Mehmet Ali Birand benim SABAH gazetesinde birlikte çalıştığımız yıllarda tanıdığım, o ilk yıllardan beri her zaman çok sevdiğim, takdir ettiğim, gazeteciliğe aşık gerçek bir ustaydı. Onu mesleğimiz dışında da tanıma fırsatı bulduğum için mutluyum, evinde de aynı şekilde nazik, içten bir dosttu.. Sevgili annemi kaybettiğimde Levent Camii’nin avlusunda koşarak bana doğru gelişi gözlerimin önünde.. O zaman da yanımda olmayı ihmal etmemiş, iyi günde olduğu gibi zor günlerinde de dostlarını yalnız bırakmayacağını göstermiştir.. Bu nezaketi, zerafeti nedeniyle de yeri her zaman çok ayrı olmuştur bende..
Onun hastalanarak Amerikan Hastanesi’ne kaldırıldığını duyduğum an dua etmeye başladım, Birand’ın hayata dört elle tutunacağını, bunu da atlatacağını umuyordum. Dün onu arayarak asistanı ile konuştum ve bilgi aldım, konuşabildiği anda ona sevgilerimizi, dua ettiğimizi iletmesini rica ettim. O da söylentilerin gerçek olmadığını, “atlatacağını” umduğunu söyleyince biraz rahatladım..
Ama tam bu yazıyı bitirmeye hazırlanırken onu kaybettiğimizi duydum. Çok ama çok üzgünüm, ne büyük bir kayıp hepimiz için, uzun yıllardır onun gülen yüzünü, renkli kişiliğini ekranda izlemiş olan herkes için ve Türk medyası için!
Sevgili Mehmet Ali Birand’a Allah’tan rahmet, ailesine ve tüm sevenlerine başsağlığı diliyorum. Mekanı cennet olsun!
Hayata gülümseyen usta!
Cemre Birand da aynen Mehmet Ali Bey gibi içten, güleryüzlü ve çok akıllı bir hanımdır. Eşini çok sevdiğini onları tanıyan herkes bilir, onun acısına, bıraktığı anılara dayanmak çok zor olacak, Cemre Hanım’a Allah dayanma gücü ve sabır versin.
Yaptığı bir röportajda Cemre Birand sorulan “Sizce en iyi anchorman kim” sorusuna “Mehmet Ali diyeceğim ama..” diye başlamış. Evet, bence de “en iyi ilk 3” arasındaydı ve bunu da başarı grafiği ile, aldığı sayısız ödülle Türkiye’ye ispatlamıştı zaten.. Onu bu kadar başarılı yapan neydi biliyor musunuz? Bence ekranda da “aynen olduğu gibi görünmesi, kızdığı zaman da sevindiği zaman da bunu gizlemeye çalışmaması, hatalarını, dil sürçmelerini bile bir özellik, farklılık haline getirebilmesi, kendi hatalarına kendisinin de gülebilmesi”ydi.
BEYAZ’IN PROGRAMI!
Beyazıt Öztürk’ün onu anlatan programına katıldığında bu hataları ekranda gösterildiği zaman nasıl kahkahalar attığını bugün gibi hatırlıyorum. Beyaz iyi ki o programı yapmış, şimdi tekrar yayınlamalı ve bize onu “en neşeli haliyle hatırlama” fırsatını vermeli.. Ağır şekilde hasta olduğunu öğrendikten sonra bile kimseye hissettirmeyen hatta aynı keyifli halini sürdürerek unutturan, yılbaşında eşiyle çıktığı son tatili ballandıra ballandıra anlatarak sevenleriyle paylaşan bu “aynı zamanda” cesur ve hayata gülümseyen ustayı hiç unutmayacağız.
Ben unutmayacağıma ve onun esprilerini, gülen yüzünü çok özleyeceğime öyle eminim ki!
İlker Başbuğ çok haklı!
Bazı konular var ki daha haberi gördüğünüz anda, o dakika yazmak, yorumlamak istersiniz. Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’un “PKK’lı teröristlerle birlikte affedilebileceği” iddialarına karşılık “böyle çıkacağıma ömür boyu hapiste çürümeyi tercih ederim” demesi de bu haberlerden biri..
Yerden göğe kadar haklıdır yani.. Neden cezaevine konduğu, bunu hak etmek için nasıl bir suç işlediği belli değil.. “Onun döneminde açılan internet sitelerinden dolayı” dediler, o sitelerin daha önce açıldığını ve kendisinin döneminde tam aksine kapattırdığını açıkladı.. “Terör örgütü lideri” olduğunu söylediler, hangi örgüttür, teröriste karşı mücadele sürdüren insanın kendisi nasıl terörist olabilir anlaşılır gibi değil. Görünen o ki, yaptığı bazı konuşmalar (belki 2009 yılında medyaya yaptığı açıklama) birilerini rahatsız etmiş, birçok başkalarının başına geldiği gibi o da önce içeri atılmış, sonra suç-delil aranmaya başlanmış.. Bu durumda, suç işlemediğini, sadece görevini yaptığını, demokrasi sınırları içinde kaldığını düşünen (hele de Türk Ordusu’nu yönetmiş) bir insan tabii ki “teröristler için çıkarılacak bir af”tan yaralanarak serbest kalmayı, “bir terör örgütüyle ilişkisi gerçekten varmış ve bunu kabul ediyormuş” havasında bırakılmayı kendine yakıştırmaz.
İlker Başbuğ’un açıklaması son derece yerinde bir açıklamaydı ve gerçekten öyle serbest kalmayı asla kabul etmemelidir. Evet, tam emekli olmuşken, tam hayatının dinlenme-huzur bulma safhasına geçmişken başına gelen şey dayanılır gibi değil ama diğeri de değil. Bu kadar sabretti, biraz daha beklesin bakalım ne suç bulacaklar zorlayarak!
Şahan’ın kamera arkası!
“Celal ile Ceren” filminin galasına gideceğimi bildirmiştim, son dakikada “çok kalabalık olacakmış, davetiye sayısından fazla insan gidecekmiş” dediler, ben gidemedim. Sıra ortasına oturursam ve çok kalabalıkta “klostrofobi” oluyorum, Türkçesi arkadaşlar “daral geliyor” kaçmak istiyorum, o nedenle baştan denemedim.. Vizyona girdiğinde kaçırmayacağım kesin ama.. Başkalarını bilmem, ben Şahan Gökbakar’a çok gülüyorum, (filmlerinin fazla küfürlü diyalogları, gaz çıkarma sahnelerini filan eleştirsem de) onu yetenekli ve “şeytan tüyü var” denecek kadar sevimli buluyorum. Zeki olmayan birinin bu kadar güldüremeyeceğini biliyorum.. Reklamlarda da aynı derecede başarılı..
Celal ile Ceren’i henüz görmedim ama internette filmin kamera arkasını izledim ve gülmekten yerlere yattım. “Düştüm” desek daha doğru, koltuktan düştüm.. Eğer hala duruyorsa mutlaka izleyin, çekimlerde öyle eğleniyor, öyle gülüyorlar ki filmi nasıl bitirmişler anlamıyor insan!