Haberin Devamı
YÖK, üniversite kontenjanlarını yüzde 20 artırdı. Ancak ÖSYM, 180 puan barajını aşıp LYS için tercih yapacak öğrenci sayısını azalttı. Kontenjanların artmasının kimseye bir faydası olmayacak, hatta birçok bölüm geçen yıl olduğu gibi yine boş kalacak.
Ortada bir sorun var, hem de büyük bir sorun...
YÖK geçtiğimiz günlerde kontenjanları artırdığını açıkladı. Kontenjanlar geçen yıla göre yüzde 20 dolayında arttı.
YÖK böyle yaptı, peki buna karşın ÖSYM n’aptı?
Barajı aşan öğrenci sayısını azalttı!
Öyle bir sınavlar yaptı ki, 180 barajını aşan öğrenci sayısını azalttı.
ÖSYM şunu diyebilir: Ben yapılması gerekeni yaptım, adayların başarı düzeyi düşüktü, soruları yapamadılar.
Doğru mu?
Evet, doğru!
Peki, böyle deyince olay çözülüyor mu?
Hayır!
Kontenjanların artmasının kimseye bir faydası olmayacak, hatta birçok bölümde geçen yıl olduğu gibi yine boş kalacak. Yapılan, dostlar alışverişte görsün türünden bir şey...
Şimdi gelelim olayın açıklamasına:
2012-ÖSYS sonuçları geçen gün açıklandı. Sınava başvuran aday sayısı 2 milyon 29 bin 200 ve sınavı geçerli sayılan aday sayısı 1 milyon 938 bin.
Peki, geçen yıl sınavı geçerli sayılan aday sayısı kaçtı?
Söyleyeyim: 1 milyon 934 bin.
Geçen yıl sınavı geçerli sayılan aday sayısıyla bu yılın aday sayısı birbirine yakın mı? Hem de çok yakın, hatta bu yıl başarılı olan aday sayısı 4 bin daha fazla.
Hatta LYS’lere tek tek baktığınızda da aynı durumla karşılaşıyorsunuz, yani her iki yılın testlerindeki sınavı geçerli aday sayıları bile birbirine çok yakın, iki yılın arasında çok küçük farklar var.
Buraya kadar anlaşılmayan bir şey var mı?
Yok, her şey açık ve net!
Başka bir veri daha: Her iki yılın Türkiye Soru Çözüm Ortalamaları’na bir bakın, ufak tefek farklılıklar olmakla birlikte yine de birbirlerine çok yakın.
Örmek vereyim: Geçen yıl Matematik testinin ortalaması 15,12 net, bu yıl 13,17; Fizik geçen yıl 7,53 net, bu yıl 9,79; Tarih geçen yıl 17,81 net, bu yıl 13,13; Coğrafya-2 geçen yıl 6,62 net, bu yıl 6,33. Bazı testlerde farklılık var ama bu kadar da olsun artık...
En fazla farklılık Felsefe testinde kendini gösteriyor. O da şöyle:
Geçen yıl Felsefe testinin Türkiye Ortalaması 10,08’ken, bu yıl 6,86 olarak gerçekleşmiş. Bütün farklılık bu, bu kadar!
Başka bir veri daha: Matematik testinde geçen yıl 5 net ve üstünü yapan aday sayısı 429 bin, bu yıl 411 bin, çok faklı değil...
Geometri testine bakalım: Geçen yıl 5 net ve üstüne çıkan aday sayısı 336 bin, bu yıl 282 bin. Arada biraz fark var ama bu çok büyük bir başarısızlığın göstergesi değil!
Fizik testine bakalım: Geçen yıl 5 net ve üstü yapan 144 bin öğrenciyken bu yıl 198 bin adaya yükselmiş. Biyoloji’de durum ne, isterseniz bir de ona bir bakalım: 2011’de 5 net ve üzeri yapan aday sayısı 219 binken bu yıl 211 bin olarak gerçekleşmiş. Bu da öyle ahım şahım bir far yaratmıyor.
Türk Dili ve Edebiyatı’nda geçen yıl 5 net ve üzeri yapanlar 626 binken bu yıl 624 bin olmuş.
Eee, bu da aynı!
Şimdi...
Buraya kadar geçen yılla, bu yıl arasında bir fark veya bir farklılık var mı?
Yok!
N’oldu da barajı aşan aday sayısı azaldı?
Soru, sorun bu!
Bunun cevabını aramamız gerekir, hem de birçok açıdan...
Şimdi söyleyeceklerime dikkat edin, esas sorun şimdi başlıyor: Geçen yıl MF-1’de 180 barajını aşan aday sayısı 377 binken, bu yıl NEDEN 247 bin oldu?
