İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş Gezi olaylarıyla ilgili bir soruya “Elimizde Şubat ayında yapılmış bir toplantının kayıtları, bazı deliller var. Yani İstanbul’da hareketin nasıl başlatılacağı, ne yapılacağı ile ilgili.. Bu kadarını söylemekle yetiniyorum. Bundan sonrası için bile yapılan çalışmalardan haberdarız” cevabını vermiş. Yani “dış güçler, faiz lobisi, Türkiye’yi kıskananlar” gibi nedenlerin yanına “aylar önce yapılan bir toplantıda alınan kararın uygulanması” ekleniyor.
Yalnız bir sorun var, hatta 2 sorun.. Öncelikle bu toplantıyı yapanlar “Gezi olaylarını başlatan polis şiddetinin bu kadar güçlü olacağını, insanların tazyikli sularla havaya uçup beyin üstü yere çakılacağını, gaz fişekleriyle beyinlerinin dağılacağını, polisin dönüp ateş edeceğini, yöneticilerin olayları yanlış yöneteceğini” filan nasıl tahmin ettiler? Zira bu olaylar olmasa Gezi gösterileri asla böyle tüm ülkeye, hatta diğer ülkelere yayılmayacaktı..
Diğer sorun ise şu; Sayın Topbaş’ın sözleri Diyanet Başkanı Görmez ’in “Cami’de kabul edilemez davranışlar oldu, elimizde kayıtlar var” sözlerine benziyor.. Konuşuyor ama “sizin konumunuzdaki biri öylesine konuşup vatandaşları karalayamaz, halka izletmek zorundasınız” talebi gelince susuyor. Başkan Topbaş bu toplantının kayıtlarını izletmek durumundadır, seçimler geliyor, bırakın önemli bir tepki eylemini, detaylar bile rol oynayacak. Bekliyoruz!
Karada ve denizdeki canavarlar!
Bayram’ın ilk günü araçlarını deli gibi süren sorumsuz, özenti, kompleksli insanların yalnız başka insanlar için değil, sokaklar ve caddelerde, otoyollarda karşıya geçmeye çalışan zavallı hayvanlar için de nasıl büyük tehlike olduklarını, adım başı ezilmiş bir köpek veya kedi ile karşılaşıldığını yazmıştım. Her bayram tatile çıkan vatandaşlar arasında hayatını kaybeden, yaralanan çok sayıda insan oluyor, bunu bilmemize rağmen biraz dikkatli olmayı düşünmüyor arabaları çılgın gibi sürmekten çekinmiyoruz. Biraz insaf, biraz izan derken..
Bu kez denizde aynı insafsızlıkla karşılaşıyoruz. Zaten yüzme bilmeden derin veya dalgalı denizlere kendini atıp boğulanlar her yıl görülüyor ve çok gidilen koylara birkaç “gözcü, guard” dikmek de kimsenin aklına gelmiyor. Ama bir de “sürat motorları ile jet ski” denen canavarlar var, tabii bu “canavar” tanımı asıl onları kullanan sorumsuz, özentiler için kullanılıyor. Kime gösteriş yapıyor veya hangi eksik duygularını tatmin ediyorlarsa kendilerini izlemek bile mide bulandırıyor.
Ağır ceza onlara gerek!
Adeta gözleri kapalı, deli gibi dalıyorlar sahillere.. Orada insanların yüzüyor olması en kolay akla gelecek şey ama akıl olmayınca ne yapacaksın? Fethiye’de bir tur teknesinde çalışan ve tekne demirledikten sonra biraz serinlemek için denize giren 27 yaşındaki gencin (Önder Pervanoğlu) ölümüne sebep olduğunu ve çarpanın gözaltına alındığını okuyunca aynı suçu işleyenlerin tümünün “en ağır ceza”yı hak ettiklerini düşündüm.
Sahilde durup izleyen herkes bu jet ski veya sürat teknelerinin çoğunun nasıl büyük sorumsuzluk içinde olduğunu görüyor, görmemek mümkün değil.. Karada ve denizde bu “trafik canavarı” denilen canavarlığa (kaza değil bunlar) en ağır cezaları getirmenin ve bunu medyada duyurmanın zamanı geldi de geçti bile.
Başka gençlerin bu şekilde hayatını kaybettiğini duymak istemiyorsak gereken önlem en kısa zamanda alınmalıdır. Neden medeni ülkelerde “milyonda bir” rastlanan olaylar Türkiye’de her gün oluyor düşünsünler artık!
Angelina Jolie sendromu!
Kadınların korkulu rüyası biliyorsunuz meme kanseri.. Sık sık muayene edilecek, “mamogrami” denen ve göğüsleri tost makinesi gibi ezen kabus alete girilecek, bir dahaki kontrole kadar korku içinde yaşanacak, her gün elle kontrol edilecek vs.. Bir de üstelik sigara, içki (aman susun, cıs) kanser riskini fazlasıyla arttırıyor, özellikle menapoza yaklaştıkça gereken ve “HRT” denilen “hormon takviyesi” yapılıyorsa.
Erken teşhis hayat kurtarır
Dünyanın en güzel kadınlarından biri olan Angelina
Jolie’nin annesini meme kanserinden kaybettiği ve aynı tehlikeli gen kendisinde de bulunduğu için ani bir kararla iki göğsünü birden aldırması, bu ameliyattan sonra teyzesini de bu hastalıktan kaybetmesi kadınları daha da çok korkuttu. Ailesinde meme kanseri vakası olan birçok kadın “acaba ben de Angeline Jolie gibi göğüslerimi mi aldırmalıyım, riski böylece tamamen sıfırlar mıyım, nasılsa silikon konuyor, fark etmez” diye düşünmeye başladı.
Bunu fazlasıyla sık duymaya başlayınca soruyu cevaplayacak en iyi uzmanı araştırdım. Görüşüne güvendiğim cerrahlar, doktorlar “konusunda rakipsiz isimlerdendir” diyerek; Çapa Tıp Fakültesi cerrahlarından Abdullah İğci’nin adını verdiler, ben de arayarak konuştum. Dr. İğci “Angelina Jolie’nin durumunun farklı olduğunu, annesinin ölümüne neden olan tehlikeli gen kendisinde çıktığı için bu ameliyatın gerektiğini.. Aynı şartlarda olmayan kadınların mamografi veya tomografide ‘kesin, belirgin bir risk görülmemişse’ göğüslerini aldırmasına gerek olmadığını.. Yılda bir yapılacak muayenelerde herhangi bir tehlike görülse bile ‘erken teşhis’in bu hastalıkta çok başarılı sonuç verdiğini, tümüyle iyileşme sağlandığını, erken teşhiste göğsün alınmasına da gerek olmadığını ama kontrolün aksatılmaması gerektiğini anlattı.
Artık Angelina’yı unutun,
ailenizdeki risk faktörü yüksekse gen kontrolü yaptırın, değilse muayenelerinizi aksatmayın, hepsi bu!
Hata!
Sevgili okurlarım, dün bazı gazetelerde ikinci yazımın ilk cümlesinde “HAYTAP”ın “H”si düşmüş, “AYTAP” olarak yazılmış. Bilgim dışında, belki de bir sistem hatası nedeniyle oluşan yanlıştan dolayı özür dilerim.