine yayılmış meşrubatlarını içiyordu..
Bizim insanlarımıza bıyık bükersiniz ha! Meheldir size..
Bana hâlâ “Burası Fouquet’s..” havası basan o garsona “Fuke you” demediysem yüksek turizm görgümdendir..
“Şanzelize düğünü” dediğim şey de tevatür gelecek size ama gözümle gördüm..
Bulvar üzerindeki en az iki kafeyi kapatıyorlar.. Bu bazen üç bazen dört yan yana kafe oluyor..
Geniş kaldırımda kendilerine ayrılan yere sandalyelerini yayan bu bulvar kafeleri, düğün işi aldıklarında B Planı’na geçiyorlar..
Sarı pirinç direkler arasında sallanan bordo renkli kadife halatlarla kafenin çevresini kuşatıyorlar..
Bunun manası “Burada özel bir durum var.. Davetli olmayan giremez..” oluyor..
MÜZİKSİZ DÜĞÜN
Artık bünyemde bulunan eski “düğün beleşçiliği geni” mi tetikledi beni, kediyi öldüren merak mı bilemem.. Sanki beleş pasta limonata kapma ihtimalim varmış gibi oralara dikilip düğünlerini izledim..
Davetli profili kendince çok şık.. Orta yaş ve üzerindeki kadınlar sıkı sıkı kapalı.. Paris’te yaşayan akrabalardan Arap genç kızlar ise hem tesettür dışı hem de çok abartılı makyajlılar..
Bunları geçse geçse “makyaj olayını suratını badanalama..” olarak anlayan Lübnan’ın rüküş plus kızları geçer..
Düğün için ayrılmış bu mekânlarda özel bir gece ışıklandırmasına da ihtiyaç yok.. Çünkü davetli kadınların üzerlerinde taşıdıkları parlak renkli kumaşlar bu işe yetiyor..
Bulvarın ışıkları sayesinde her biri pavyonların “yanar dönerli” meyve tepsisine döndüklerinden ekstra ışık efektine ihtiyaç kalmamış..
Paris belediyesi izin vermediğinden kendi müziklerini de çalamıyorlar.. Peki ne yapıyorlar?
Gece yarısına kadar yiyip içip geleni geçeni seyrediyorlar.. Gelen geçen de onları..
“Şanzelize düğününü” bu yeni modadan haberi olmayan bizim para azgınları için yazdım ki günü geldiğinde alternatifleri olsun..
Şimdi biraz dinlenmeyi hak ettim..
Sırada İspanya’nın görmezlikten geldiği sekiz yüz yıllık İslâmi geçmişine şöyle bir bakmak var.. Endülüs’ten girip efsanevi Elhamra Sarayı’ndan çıkacağız..
Terazi var tartı var, her bir işin vakti var..