Meclis’teki partilerin birbirleriyle diyalogu “neredeyse yok” diyeceğim ama birden “hiç olmadığını” hatırlıyorum. Ülkenin geleceğini belirleyecek olan en önemli bir süreçte sadece kavga etmek üzere ağızlarını açıyor, her konuşmalarında ülke sorunlarından önce rakiplerini kötülemeyi amaçlıyorlar . Bu hepsi için, ülke adına “bağışlanamayacak bir yanlış” ve aynı zamanda “hakları olmayan” bir tutumdur.
Zaten bu durum mevcutken bir de birbirleri için söyledikleri “küfürden beter” hakaretler ve suçlamalar vatandaşın sabrını iyice zorluyor. Başbakan Erdoğan, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin yaptığı ağır konuşmaya, “iktidarın ihanet içinde olduğu” sözlerine karşılık grup konuşmasında “Asıl hain sizsiniz” dedi dün..
Oy böyle mi kazanılacak?
Her zamanki gibi ekonomiden başlayarak anlattığı adımlarda “Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’ye rağmen” demeyi de hiç ihmal etmedi.. “Diyarbakır caddelerine de Prag kadar turist gelmesini” isterken PKK ve BDP’nin yeni anayasada “o bölgeye gelen turistler devletin değil, bizim olsun” şeklinde bir değişikliği “öncelik” gördüğüne değinmedi ama “CHP ve MHP’nin hiçbir zaman ‘bunları nasıl çözeriz’ demediğini” söyledi..
Şimdi.. Devlet Bahçeli ve tüm liderler için geçerli ki; birbirleri hakkında konuşurken “hain, ahlaksızlık, şerefsizlik, utanmazlık” gibi küfür sayılan tanımları asla kullanmamaları gerekir. Ama Başbakan Erdo-ğan’ın da bu tür sözlere kendisi kızarken aynı anda beterini muhataplarına yapması “balık baştan kokar” lafını hatırlatıyor. Ayrıca topluma “rol model” konuma gelmiş kişilerin vatandaşları düşünerek de ölçülü konuşması şarttır.
Söylenecek söz değil!
Başbakan’ın Pazar günü yayınlanan “Ulusa Sesleniş” konuşmasında kendi partisini överken iki büyük muhalefet partisi için “muhalefet partileri şehitler olsun, kan dökülsün istiyorlar”dan başlayan öyle cümleler kurdu ki dinleyenlerin tüylerini ürperttiğine hiç şüphe yok..
Neden bunu istesinler, insan olan isteyebilir mi? CHP “sürece biz de destek verelim,olup biteni bizimle paylaşın” dediğinde onlara alayla “ihtiyacımız yok, siz kendinize destek verin” benzeri cevaplar verilmedi mi? MHP yeni anayasada “Türk” tanımının çıkarılmasından, “özerk bölge” adı altında “bağımsız bir ayrı devlet”e gidecek sürecin başlamasından rahatsız olarak “terör örgütü-devlet görüşmelerine” tepki belirtse bile “gelişmelerin TBMM ile paylaşılmadığı”ndan şikayet etmedi mi uzun süre? Terörü bu ülkeye yaşatmış, binlerce kişinin ölümüne neden olmuş terörislere yapılmayan suçlamalar rakip partilere reva görülebilir mi?.
Her üç liderin ve diğer siyasetçilerin bu tavra son vermeleri gerçekten şart, “olgunluktan, sağduyudan uzak” gerginlikler, partiler arası savaşlar yaratırken “çözüm” den, “kardeşlik”ten söz etmek bizim çelişkiler ülkesine bile fazla geliyor!
Merak edilen sorunun cevabı bu mu?
Teröre çözüm denilen süreçte masanın iki yanında bulunan “Hükümet ve PKK”nın söylemleri tamamen birbirine zıt. Başbakan bir yandan neredeyse çözüm sağlanmış gibi konuşup “terör örgütü silah bırakıp gitsin” derken, PKK “İnsiyatif onda değil, önce yeni anayasa, sonra geri çekilme konuşulabilir ” diyor..
“Silah bırakma”nın ise sözünü bile etmiyor. Tabii herkes merak içinde, acaba bunların anlamı nedir? En başta konuşulup masaya öyle oturulması gereken konular neden şimdi çekişme haline getirildi?
Galiba burada da “seçime yönelik” bir politika söz konusu.. Bu çekişme seçimlere kadar sürecek, terör örgütü ısrardan vazgeçerse ne ala, geçmezse iktidar partisi halka karşı yine de “biz elimizi taşın altına koyduk, hiçbir hükümetin yapmadığını yaptık ama görüyorsunuz olmadı” durumunda kalacak.. Muhalefetin ilk günden beri bu konuya karıştırılmamasının nedeni de herhalde bu..
Tarih tekerrürden ibaret!
Yani “referandum öncesinden” başlayıp, “geçen seçim sonuna” kadar devam eden “PKK’nın eylemsizlik kararı” da iktidara aynı yararı sağlamamış mıydı? Aynı şeyleri tekrar yaşayacağız gibi görünüyor. Umalım da “terörü” tekrar yaşatmasın bu hatalar, zira “terörle bir yere varılmaz” sözünün tam aksine “bir yere varılacağı”nı gösterdi bu süreç!
Dev bir sanatçının acısı!
Değerli meslektaşımız, büyük sanatçı ve yazar Zülfü Livaneli’nin babası “Yargıtay Onursal 1’inci Başkanvekili Mustafa Sabri Livanelioğlu”nun Ankara’da yapılan cenaze törenindeydim Pazartesi günü.. Ülkesine onurla hizmet vermiş dürüstlüğüyle tanınan değerli bir hakimin önce Yargıtay Başkanlığı’ndaki resmi törenle başlayan önemli bir cenaze töreniydi bu..
Hayatım boyunca en sevdiğim dostlarım arasında bulunan Livaneli ailesinin, sevgili Zülfü Livaneli ve kardeşleri (okulda sıra arkadaşım) Seyhan, Asım ve Ferhat’ın babaları olması dolayısıyla benim için kat kat daha önemli..
Camideki törende sevenleri, Livaneli hayranları ve aile yakınları dışında hukukçular, gazeteciler, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, AKP’den ise AB Bakanı Egemen Bağış ile eski Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk vardı.
Ortak gururumuz!
Söylemeden geçemeyeceğim..
Bakan Egemen Bağış’ın yanında Hükümet’ten başka bakanları, hatta kesinlikle Başbakan’ı, hatta Cumhurbaşkanı Gül’ü, MHP Genel Başkanı’nı, CHP’den çok sayıda milletvekilini, tüm meslektaşlarını aradı gözlerim. Türkiye’ye dünya çapında gurur kazandıran dev bir sanatçının, romanları birçok dile çevrilen büyük bir yazarın acı gününde “bir kısmı” değil, bence “hepsi” orada olmalıydı..
“Mazereti” veya “başka nedeni” olamayacak durumlardan biridir bu; “yıllardır bu ülke için üreten, müziğiyle kuşakları mutlu eden” bir sanatçının en yakınının kaybı..
Sevgili dostlarıma bir kez daha başsağlığı diliyorum.
Tüm konuşmalar çok acımasız!
Haberin Devamı