Bu yazıyı okumadan önce dün yazdıklarıma tekrar göz gezdirmek iyi olur. Orada artık “Suriye ve PKK konularının iç içe olduğunu” belirtmiş, Meclis’in haftalar önce toplanarak bu iki soruna ortak çözüm araması gerekirdi demiştim. Ve tabii Öcalan’ın Suriye’deki Kürtlere (ki aslında PKK’lılara demesi lazım) verdiği “15 bin kişilik ordu kurun” emri vardı..
Dün PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD’nin öncülüğünde bir “Kürdistan Halk Tugayları Ordusu” kurulduğu ve bir bildiri yayınladıkları haberi (ordunun fotoğraflarıyla birlikte) verildi.. Açıklamada “Bu devletleşmek yolunda atılan büyük bir adım” deniyor ve Suriye’de 1.5 yıldan fazla süredir yaşanan olaylara dikkat çekilerek “Bir yandan Baas rejimi, diğer yandan Arap muhalefetinin inkarcı zihniyetine ilişkin güvenlik sorunlarının Kürtler için tehdit oluşturduğu” bildiriliyor.
SURİYE SAVAŞI KADAR CİDDİ!
Bu konu Türkiye için “Suriye’de içine zorla itildiği ve her ne hikmetse inatla bulaştığı savaş ortamı” kadar hatta “sonunda ülkenin bölünmesi talebine hızla vardırılacağı için” daha da ciddi bir sorundur.. Önemli olan ise buradaki “yeni oyun”un gözden kaçırılmamasıdır. PKK aynen liderinin istediği gibi orduyu kurdu, bunu hemen bir gün içinde yapabilmek için ise “önceden hazırlanmış olması” gerekirdi. Yani PKK ve tabii Barzani “Türkiye’nin Suriye ile bu noktaya geleceğini, getirileceğini” önceden biliyor olmalıydılar.
Bu da “5 vatandaşımızın bombayla öldürülmesi” olayının “uçağımızın düşürülmesi” olayından farksız bir “bilinçli provokasyon” olduğuna netlik kazandırır. Ama kurnazlığa bakın ki Öcalan’ın “kuryelik yapan avukatları” eliyle Suriye’deki Kürtlere gönderdiği mesajda söylenenlerin aynını “orduyu kuran PYD” söylüyor. Kendilerinin ne Esad’ın Baas rejimine, ne de muhaliflere yakın olmadığını, Suriye içinde bağımsız bir “üçüncü güç” olduklarını dünyaya anlatıyor.
KUZEY SURİYE’Yİ VEREN ESAD..
Oysa hatırlayalım, Türkiye Esad’a karşı savaşan muhalif güçlere yardıma başladıktan sonra (kamplarda barındırıp, silahlandırıp, eğitip sınırda savaşa gönderme) Beşar Esad uzun süre “Siz isyancılara yardım ederseniz ben de PKK’yla işbirliği yaparım” tehditleri savurmuş, sonra da söylediğini yapmıştı. Muhalif grupların saldırılarıyla Suriye’nin kuzeyinden kaçarken “buradaki illerin hemen hepsini PKK’ya bıraktığı” bildirildi. Bu illeri ele geçiren PYD’yi ise bizzat Barzani’nin yönlendirdiği, yönetimi bile kendisinin seçtiği açıklanmaktaydı.
Böylece büyük bir dış politika hatası yaparak ve üzerimize vazife olmayan, ABD ve hiçbir Batı ülkesinin karışmadığı, sadece konuştuğu bir iç çatışmaya “aktif şekilde” girerek kendimiz için daha büyük tehlikeyi ellerimizle hazırladık. Şimdi Öcalan’ın ve PKK ordusu kuranların kullandığı “ne Esad rejimine, ne de muhaliflere yakın olmayan üçüncü güç” söyleminin Esad’ı bu işin içinden sıyırmak, olayın “yalnızca PKK’nın sorumluluğunda” olduğuna inandırmak için öne sürülen bir yalan olduğu açıktır. (Bu arada, sınıra yakın ilçelerimizde vatandaşlarımızın tehlikeyle karşılaşmasının önde gelen nedeni de “muhalif güçlerin Türkiye’de yaşayarak günübirlik savaşa gidip dönmelerine izin verilmesi” ve bu nedenle çatışmaların sınırda olmasıdır, bunlar açıklanmadığı için duyamıyoruz.)
