Biraz uzun sürdü tatilim farkındayım.. Aslında uzun meslek yaşamımda tatillerim hiçbir zaman böyle uzun olmamıştır ama bu kez sadece yorgunluk değil asıl “bıkkınlık” vardı arkadaşlar.. Ülkemde olup bitenler, medyadan başlayıp tüm demokratik kurumları esir alan ve dahi tüm vatandaşların “her dakika dinlenme ve cezalandırılma korkusuyla” hissettiği aşırı siyasi baskılar, TV programlarından, toplum önündeki miting konuşmalarından-tartışmalardan fışkıran şiddet-kavga-nefret havası, bunlar yetmiyormuş gibi şimdi okul kitaplarında bile silahlı çocuk resimleri , futbolda bile toplumu bölmeyi amaçlayan karşı kutupların kasıtlı şekilde ortaya çıkarılmasıyla başlayan sahada terör, nereye baksan haksızlık-hukuksuzluk ve bunlarla karşılaşanları kurtaracak bir ümidin bile artık ufukta görünmeyişi..
Basının yok edilişi..
O; yaşamın her anında pompalanan şiddet ve nefret havasıyla ruhların hastalanıp en vahşi olayları kanıksar hale gelmesi.. Gazete ve TV’lerin haberleri dahi “keyif kaçırmayacak” doza getirmek üzere oto sansür uygulamak zorunda kalması ve basın ilkelerinin yerle bir olması.. Baskılar sonucu işini kaybeden meslektaşlar ve yine aynı baskılar nedeniyle en iyilerin bile gideceği yerin kalmaması.. Bu baskıyı görmesine rağmen sırf güce yalakalık uğruna “daha da fazla baskı” diye bağrışan sözüm ona deneyimli-demokrat ve de liberal olduğu söylenen gazetecilerin, karikatüristlerin çıkması..
Ve üstelik bu çağrıların “hemen karşılık gördüğü” çağ dışı, etik dışı bir medya ortamının mevcudiyeti..
Ülkenin en değerli sanatçılarının, cerrahlarının, gençlerinin de gazeteciler gibi hayatından bezdirilmiş olması ve işe bakın ki “bunlardan hiç rahatsız olmayan kitleler” olduğunun anketlerle iddia edilmesi.. (Ki ben bu “beyin yıkayan ve her nasılsa hata payı bile bırakmadan seçim sonucu bilen” anketlere bir iki şirket dışında oldum olası hiç güvenmem.)
Teröristimiz mi eksik?
Hepsinin üstüne “kendi ülkemizdeki terörist sayısı ve karmaşa” yetmiyor gibi bir de Suriye sınırının açık tutulmasıyla tüy dikildi.
İşte bunlar ve daha binlerce neden itiraf ediyorum birçok dürüst meslektaşım gibi beni de bıktırdı, bezdirdi, mesleğimden bile soğuttu.. Hala sağlam kalmayı başaranların da “vurdumduymazlığa geçerek” başarabildiğini biliyorum ki bu da her bünyeye uygun değil.. Her neyse, medyadaki tablo çok üzücü olmakla beraber “uluslar arası basın kurallarını benimsemiş gazeteci” çizgimi yine koruyarak sizlerle sonuna kadar beraber olmayı düşünüyorum çünkü bir tek köşenin bile toplumun gerçekleri duyması açısından önemli olduğunun farkındayım. Tatil süresince karşılaştığım tüm okurlarımın isteği ve gelen çok sayıda mesaj da istisnasız bu yöndeydi..
Paragrafın başına dönelim; şu anda Türkiye’nin en önemli sorunu “Açık tutulan Suriye sınırından başta El Kaide ve kolları olmak üzere dünyanın en azılı, en kanlı katillerinin, İslamcı teröristlerinin bizim topraklarımıza geçmiş olması”dır.. Türkiye’de şehirlerde ve kırsalda 3000 PKK’lının olduğu açıklanmasına rağmen bu yetmezmiş gibi ülkeye mülteci olarak giren ama çoğu öyle olmadığı gibi geri de dönmeyecek olan 500 bine yakın Suriyeli arasında çok sayıda terör örgütü üyesi de var.
AB, Türkleri geçirmiyor
Ve aylar sonra nihayet şimdi Cumhurbaşkanı Gül, El Kaide, El Nusra, Müslüman Kardeşler gibi “radikal grupların Türkiye için büyük tehdit oluşturduğunu” söylüyor. İş işten geçtikten, yüzlerce insanı bir defada gözünü kırpmadan katleden, üstelik daha önce Türkiye’de bir günde iki büyük kanlı eylem yapmış terör grupları ülkeye dolduktan sonra..
AB Adalet Divanı ise biliyorsunuz Türk vatandaşlarının AB ülkelerine “3 aya kadar vize almadan” turistik amaçlı bile seyahat etmesine izin vermeyen kararı açıkladı. O vizeyi de almaya kalkın bakın neler istiyorlar.. Acaba Türkiye’nin yerinde bir AB ülkesi olsa o sınırlardan kontrolsüz tek kişi geçebilecek miydi?
Çekinmeden dolaşıyorlar!
Diğer ülkeler beş on bin, en fazlası “100-120 bin” mülteci alırken, biz halkın 4 milyar TL’sini gözümüzü kırpmadan harcadık, bu dev maddi kaybın yanında bir de Türkiye’yi rahatça Suriye’ye döndürebilecek sayıda “azılı terörist” ithal ettik. Medyada “El Kaide ile komşu olduk” haberleri çıkarken, bırakın komşuluğu Türkiye’nin her köşesinde sanki kendi ülkelerindeymiş kadar rahat boy gösteriyor, toplantılar yapıyorlar.
Bu “ciddi şekilde korku verici” tablo da, her duyduğuna kolayca inanan kesimleri tavlayan, “dini duyguları okşayan, kendisi dışında herkesin inancını yok sayan” söylemlerle örtülüveriyor.
Daha ne olsun? Aklı başında her vatandaşın moralini bozmak için daha ne olsun? Maalesef bitmiyor, dahası var, onları da konuşacağız!
Gezi ve gurur!
Cumhurbaşkanı Gül ABD’de bir çalışma kahvaltısında, bir katılımcının “AKP Hükümeti Gezi protestolarından nasıl bir ders çıkardı” sorusuna güzel bir giriş yapmış ve “İstanbul’daki olayların başlangıcı çevre bilincini gösterdiği için bununla gurur duyarım” demiş. Gerçi cevapta sanki bugün Türkiye’de “işsizlik, anti demokratik uygulamalar, cinayetler, otoriter yönetim işaretleri” yokmuş gibi bir anlatım var ve bu nedenle eksik görünüyor ama bu kısmı güzel.
Devamında ise “Şimdi New York’ta 5’inci Cadde’de birkaç yüz kişi toplansa, cadde ortasında lastikler yaksa, yolu tıkasa New York polisi ne yapar” sorusu var ki burası karışmış. Gezi protestoları “birkaç yüz kişi”nin değil bütün illerde on binlerce vatandaşın katıldığı gösterilerdi ve olaylarda gençlerin ölümüne, sakat kalmasına neden olan polis şiddetinin “lastik yakma veya yolu tıkama” gibi nedenlerle ilgisi yoktu. Dışarıya da, içeriye de yanlış yansıtılmayacak önemde ve tarihe yazılacak bir olaydı, baksanıza hala sorular da bitmiyor, siyasi konuşmalardaki etkisi de..
Bu nedenle cevaplar da “tam doğru” olmalı!