Günler geçiyor, araya bin çeşit olay, gündem giriyor ama “seçim sisteminin doğru şekilde ve derhal değişmesi” bir türlü gündeme getirilmiyor, adeta unutturuluyor. “Sandık namustur, sandık en büyük meydandır” diyebilmek için “ADİL SEÇİM” in, “DEMOKRATİK SEÇİM”in yapılması lazım.
Öncelikle şunlar açıklanmalı:
- İstenen yasalar anında değiştirilir, gece yarıları Meclis’ten geçirilirken, milyonlarca seçmenin oyunu “baraj altında” bırakarak sonuçta o oyların da iktidar partisinin hesabına yazılmasını sağlayan “%10 barajı” neden hemen değiştirilerek %5’e indirilmiyor?
- Devamlı “demokrasi”den söz edilir, demokrasi paketleri hazırlanır, “yeni anayasa”nın “daha da demokrat bir anayasa olacağı” dilden düşürülmezken, iktidar partisi demokrasinin en önemli şartlarından olan “milletvekili özgürlüğü”nü sağlayacak olan “ön seçimle aday belirleme” yi neden gündeme getirmiyor? Muhalefet partileri neden “padişahtan farksız liderler” yaratan bu sisteme devam etmenin demokrasi ayıbı olduğunu söyleyerek bu şart için bastırmıyor?
- Seçimlerde “parmak boyası” nın geri getirilmesi seçim güvenliği açısından daha iyi iken neden yapılmıyor?
- Bilgisayarlı toplama sisteminin güvenli olması için YSK’nın “seçimden hemen sonra sandıkları tek tek açıklayarak halkın da izlemesini sağlaması” neden tartışılmıyor?
Medya tek elde..
- Medyanın, belediyelerin, reklam panolarının büyük çoğunluğu “tek partinin propagandasına” ayrılmışken yapılacak seçimin “FIRSAT EŞİTLİĞİ” açısından adil olmayacağı, hatta büyük haksızlık ve adaletsizlik olacağı bilinmesine rağmen bu konu ekranlarda neden konuşulmuyor, partiler neden susuyor?
- 2007 seçimlerinden başlayarak yapılan tüm seçimlerde görülen olumsuz olaylar “dürüst ve şeffaf seçim”e olan güveni hızla azaltmışken bu tür olayların önlenmesi neden gündeme gelmiyor?
- Normalde Türkiye seçmeninin yıllık artışı 950 bin civarında olmasına rağmen 2007 ve 2009 seçimleri arasındaki 20 aylık dönemde sandık seçmen listelerine tam 7.694.809 seçmen eklendiği görülmüşken fazladan artan 6 milyon seçmen neden sorgulanmıyor? (TÜİK’e göre ülke nüfusu yüzde 4 artarken seçmen sayısı nasıl yüzde 16 artar ?)
- Kayıtları seçmen kütüğünden bilgileri dışında silinen yüzbinlerce seçmen olduğu için bu insanların oy kullanamaması neden gündeme gelmiyor?
TÜİK rakamları tutmuyor!
-TÜİK 2012 yıl sonu nüfusu 75 milyona yakın olarak açıklarken güvenilir akademik kaynaklar 81 milyondan fazla olduğunu bildiriyorlar. Aradaki “5 milyonluk fark” nereye gidiyor?
Bu soruların tamamının ve daha fazlasının cevaplanması, toplumun “bundan sonra güvenli seçimler yapılacağına inanması” gerekir. İşte bu nedenle, aralarında en iyi üniversitelerden değerli profesörlerin, eğitimcilerin, hukukçuların, eski bakan ve siyasetçilerin, mühendis ve yazarların da olduğu 250 aydın insan “gerçek demokrasi için temiz ve dürüst seçim” diyerek “Temiz Seçim Platformu”nu oluşturmuşlar.
Tarihi görev!
