Polis sayısı arttırılsa ne fark eder?

Haberin Devamı

Başbakan Erdoğan haftalar boyu süren Gezi Parkı olaylarından sonra “polis gücünün arttırılacağını” söyledi, Gezi Parkı’na ilk gün milyonlarca polis gönderilmiş olsaydı durum değişecek miydi? Parkta ağaçların kesilmesini önlemek için onlara sarılmış gençlerin, hatta simgeleşen “kırmızı elbiseli genç kız” gibi elinde beyaz çantasıyla öylece duranların üstüne gaz ve tazyikli su sıkan polis sayısı daha fazla olsa ne olurdu? Parkta hiçbir tepki göstermeden gazı yiyen, hayalarına tekmeyi yiyip ameliyatlık olan gençlerin sayısı artardı o kadar..

Yangın körüğü büyürse...

Ülkenin bütün şehirlerine yayılan, ABD’deki, Avrupa’daki Türk vatandaşlara varıncaya kadar sokaklara döken ve yalnızca “yanlış politika” ile “polisin aşırı güç kullanmasından” kaynaklanan tepkiler yangına daha da büyük körüklerle giderek mi söndürülür, bu mu umuluyor? Dev gibi TOMA araçlarının önüne bile dikilecek, elleriyle araçları durdurmak isteyecek kadar büyük bir patlama noktasına gelmiş milyonlarca insan (Türkiye’nin 78 ilinde toplam ‘1 milyon gösterici vardı’ iddiası sadece İstanbul için bile geçerli olamaz), karşılarına daha fazla polis şiddeti çıktığında korkup kaçmayacağına, kaçmadığı görüldüğüne göre hala yanlış politikanın, büyük halk kitleleriyle inatlaşmanın sürdürüldüğü ortada değil mi?

Sokaklardaki milyonlarca vatandaşın “polise ezdirileceği” söyleniyor olamayacağına göre bu sözün anlamı nedir? Geldiği söylenen “ileri demokrasi”nin tarifi Ziya Paşa’nın “Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir” dizeleri mi olacak? Üstelik iş kötekle kalmıyor, ülkenin gençleri ölüyor, sakat kalıyor, kadınlarına-çocuklarına asitli solüsyonlar sıkılıyor ve sonra konuşmalarda bunlardan söz bile edilmiyor, tam aksine “polis övülüyor, teşvik ediliyor”..

Polis tuttu, sakallı vurdu!

Aslında tabii polisin içinde de “insaflı ve yapılan yanlışın farkında olan”lar bulunduğuna şüphe yok.. Böyle olanlar zaten “kendi uyguladıkları şiddet”ten bile utanıyor, bunu da “emri verenlere öfke duyduklarını” söyleyerek açıkça anlatıyorlar. Aralarında kendini TV’de “yere düşmüş kadını tekmelerken” gördüğünde “bu ben miyim” diye dehşete düşenler olduğunu da.. Polisin de ruh sağlığı kötü emniyet ve valilik yönetimiyle, yanlış emirlerle bozulmuş durumda.. (Ki gerçek demokrasilerde ne o Müdür ne de Vali yerinde kalamazdı.)

Ama.. Ama bu durum yaptıklarını unutturmaz tabii. Mesela geçen Cumartesi gecesi bütün TV kanalları “UTANÇ VERİCİ” şekilde dizilerine, spor programlarına, içinde haber olmayan “haberler”i-ne devam eder, LYS sınavı ve hatta Brezilya gibi konularla ekranlarını “MEŞGUL” ederken Halk TV “aniden ‘bir semt’ten fırlayan ve Allahuekber diye bağırarak göstericileri kovalayan eli sopalı, bıçaklı kalabalık gruplar”ı veriyordu ki “Taksim’e yürüyen gençlere bu şekilde saldıracakları” görüntüsü dehşet vericiydi. CHP’nin bir ilçe merkezine de saldırarak camları kıran bu grubun benzeri Trabzon’da da ortaya çıktı.

Aynı akşam (yanılmıyorsam İstiklal Caddesi’nde) tüyler ürperten bir görüntü daha vardı; siyah tişörtlü ufak tefek bir genç “polisler tarafından” kıskıvrak tutuluyor ve beyaz gömlekli, sakallı bir adam ağzına gözüne yumrukları-tekmeleri aralıksız indiriyor. Ta ki yere düşüp bayılma noktasına gelene kadar. O arada da dönüp “çekme” diye kameramana ya da çeken vatandaşa bağırıyor. Düşünün, polis “korumakla görevli olduğu vatandaşı” kendisi dövdürüyor (herhalde ekranda görünce kendi de inanamamıştır yaptığına..) Ve aynı gece polis tarafından dövülen “bayraklı ve pembe türbanlı genç kız”..