Geçen yıl TM-1’den 180 barajını aşan aday sayısı 623 binken, bu yıl NEDEN 403 bin oldu?
TS-1’de geçen yıl 180 barajını geçen aday sayısı 530 binken, bu yıl n’oldu da bu 310 bin sayısına geriledi.
Hani bütün veriler eşitti, hani iki yıl arasında biraz farklılık vardı. N’oldu da sonradan bu kocaman farklar ortaya çıktı?
Bu çocuklar nereye gitti, bu çocuklar nereye kayboldu?
Biri bana bunu bir anlatsın!!!
Teknik yönden bunun bir izahı olsa bile, taktik yönden hiçbir izahı olamaz. Tek bir açıklaması olur: İŞ BİLMEZLİK!
Bir yandan kontenjanı artırıyorsun, öte yandan barajı aşan aday sayısını azaltıyorsun. İlginç...
Sayın YÖK Başkanı, ortada ciddi bir sorun var, bu sorun müdehaleyi gerektirir.
Kontenjanlar boş kalacak. Yazıktır günahtır, okusun şu çocuklar.
Ortadaki sorunu lütfen düzeltin. Benim size tavsiyem, 180 barajını aşağıya çekin, 160 iyidir...
Tercih yaparken ilk sıraya
en çok istediğiniz bölümü yazın
Sınav kadar yapacağınız tercihler de önemli. Tercihlerinizi yaparken ileride
mutlu olabilmeniz için dikkatli olmanız gerekiyor. Bu konuda birçok şekilde
davranılıyor ama tek bir doğru yöntem vardır, o da adayın gerçekten okumak
istediği bölümleri, en çok okumak istediğinden başlayarak sıralamasıdır.
Her yıl yaklaşık 1.8 milyon genç üniversiteye yerleşebilmek için bugünkü adıyla YGS ve LYS sınavlarına hazırlanıyor. Bu sınavlarda başarıyı hedefleyen öğrenci ve velilerin sınavlara hazırlık sürecinde ve sınav sonrasında yaşadıkları duygular farklılık gösteriyor. Kimi zaman motive olmanın, çaba ve hedefe kilitlenmenin getirdiği yüksek enerji, kimi zaman da beklentilerin yorduğu bıkkın ve dağınık bir ruh hali... Hemen hemen her gencin yaşadığı inişli ve çıkışlı bu ruh hali sınavlardan sonra yerini başka süreçlere bırakıyor.
Tercih dönemleri, aslında gençlerin sınava hazırlanırken yaşadığı stresi, biraz daha fazla olarak anne ve babanın da işin içine girdiği duygusal ve bir o kadar da zor karar verme sürecine dönüştürüyor. Yaklaşık 1.8 milyon öğrenci ve ailesi için sınav ve sınav sonrası yaşanan kaygının ana temeli hemen herkesin bu sınavlara yüklediği anlamda yatıyor. Üniversiteye girmek bir bölümde okumak ama hangi bölüm olursa olsun bir yere yerleşmek arzusu, gençlerimiz ve aileleri için meslek edinmenin birinci şartı. Bu durumun nedenini de Türkiye’nin içerisinde yaşadığı sosyal ve ekonomik dönüşümün Türk aile yapısına yönelik yansımasında aramak gerekiyor.
Önce istediğiniz bölümü belirleyin
Mesleki yönlendirme süreçlerinde lise hayatı boyunca kişisel gelişim adına içselleştirilen ve benimsenen yol haritaları sınav maratonunun sonucunda elde edilecek olan kazançların belirleyicisidir. Genç, kendini ne kadar iyi tanır, önünde yer alan kariyer seçenekleri içerisinde kendisine en uygununu belirler ve bu doğrultuda seçimler gerçekleştirirse sınava ve sınav sonucu elde ettiği başarıya o kadar doğru anlamlar yükleyebilir.
Anne babalar, çocuklarıyla klişelerden uzak ilişki kurmayı, onların sınırlılıklarını bilerek güçlü yönlerine odaklanmayı ve olaylara ve durumlara kendi pencerelerinden değil çocuklarının kişilik özelliklerini de gözeterek kariyer planlamalarına destek olmayı başarabilmeli. Bu yaklaşım, sınav sonrası süreci hem çocuklar hem de aileleri ile sorunsuz yaşamalarına neden olacaktır.
Öğrencilerin tercih listelerini oluştururken sıklıkla yaşadıkları sorun, seçecekleri yükseköğrenim programlarını nasıl sıralayacaklarıyla ilgili oluyor. Bu noktada adayların kafası karışıyor ve neyi kıstas alacaklarını bilemiyorlar. Kimisi girmek istediği programları en yüksek puandan en düşük puana göre sıralıyor, kimisi önce tıp fakültelerini sonra mühendislikleri sonra işletmeleri sıralalıyor. Kimi aday üniversitenin bulunduğu ile göre sıralama yapıyor, kimisi devlet üniversitelerini önce, vakıf üniversitelerini sonra yazıyor.
