‘Ruh’u bırak, ‘darbe’ye bak!

Haberin Devamı

Başbakan’ın Danışmanı Yalçın Akdoğan twitter hesabından konuşmuş. Ben bu konumlardaki insanların, Vali’nin, danışmanın, bakanın basına konuşmak yerine twitterdan açıklama yapmasını ‘karnından konuşmak’ olarak adlandırıyorum. Siz sıradan vatandaş değilsiniz, resmi bir göreviniz var, çıkın açık açık konuşun değil mi? Korkuyor musunuz, böyle olunca “üstleriniz” daha az mı kızar, nedir?

Akdoğan; “Bu kararlar çok önemli. Ergenekon davası 27 Mayıs’tan, 12 Mart’tan, 12 Eylül’den ve 27 Nisan’dan süzülüp gelen bu müdahale ruhundan hesap sorulmasıdır” diyor. Yani darbelerin yanına “27 Nisan muhtırasını” koymayı yine unutmamışlar. Ama “bu muhtıranın hesabını niye sormuyorsunuz” dendiğinde zirveden “o muhtıra değil, sadece bildiriydi” cevabı geliyor. Seçmene ve dünyaya mesaj verirken, “ordu 2000’li yıllarda bile darbeye hevesleniyordu” havası yaymak isterken “muhtıra” , sıra hesaba gelince “bildiri” .. Ne hoş değil mi? Bırakın “müdahale ruhunu” filan da “müdahalelerin kendisinin ve yapanların ruhuyla neden hesaplaşılmıyor” ona bakın. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 27 Nisan neden mahkum edilmiyor?

Yalan düzenleyen mahkeme!

Ergenekon’a silah sağladığı söylenen, “Danıştay’a bomba atan” Osman Yıldırım hem kendisi ifade vermiş, hem de “gizli tanık” olarak mahkemeye çıkarılmış, savcı “Bu iki kişi birbirini tanımadığı halde aynı şeyleri söylüyor, birbirlerini doğruladıklarına göre söyledikleri de doğrudur” demişti. Sonra bu ikisinin aynı kişi olduğu ortaya çıktı, Osman Yıldırım da itiraf etti. Öncelikle böyle bir mahkemeye, yalan üzerine suç isnat etmeye çalışan mahkemeye kim güvenebilir? İkincisi “bomba attığı” sabit biri tahliye edilirken “hiçbir şey atmamış, hiçbir eylemde bulunmamış” insanlara nasıl ağır hapis cezaları verilebilir? Dünyanın neresinde görülmüştür açıklansın.

***


Bu yazıları “Türkiye’deki her darbenin mağduru olmuş, Yassıada’da da yatmış, 25 yıl ‘halkın oylarıyla’ seçilerek TBMM çatısı altında görev yapmış ve 12 Eylül darbesiyle siyasi hayatı bitmiş bir siyasetçinin kızı” olarak yazıyorum. Ve diyorum ki; bu darbelere ve onları yapanlara dokunulmazken, ‘darbe yapmamış, darbe planı yaptığına dair de kesin kanıtlar bulunmayan’ insanları asker olsun, sivil olsun tutuklu vaziyette yıllarca hapiste bekletmeniz veya kendilerinin ve ailelerinin hayatını elinden alacak şekilde mahkum etmeniz büyük haksızlıktır, hukuksuzluktur. O darbeler, muhtıralar yargılanmadıkça da ‘darbelerle hesaplaşma’ masallarına kimse inanmaz’! Benim babam (ve tabii tüm ailem) geçmişte ordu tarafından mağdur edildiği için bugün darbeyle ilgisi olmayan insanlara büyük cezalar verilmesi haksızlığına da suskun kalamam. Babam hapsedildiğinde annemin tek başına ne sıkıntılar çektiğini bilerek susamam.

Kararların çıktığı 5 Ağustos gecesi ekranlarda tartışmaları izledim. Mehmet Barlas sanki bu ülkede katillerin, çocuk tecavüzcülerinin, teröristlerin, gerçek darbecilerin bile ceza almadığını bilmiyormuş ve “iki kere ağırlaştırılmış müebbet hapis, 117 yıl hapis” benzeri cezalar çok doğalmış, ortada bir hukuk sorunu yokmuş gibi; “Herkes aklını başına alsın. Bundan sonra kimse darbeye heveslenmesin. Artık devlet var” sözleriyle ceza alanlara bir de ders veriyordu.

Büyükanıt’tan hiç söz etmiyorsunuz?

Bir başkası “Bu kararlar darbelerin ideolojik mantığının hegemonyasının parçalanmasıdır, tasfiye edilmesidir. Toplumun çoğulcu niteliği artınca darbeci ve cuntacıların etkisi azalır” benzeri, tabloyla alakası olmayan kalıplaşmış, yuvarlanmış cümleleri sıralamaktaydı.

İyi de “darbeye heveslenildiğini ortaya koyan hangi kanıtlara göre ” konuşuyorlar? 27 Nisan muhtırasını “tek başıma yazdım” diyerek yazan Yaşar Büyükanıt ’ın adı bile anılmıyor ama onun dışında son 10 yıldır ordu “demokrasi dışı” somut hangi eylemi yaptı? Yaptığını iddia ediyorlarsa buyursunlar açıklasınlar, açıklayamıyorlarsa da “ağırlaştırılmış müebbet hapis” benzeri cezalar almış insanlara bir de bu kötülüğü yapmasınlar.

Pardon, sehven..

“Bize ne, yargı cezaları verdi” diyebilirler ama yargı da açıklamadan verdi, haydi yargı söylesin; aynı Ergenekon davasında farklı cezalar alanlar arasındaki hangi farklar buna neden oldu, örneğin “10 yıl 2 ay” lık ceza verilmişse 2 ay nereden çıktı, iki rektörden biri 13 yıl alırken diğeri neden 23 yıl aldı, iki gazeteciden Balbay “gizli belgeleri ele geçirmek” ten 9 yıl alırken, Özkan aynı suçtan neden 7.5 yıl aldı? Hesap yaparken uyuyorlar mı, yoksa “katillerin,teröristlerin serbest dolaştığı ülkede” hiç dayak mı yemediler?

Bazı davalarda polisin “sehven, pardon” diyerek yaptığı eklemeleri, değişiklikleri, düzmece dijital verileri nasıl açıklayacaklar, “bu cezalar için gereken çalışmalar” olarak mı? (Mesela deniz subaylarının ‘casusluk’ adı altındaki davalarında da benzer oyunlar var, ‘beraat ettiriliyor gibi yapılarak’ hüküm verildi ve ordudan tasfiye süreçleri başlatıldı).. Bu davalar “bakın darbeleri, darbecileri tasfiye ediyoruz” söylemi uğruna çıktı, ağır cezalar da aynı nedenle verildi. İnsanların ve ailelerin hayatıyla oynanmasını “doğal” bulanları dehşet içinde izliyorum. Hele de “gerçek darbecilerin” korunduğunu görürken!

DİĞER YENİ YAZILAR