Başarılı bir sinema sanatçısı olan Serra Yılmaz’ın çarşaflı kadınlar için “öcü görmüş gibi oluyorum” dediğini iddia ederek ona yüklenen meslektaşlarımız oldu.. Ahmet Hakan’ın yazdıkları için ise “yüklenme” sözcüğü hafif kalır, onu sözünden dolayı yargısız infaza tabi tuttuktan sonra neredeyse mahkum etmekteydi dostumuz.. Üstelik aynı gün aynı köşede bir başka gazetenin kendisine “yazısından dolayı” yaptığı benzer hataya tepkisini haklı olarak dile getirdiği halde..
O zaman okuyucu bundan ne anlamalı; bana gelince “ifade ve farklı düşünce özgürlüğüme böyle haksız saldırılar olmasın ama ben başkalarının ifade ve farklı görüş özgürlüğüne istediğim gibi saldırabilirim”i mi? Haksızlık dediğiniz şey bazen böyle ayağa da dolaşır.
ÖYLE DEMEMİŞ..
Serra Yılmaz daha sonra bu sözü “genel olarak çarşaf giyenler için ‘öcü görmüş gibi oluyorum’ şeklinde” söylemediğini, hastane koridorlarından her zaman ürktüğünü ve bir hastanenin bomboş koridorunda yürürken karşısına çıkan kara çarşaflı bir kadından da ürktüğünü ve ‘öcü görmüş gibi oldum’ dediğini” anlattı.. Daha önce basında “sözlerin cımbızla çekilerek ve değişik anlam yüklenerek” başkaları için de yanlış anlamalara neden olacak şekilde verildiğinden de söz ederek..
“Maalesef böyle bir ülkede yaşıyoruz” diyerek, “programda pek çok cümle söyledim, aleyhimde konuşanlar izlemeden konuşmuşlar” diyerek anlattı.. Ama bu açıklamayı yapmamış olsaydı bile.. Ne düşünürse düşünsün, neden korkarsa korksun Serra Yılmaz’ın da “kendi görüşünü ifade etme özgürlüğü” yok mudur? Hele de Türkiye gibi “teröristin, terörist başının, TBMM’de onlara destek veren parti üyelerinin katliamları övme ve yıldönümünü kutlama veya aklına geleni söyleme özgürlüğü” bile olan bir ülkede, “siyasetçilerin yargıdaki davaları etkileyecek her sözü söyleme özgürlüğü” olan bir ülkede bir sanatçının, bir vatandaşın istediği konuda düşüncesini açıklaması neden “ihbar eder gibi, yargılar gibi” bir saldırıya dönüştürülüyor?
Çarşaf özgürlüğünü “demokrasi adına” savunanlar neden bunu umursamıyor?
ÇARŞAF ÖZGÜRLÜĞÜ !
Serra Yılmaz’ın sanatını takdir ederim ama hayatımda hiç karşılaşmadım, karşılaşmış olmam da gerekmez, bu durum herkes, her vatandaş için geçerlidir.
Şimdi.. Serra Yılmaz’ın sözü konusunda sadece “isteyen neye inanıyorsa onu giysin” diyerek Yılmaz’ı “dini özgürlüklere karşı saygısızlık etmiş” gibi göstermek ve meseleyi birkaç cümlede bitirivermek birkaç nedenle haksızlıktır, onun için istesek de istemesek de, aman canım ne gerek var diyerek kolaya kaçmayı tercih etsek de aşağıdaki tartışmayı yapmak gerekiyor..
Ben defalarca “Madem ki Kur’an’da Nur Suresi 31’inci ayetin bir tavsiye ve ayrıca 1400 yıl öncesinde ‘kıyafet olarak sadece bir örtü kullanılan’ zamanlar için yapılmış bir tavsiye olmadığı, bunun ‘tüm zamanları kapsayacak bir emir olduğu’ öne sürülüyor, o zaman sadece Nur Suresi 31’inci ayete değil Ahzap Suresi 59’uncu ayet de aynı şekilde değerlendirilmeli. Orada da ‘dışarı çıkarken kadınlar örtülerini örtünsünler’ diyor, sadece başı örtmek yetmez, ancak çarşaf giyen kadın tam Müslüman sayılabilir” diye yazdım.
