Dün Başbakan Erdoğan’ın yıllar geçtikten ve Oramiral Güner istifa ettikten sonra “Bu operasyonlar, uzun tutukluluklar terörle mücadele eden TSK’nın moralini bozuyor, olumsuz etkiliyor, oralara gönderecek subay kalmadı” diyerek yargıyı eleştirdiği konuşmasıyla ilgili yorumlarıma başlamıştım. Yine dün; Oramiral Nusret Güner’in istifasının arkasından 2 paşanın daha, hatta 4 komutanın daha istifa edeceği, Gölcük Tersane Komutanı Şevki Şekerefeli’nin istifasının hazır olduğu ama henüz işleme konulmadığı iddiası basına yansıdı.
TSK ve özellikle Deniz Kuvvetleri üzerinde uzun süredir operasyonlarla, tutuklamalar ve mahkumiyet kararlarıyla yaratılan baskı ve bunun komuta kademesinde neden olduğu olumsuz hava artık “toplu istifalar” boyutuna gelirken Başbakan’ın yaptığı açıklama da uzun süre tartışılacaktır haliyle.. Şimdi dünkü yazının devamını veriyorum..
Dört-beş yıldır tutuklu olmasına rağmen hala hakkında hüküm verilmeyen (verilemeyen) insanlar serbest bırakıldıklarında, ağır hasta ve yaşlı olanlar bırakıldıklarında (Başbakan istiyorsa bırakılacaklardır ama madem ki “yargıda özel yetkiler”e rağmen bile böyle bir karar verilebiliyor, daha önce ölüm döşeğindeki annesini göremeyenler, cezaevinde ağır hastalanıp hayatını kaybedenler olduğunda, Rektör Fatih Hilmioğlu en büyük acıları, hastalıkları yaşarken ve bunlar devamlı yazılırken, ülkenin dünya çapında gururu, organ naklinin mimarı Prof. Haberal hastanede yatarken neden verilmedi?) çektikleri ıstırapları, kaybedilen yılları kim tazmin edecek? Bu soruları çok uzun süredir sormaktayız, Başbakan söyledi diye yeni başlamadık ama o süreler içinde tek bir cevap da verilmedi.
HAKİMLERİ KURTARAN YASA!
Ve tabii Başbakan Erdoğan’ın bu konuşması “yargının iktidardan tamamen bağımsız olduğu” varsayımına dayanıyor ki asıl büyük soru işareti burada.. Yukarda söz ettiğim gibi Hakim ve Savcılar Üst Kurulu bile dahil olmak üzere, tüm yüksek mahkemeler dahil olmak üzere artık yargının “bağımsız” ve “tarafsız” ve de “korkusuz” hareket etme imkanı kalmış mıdır, önce bunu tartışmak gerekir.
Bu bitince, madem ki hakimlerin yanlış karar verdikleri siyasetin en üst noktası tarafından dile getirilmektedir, o zaman neden “yanlış yapan hakimlerin de yargıya hesap vermesi” imkanı yasayla ortadan kaldırıldı, “her vatandaşın yargı karşısında eşit olmasını ve hakkını arayabilmesini gerektiren demokrasi” de buna neden gerek görüldü onu tartışmaya gelir sıra.. Sonra da AİHM’ye kişisel olarak başvurma hakkının neden çok zorlaştırıldığına.. (AİHM’ye çok dava gidiyor mazereti yeterli değil, o zaman da “neden en çok Türkiye’den gidiyor” sorusu var. Cevabı ne bu sorunun?)
BİR DE PKK SORUSU!
Başbakan’ın konuşmasının bir de “terörle mücadele edecek subay kalmadı” boyutu var. Şu sıralarda “PKK ile müzakere” sürecindeyiz ama aynı PKK bir yandan terör saldırılarını sürdürüyor. Daha 7 Ocak’ta Çukurca’da “Karataş üs bölgesi” denilen ayıptır söylemesi kırık dökük bir gecekondu benzeri yerde (yazıklar olsun o gençleri korunmasız şekilde ortada bırakanlara) bir bölüğe saldırdılar. Uzman Çavuş Mehmet Doğan “120 PKK’lıya karşı” aslanlar gibi mücadele ederek bölüğünü korumuş ama nur içinde yatsın, kendisi şehit oldu. Peki bu nasıl bir anlaşma, nasıl bir “kanlı silahları bırakmadan barış süreci”dir? Ne barışı, böyle barış müzakeresi olur mu? Öcalan başka konuşuyor, örgütü ona rağmen eylemi sürdürüyorsa, Başbakan “terörle mücadele edecek subay kalmadı” diyorsa Öcalan’la ne “müzakere”si yapılıyor?
Tabii, içerdeki askerler çıksa bile terörle mücadele edenlere “terörist” etiketi yapıştırılmış olan ülkede bu askerlerin hala canını siper etmesi “iki kat takdir” gerektirir, o da çok boyutlu olayın bir başka açısıdır. Her açıdan bakınca sorular bitecek gibi değil!
PKK ‘Kandil’le görüşülsün’ diyor!
Ben terör örgütüyle yapılan görüşmelerle ilgili yukarıdaki soruları yazarken PKK’nın Kandil sorumlularından Mustafa Karasu “Abdullah Öcalan’ın padişah olmadığını, teröre son verilmesi isteniyorsa kendileriyle de görüşülmesi gerektiğini” açıkladı. Tabii bu lafların anlamını ve ciddiyetini göstermek üzere (Öcalan barıştan söz ederken) Kandil’in terör saldırılarını sürdüreceğini tahmin etmek zor değil. Onun için sınırdaki, terör bölgelerindeki askerleri korumak için devlet her önlemi almalıdır, onları yalnız bırakıp da‘Karataş üs bölgesi’ne döndürmesinler olayı yani.. Yetti artık!
BARIŞ LAFINDAN RAHATSIZ!
Karasu’nun konuştuğu programda BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da “Barıştan değil, çözümden söz edin” diyerek sormuş;
- Çözüm politikanız var mı?
- Kürtlerin temel hakları kabul edilecek mi?
- ‘Güçlünün barışı’ mı yapılmak isteniyor?
Görüldüğü gibi PKK “tek ses” halinde olmadığı gibi BDP de “barış süreci” denmesinden bile rahatsız. Bu konuşmalar da her fırsatta “Öcalan’la barış konuşuyoruz, süreç iyi ilerliyor” denmesindeki çelişkiyi ortaya koyuyor, nedir bu kendimizi mi aldatmaktayız, Hükümet’in artık duruma bir açıklama getirmesi gerekir. PKK ve BDP devamlı açıklama yaptığına ve “sadece Öcalan’la olmaz” dediklerine göre devlet burada her kim ise “süreç Öcalan’la devlet arasında” diyerek zaman kazanıyor görünmesi anlaşılır değildir. O süreçte can kaybı yaşanıyor ve kaybedilen canlar da milletin canına tak ettirdi artık.
Başbakan “terörle mücadele edecek subay kalmadı” diyerek “mücadele”den söz ediyor, aynı anda “müzakere”den söz ediliyor, BDP ve PKK “hem barış süreci deyip hem Kandil’e operasyon olmaz” diyor.. “Hangisi doğru” yarışması mıdır bu?