Provokatör ararken..

Hani video görüntülerinin “yalan olduğunu” açıkça gösterdiği, Cami İmamı’nın da bunun olmadığını anlattığı “göstericiler camide içki içtiler” türü iddialara hala devam ediliyor da o iddiaların ispatı yok. Aynen Vali’nin önce “kasığından vuruldu” dediği polise dün “midesinden vuruldu” denmesi gibi.. Sanki “göstericiler şiddet yapmış da polis mecbur olmuş” havası.. Bunları doğrulayan tek görüntü yok ama kafasına yediği darbeler veya gaz kapsülleriyle komaya giren ya da hayatını kaybeden gençlerin vurulma anı, o gencin ve genç kızın dövülme anı görüntüyle sabit..

Şimdi siz, “yetkisini aşarak bunlara sebep olanlar derhal cezalandırılacak” demek yerine “çok başarılı oldular, sayılarını arttıracağız” derseniz ne olmuş oluyor? Kız-erkek demeden vatandaşı döven, dövdüren, öldürenleri, asitli su sıkanları korumak toplumu provoke etmek değil midir ki “cezalandıracak provokatör” aranmakta, özgür iradeleriyle gösterilere katıldıkları için ülkenin GENÇ SANATÇILARI bile zirveden “hesap soracağız” diye ya da gazetelerle” tehdit edilmektedir?

Duran adamlar artınca...

Bir gösteriye katılan veya destek verenleri cezalandırmaya kalktığınızda bu zeki kuşak ortaya “DURAN ADAM” olarak çıkıyor ve kısacık sürede bu direnme tarzı hızla yayılıyor. Onları da “sabit şekilde durma, POLİSE pasif direniş” suçundan gözaltına aldırırsanız kendiniz bile açıklayamaz, bu kez dünyayı güldürerek tepkiye sürüklersiniz. Kamuya ait meydanlarda, yollarda ayakta durulamaz diye bir yasak mı var? Başbakan Erdoğan, bütün diğer ülkelerin de “organize olmadığını, tamamen doğal bir tepkinin yayılması olduğunu” gördüğü olaylar için “organize, örgütlü yapıldı” demekle kalmadı, “medya, sosyal medya da hazırdı” dedi.

‘Medya hazırdı’ ne demek?

Nasıl yani, medya bu direnişin olacağını önceden mi biliyordu? Sosyal medyada her kesimden ve yaştan insan durup dururken “hadi sokağa çıkıp hep birlikte hava alalım, direniş yapalım” mı dediler? Peki bunca yıldır medyadan yargıya ve “bağımsız olması gereken her kurum” siyasi güce bağımlı hale getirilir, gazeteciler işten attırılır, canların istediği her yasa anında çıkarılır, özel hayatlara bile müdahale edilirken neden demediler, izahı var mı?

Gezi Parkı’nda başlayan tepkilerin (görülmek istenmese de) dünya çapında bir direnişe dönmesinin tek sebebi “ilk gün Gezi Parkı’ndaki polisin gençlere uyguladığı aşırı şiddet”tir. Bu haksızlığı izleyen on binlerce insanın aynı anda bir duygu patlaması yaşamasıdır, yıllardır baskılar altında gizlenen “toplam tepkiler”in dışa vurumudur. O insanların aynı siyasi görüşe sahip olduğunu, aynı partiye oy verdiğini filan söylemeye araştırmacıların bile hakkı yoktur.

Ki bunu en uzman sosyologlar, hukukçular da açıklıyor, BM de söylüyor, görmeyen gözler görmeli artık!

Lütfen onlara su verin!

Türkiye’nin her köşesindeki sevgili okurlarım, havalar ısındı ve yağmursuz havalarda sokak hayvanları için su bulmak çok zorlaştı. Açlıktan ve hastalıktan ölürken şimdi “susuzluktan” da ölüyorlar. Lütfen vicdanınızı dinleyin, kendinizi “susuzluktan kurumuş” düşünün, onlara acıyın ve kapınızın önüne “BİR KAP SU” koyun. Büyük sevap kazanırsınız!

DİĞER YENİ YAZILAR