ASKERLERİMİZİ DE KAYBETTİK
PKK o gün bugündür Esad desteğini alıyor ve “Güneydoğu’da yaptığı son saldırılar”da da Suriye’de kazandığı yeni safların ve o desteğin büyük rolü var. Yani biz bugün “Benim 5 vatandaşım öldürülmüş, ne barışı” derken aylardır şehit edilen onlarca askerimizin de bundan farksız şekilde hayatını kaybettiğini unutmamalıyız. “Savaş istemiyoruz ama mecbur kalırsak yok ederiz” benzeri konuşmalar onuru için çekinmeden savaşı destekleyecek vatandaşlarımızın kulağını okşayabilir, bununla birlikte ortada “PKK ve onun 4 ülkede Kürt Devleti (Büyük Kürdistan) kurma planları” varken Suriye ile mücadele cephesi açmak kendi ülkemizin karmaşaya düşmesine ve bu karmaşadan PKK’nın çok ustaca yararlanmasına yol açacaktır.
PKK bu fırsatı asla kaçırmaz ve Irak ile Suriye’de devlet kurma adımlarının arkasından Türkiye’de aynı savaş havasını yaygınlaştırır. Hükümet uyarılara hiç kulak vermiyor ama bugüne kadar o uyarıların tek tek gerçekleştiği ortada.. Bu savaş havası son derece tehlikelidir ve halkın asla milliyetçi duygularla, güç gösterisi hevesine prim vermemesi gerekir. Terörden neler çektik, şimdi “bir başkasının savaşı” yüzünden ve kendi hatamızla daha beteriyle karşı karşıyayız ve son pişmanlık fayda etmez. Eğer bu çatışma içine başka bir siyasi nedenle girilmiyorsa, mevcut tablodan nasıl sıyrılırız, hala sıyrılma imkanı var mıdır ona bakmak gerekir.
Bence mesele budur arkadaşlar!
Kapalı oturuma tepkiler!
Görünüşe bakılırsa tezkere için oylamanın TBMM’de “kapalı oturum”la yapılması kimsenin hoşuna gitmemiş.. Gelen tepkilerin ve konuşmaların çoğunda buna itiraz vardı. Birçok kişi “oturumun açık yapılması ve halkın izlemesinin bir hak olduğunu, olası bir savaş durumunda evladını askere gönderecek ana babaların ülkenin içinde bulunduğu şartları bilmesi gerektiğini” düşünüyor.
En azından bu kadar önemli bir oylamanın “neden kapalı yapılma gereği duyulduğu” millete açıklanmalıydı. “Milletin Meclisi” ise eğer!
İstiklal Marşı her ülkede!
THY’nin “Dünyada en çok ülkeye uçan havayolu olduk, bu gurur hepimizin” diyen ve İstiklal Marşı’mızı çöllerden, Çin’e, Hindistan’dan, İskoçya’ya, Fransa’ya, İtalya’ya kadar birçok ülkede o ülkelerin yerel müzisyenlerine çaldıran son reklam filmi harika olmuş.. İnsan izlerken ve dinlerken gurur duyuyor.
Bu film için uçakla 130 bin km kat edilmiş, 95 saat havada kalınmış ve farklı ülkelerden 40 kişilik bir müzisyen ekibi rol almış. Şüphesiz bu filme milletin cebinden büyük paralar da ödenmiştir ama değmiş doğrusu.. THY’ye de, reklamı hazırlayan Serdar Erener’e de içten bir “bravo”!