Yapılan hiçbir tercih ‘ölü tercih’ değildir
Bu konuda birçok şekilde davranılıyor ama tek bir doğru yöntem vardır; o da adayın gerçekten okumak istediği bölümleri, en çok okumak istediğinden başlayarak sıralamasıdır. Yani ‘istek’ sırası yapmasıdır. Bu tip bir listede düşük bir programdan sonra ondan daha yüksek puanlı bir program gelebilir. Birçok kişi bu durumun hatalı olduğunu, yüksek puanlı programın düşük puanlı programın üstüne yazılması gerektiğini, aksi durumunda ‘ölü tercih’ olacağını söyler.
Adaylar şunu bilmelidir ki, hiçbir tercih ‘ölü tercih’ değildir. Böyle bir itiraz mantık alanından olabilir. Yani, puanınız yetmediği için düşük puanlı programa giremediğinize göre bundan sonra yazmış olduğunuz daha yüksek puanlı programa da giremeyeceksiniz demektir. Ancak adaylar şunu unutmamalıdır: Üniversite programlarının taban puanları yıldan yıla değişir. Puanlar bazı yıllar artış bazı yıllar azalış gösterebilir. Bu nedenle düşük puanlı bir programdan sonra yazmış olduğunuz daha yüksek puanlı bir program, o yılki tercihlere bağlı olarak daha düşük bir puana gerileyebilir. Yani listenizde ‘ölü tercih’ asla olamaz.
Adayların tercih listelerini ‘istek’ sırasına göre yapmalarının doğru bir yöntem olduğunu söyledik. Ama bu her zaman kolayca yapılabilen bir durum değildir. Aday ne istediğini bilmiyor veya kararlaştırmıyordur. Ya da seçeceği programların hangisini önce hangisini sonra yazacağı konusunda tereddütleri olabilir. Bu durum tabii ki tercih dönemine bırakılmaması gereken bir durumdur. Aday, lise eğitimi ve öğretimi süresince ilgi duyduğu meslekler, üniversite ve lisans programları, kendi kişisel özellikleri, yetenek ve becerileriyle ilgili bilgi toplamalı ve bunları değerlendirmelidir.
Tercih danışmanı adayı iyi tanımalıdır
Ülkemizde üniversite lisans programlarına yerleşen birçok adayın, daha sonra kazandığı bölüm veya üniversiteden memnun olmayarak tekrar sınava girdiğini biliyoruz. İnsan, değişen dinamik bir canlıdır. Bu açıdan bakıldığında karar, fikir, beğeni ve ihtiyaçların daha sonraki bir süreçte değişmesi normaldir ancak tercih döneminde var olan bilgilerin yeterince değerlendirilip adayın verebileceği en iyi kararı vermesine çalışılmalıdır. Bunun için tercih danışmanlığı veren kişinin adayı çeşitli özellikleriyle tanıyor olması ve var olan tüm bilgileri empatik bir şekilde yorumlayarak adayın kendisi için en doğru kararı almasına yardımcı olmalıdır.
Dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta, tercih edilen programların puan dağılımının açıkta kalma riskini en aza indirecek şekilde geniş tutulmasıdır. Ancak bu durum tercih listesinde derinlik yaratmak adına hiç gidilmek istenmeyen bir programın listeye eklenmesi gerektiği şeklinde algılanmamalı. Puan aralığı olarak dar bir tercih listesi oluşturmuş adayın, herhangi bir programa yerleşememe riskini de göze alıyor olması gerekir.
Programların hangi puan türüyle aldığını kontrol edin
Farklı puan türlerinden programlar tercih eden aday, yine ‘istek’ sırası ilkesinden şaşmadan, listesini oluşturmalıdır. Aday gitmek istediği programın, kılavuzda belirtilmiş olan özel şartlarını mutlaka okumalıdır. Seçmek istediği programın özel şartlarına uygun olmayan adaylar, bu programları tercih listelerinden çıkartmalıdır. İlgili programa ÖSYM’ce yerleştirilmeleri yapılsa bile kayıt hakları olmayacağı için o yıl açıkta kalabilir. Örneğin İTÜ Deniz Ulaştırma İşletme Mühendisliği programında olduğu gibi... Bu programa girecek adaylardan sağlık kontrolü, boy, kilo gibi bir takım fiziksel özellikler isteniyor.
YARIN: Tercih listesi nasıl oluşturulur?