Haberin Devamı
Hepimizin göğsünde onun resmi ve altında kendi yazdığı “Miras” isimli şiiri vardı..
“Sana sözlerimi bırakıyorum, sevdiğim şarkıları da, ‘kal gitme bu akşam’la başlayan...
Seni, sana bırakıyorum, yerini ve yerimi değiştiriyorum, dilediğin öyküyü yaz ben gittikten sonra.
Adımı, sanımı, onurumu soyumu sopumu, yurdumu şifrelerimi ve kodlarımı bırakıyorum
Ve bin yıllık seceremi de, dilediğin senaryoyu yaz ben gittikten sonra...” diyordu Aytunç Altındal.
Onun hakkında medyada çok şey yazıldı, söylendi, yaptığı programlar tekrar tekrar gösterildi. Bence yazılanlar içinde onu en iyi VATAN’daki haberin “Türk basınının Dan Brown’ı vefat etti” başlığı tarif ediyordu. Dan Brown’ın dünyayı sarsan, senaryolaştırıldığında izlenme rekorları kıran kitaplarında ve bu filmlerde anlattıklarını; Vatikan, Tapınak Şövalyeleri, İllüminati benzeri konuları Aytunç Altındal ondan yıllar önce araştırmış ve yazmıştı kitaplarında..
Yanlış bilgiler!!
Ve yurt içinde ve dışında siyasi liderlere danışmanlık yapan, yabancı üniversitelerde dersler veren Altındal’ın çok sayıda kitabı Batı ülkelerinde liste başı olmuş, beğeniyle okunmuştu.. Maalesef yalnız yeri doldurulamayacak bir arkadaş olarak değil, dinler tarihinden, demokrasi ve laiklik konularına, iç ve dış politikadan gizli örgütlere kadar dünya çapında bir birikime sahip olan bu değerli fikir adamı Türkiye adına büyük kayıptır, çok erken bir kayıptır.
Onunla ilgili yanlış bilgiler yer aldı basında.. Öncelikle, ona son 8 aylık tedavisi süresince bakan, 24 saat başından ayrılmayan, Lozan Üniversitesi eski Uluslar arası İlişkiler Dekanı, Türkiye’deki Sorbon Üniversitesi Stratejik ve Diplomatik Araştırmalar Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Selin Şenocak “eşi” değil, yakın arkadaşı ve meslektaşıdır.“Kızı” olduğu yazılan Yonca Bayrak kızı değil, daha sonra da gerektiğinde organizasyonlarda yardımcı olan “eski asistanı”dır.
Hayattayken, Paris ve özellikle İsviçre’de aylar süren (ve bizlerin de her gün yakından takip ettiği) tedavisi sürecinde yanında bulunmayan, çağırtmasına rağmen “işleri olduğunu” söyleyerek aramayan, durumu ağırlaştığında bile ziyaretine gitmeyen çocukları ile kardeşinin (ki sadece bir erkek kardeşi hayatta, 2 ablası daha önce vefat etmişler) ölümünden sonra ortaya çıkıp ona çok yakın bulunmuşlar gibi televizyonlara, gazetelere röportajlar vermeleri de açıklanması gereken bir konu.. Son günlerinde yanında olan bir arkadaşı olarak bu noktadaki düşüncelerini gayet iyi biliyorum.
15 günde çıkmadı!
Aytunç Altındal vücudunu kısa sürede saran hastalığın “geçen Mart ayında yemek yediği birileri tarafından zehirlenmiş olmasına” bağlamış, o güne kadar tahlillerde çıkmayan verilerin bir anda çıkması onu şüphelendirmişti. Bunun ne kadar doğru olduğunu söylemek mümkün değil, belki araştırılırsa anlaşılır ama hastalık “kızı olduğunu söyleyen ama olmayan” birinin dediği gibi “15 günde” çıkmadı.. Onun çıkış sürecinin aylar öncesine dayandığını ve zaman içinde yayıldığını, o arada “iyi olduğu söylenen” bazı hastanelerde yanlış teşhislerle yüzünden yanlış ameliyatlar yapıldığını, böylece kaybedilen zamanın hasta aleyhine işlediğini “sonradan açıklamalar yapan isimler” değil ama yanında olan arkadaşları izlediler.
Aytunç’un kurtarılamamasının asıl nedeni sonradan Türkiye’deki doktorların da söylediği gibi “İsviçre’de yapılan radyoterapi ve kemoterapinin vücudun kaldıramayacağı kadar aralıksız ve ağır oluşu” olabilir.. İyileşecekmiş, hastalık geriliyormuş gibi açıklamalarla aylar boyu sürdü bu tedavi, sonunda vücut bitkin düşünce “yapacak şey kalmadı” dediler.
Dilipak’ın konuşması!
Şakirin Camii’nde Aytunç’un cenaze namazı kılınırken Abdurrahman Dilipak mikrofonu aldı ve merhumun son isteğini, “ölmeden önce kendisini çağırarak yaptığı görüşme”ye dayanarak aktardı.. Onun son yolculuğuna “tekbirlerle uğurlanmak istediğini” anlatan güzel bir konuşmaydı ve aynen de böyle yapıldı.. Ama o konuşmada “Aytunç Altındal’ın kesinlikle söylemeyeceği” bir ilave vardı bence ki sorduğumda yıllarca yanında çalışan ve onun görüşlerini gayet iyi bilen Dr. Selin Şenocak da “bunun olamayacağını” belirtti.
Laik ve Müslüman..
Dilipak, Altındal’ın kendisine “Ben seküler-laik bir insan olarak değil, Müslüman olarak anılmak istiyorum” dediğini aktardı Cami’deki konuşmasında.. Burada son yıllarda topluma sıkça empoze edilen “insanların hem seküler, laik görüşü benimseyip hem de Müslüman olamayacakları” yanlışı tekrarlanıyor ki Aytunç Altındal böyle bir hatayı asla yapmazdı.. Birçok TV konuşmasında “bunun aksinin doğru olduğunu” söylemiştir ve kendisi de öyle biriydi. Sanıyorum istemeyerek yapılan bu hatanın düzeltilmesini değerli bilim insanı merhum arkadaşımızın da mutlaka isteyeceğini tahmin ederek yapıyorum.
Vatanında, sevgiyle..
Aytunç Altındal “ülkem, vatanım” dediği zaman sevgiden gözleri yaşaran, “Çerkez’im ama önce TC vatandaşıyım, Türküm ve bununla gurur duyuyorum” diyen gerçek bir vatanseverdi. Bu nedenle hayatını kaybetmeden önce devletin özel uçakla onu Türkiye’ye getirtmesi, son günlerini ülkesinde onu seven dostlarını görerek duyarak geçirmesi, sevdiği ve özlediği yemekleri biraz da olsa tatması, vatanını görmesi son derece önemliydi. Türkiye’de kendisine gereken ilgiyi gösteren, İnternational Hospital’da odasını hazırlatarak en iyi şekilde bakımını sağlayan Beyin Cerrahı Dr. Cengiz Aslan ve Onkolog Prof. Dr. Faruk Aykan’a onu çok seven bir arkadaşı olarak gönülden teşekkür ediyorum.
Değerli dostum, unutmayacağım, benzersiz sohbetlerini özleyeceğim arkadaşım Aytunç’a Allah’tan rahmet diliyorum, nur içinde yatsın!