Yazdım, çünkü bu ülkede laik devletin din-inanç ayırımı yapıyor olmaması açısından yalnızca “devlet daireleri, TBMM ve okullar” dışında (ki imam hatiplerde de bir kısıtlama olmadı, tam tesettür uygulandı ve itiraz edilmedi) kadınlara bir kıyafet kısıtlaması hiç olmadı.. Ama örtünen kadınlar “dindar ve namuslu” gösterilirken “başını örtmeyen kadınlar” hep bu özelliklerin karşıtı imiş gibi gösterildi.. Ki insanların inancını bu şekilde “görünüşe bakarak” (ve “onun örtünmeyi bir emir olarak veya olmayarak algılaması”na, “başı açık olsa bile inancı tam olabileceği”ne hiç değinmeden) değerlendirmek en büyük günah olmasına rağmen bu yapıldı, yapılıyor..
‘PERDESİZ EV’ SAYGISIZLIĞI
Daha yakın geçmişte “başı açık kadın perdesiz eve benzer, perdesiz ev ya satılıktır, ya kiralıktır” diyen ve tepkiler üzerine istifa etmek zorunda kalan şahsı hatırlayalım (arkadaşların bu büyük saygısızlığı yapan ve tesettürsüz kadınlara saldırılara bile yol açacak kişiyi böyle yargıladıklarını göremedik).. Ve işte eğer bunlar yapılıyorsa o zaman “baş örtüsü yetmez, ancak Ahzap Suresi’ne göre tamamen çarşaf giyenler dindar sayılır” deme noktasına geliniyor.
Öte yanda, geçmişte ve bugün baskı rejimleriyle yönetilen ve kadınların “giymeye mecbur bırakıldığı (baş örtüsünün yeterli görülmediği), giymeyenlerin rejim muhafızlarınca uyarıldığı, ceza aldığı Arap ülkelerinde” siyasi İslam’ın simgesi halindedir. Bu nedenle ne kadar demokrat görüşlü olursa olsun başta kadınlar “böyle bir baskının Türkiye’ye de geleceğinden” korkuyorlarsa bunda haksız değillerdir. Hele de bu tür baskıların “eşler, babalar, erkek kardeşler, cami imamları” tarafından yapıldığı, birçok bölgede tesettürsüz kadınlara tepkilerin görüldüğü, mahallelerde-kasaba ve köylerde açıkça mahalle baskısının sürdüğü bir ülkede hiç değillerdir.
SAPTIRARAK, SUÇLAYARAK..
Bu konuda yazı yazan veya konuşanların ne dediğini, ne kastettiğini anlamadan veya umursamadan “kendileri çok demokratmış da, bunları dile getirenler öyle değilmiş” havası yaratan veya söylediklerini saptırarak onları “başörtüsüne, çarşafa, dini kıyafete, dolayısıyla ‘kısaltıp özetleyivererek’ dine karşı” gösteren ve birkaç cümleyle hedef yapıp batırıveren arkadaşlar için hayat çok kolay ama bilsinler ki büyük bir hata ve haksızlık yapmaktalar.
Biraz da örneğin “İran’da ve demokratik rejim yerine din rejimiyle yönetilen diğer ülkelerde din adına” yapılan çarşaf baskısını tartışsınlar, o ülkelerdeki KADINLAR “başörtüsünün bile yeterli görülmemesi konusunda” ne hissediyor, Türkiye’de araştırmalarla ortaya konan mahalle baskısı (ve kadınlar) ne durumda bunları araştırsınlar. Üç beş cümle “yetmez ama” yine de iyi olur. Daha “aydın” tartışması olur değil mi?
Serra Yılmaz’ın ‘ifade özgürlüğü’ yok mu?
Haberin Devamı