“Temiz bir seçim yapılmazsa vatandaşların seçimlere ve seçilmişlere güveni kalmaz. Bu nedenle aşağıda imzası olan bizler ülkemizin aydın geleceği ve milletimizin huzuru için ‘halkın gerçek iradesi’nin sandığa yansımasının sağlanmasının tarihi bir görev olduğuna inanıyoruz. Temiz seçimler demokrasinin temelidir” diyerek işe koyulmuşlar. (Yukardaki bazı maddeler bu platformun bildirisinden alınmıştır.)
“Temiz Seçim Platformu’nun çalışmaları tüm siyasi partiler ve barolar başta olmak üzere konuyla ilgili tüm kuruluşlar ve medya temsilcilerine, vatandaşların hepsine açıktır” deniyor. TSP bildirisinde “Türk seçmeni olmayan kişilere, ölülere oy kullandırılması, geçici kimlik numarası ile şimdi Suriyeli göçmenlere de kullandırılma ihtimali, 2011 seçimlerinde 19 milyon fazla oy pusulası bastırılması”, SEÇSİS sisteminin hilelere açık olması nedeniyle Almanya Anayasa Mahkemesi ve ABD tarafından bilgisayarlı sistemin yasaklanması” gibi konular da var.
Tüm vatandaşların şimdiden TSP’ye destek vermesi çok önemli.. Zira her ne kadar YSK Başkanı “bu seçim sistemi güvenli” dese de milyonlarca insan böyle düşünmüyor. O nedenle.. Haydi iş başına!
Çoluk çocuktan izlenmeyi beklemeyin!
Gezi eylemleri gündemdeyken “sadece gündemle anılmak isteyerek öne çıkan ama Gezi olayını anlamamış ve benimsememiş olan ve üstelik işlerine sekte vurulmasından ya da başka tehlikeler yaşamaktan KORKANLAR” şimdi çark etmek için fırsat arıyor.Bunu yaparken de kendilerine tutunacak bir dal, bir neden arayarak “sanatçı kendi konusuyla uğraşmalı, siyaset onun neyine” veya “Gezi eylemlerindeki kalabalık polise karşı çıkmayı oyun gibi gören çoluk çocuktu” gibi anlamsız açıklamalar yapıyorlar.
Önce.. Herkes canının istediği gibi davranır, bu konuda söyleyecek bir şey yok ama Gezi olaylarında polis şiddetine tepkiyle ülkenin tüm illerinde sokaklara dökülen aileler, üniversite mezuniyet törenlerinde bile -Bilkent ’in törenini izlediyseniz o mezunların tamamen kendi iradeleriyle ortaya koyduğu inanılmaz görüntüyü hatırlayın- destek verenler “çoluk çocuk” değildi , bunu görmeyen yok.. Sonra, sanatçılar gibi (gerçek sanatçıdan söz ediyorum) toplumun “aydın, toplum önderi sayılacak isimleri” elbette önemli ülke olaylarında görüş bildirebilirler, öyle olmasa aralarından “AKİL” seçilir miydi?
Sanatçılığın doğasında var!
Ayrıca sanatçılığın doğasında da “gazetecilik”te olduğu gibi “muhalif ruh” vardır, her yanlışa ilk muhalefet onlardan gelir. Bu nedenle, hangi hükümet döneminde olursa olsun çıkarlarını gözetmek üzere bir başbakan’ın önünde diz çökerek veya bakanlara yağ çekerek sanatçının “özüne aykırı” davranışı en azından sanat dünyasının tepkisini çekecektir, bundan doğal bir durum olamaz.
Ama bu özel örnekteki durum, o diz çöken-yağ çeken ve fırsatı kaçırmayıp “ben de yaparım ne olmuş” diyenler, Gezi direnişine katılanları “çoluk çocuk” diye adlandıranlar bundan sonra herhalde o çoluk çocuktan “izlenmeyi” beklemezler. Bu da en doğal sonuç olacaktır sanıyorum!