Son günlerde, özellikle AKP’li kadın milletvekilleri Meclis’e türbanla girdikten sonra “türbanın din emri olduğu” (Başbakan) veya “takmamanın günah olduğu” benzeri sözler ki (Sevde Beyazıt Kaçar) arka arkaya söylenmeye başlandı. Hani şu “onlar Nur Suresi’ni böyle yorumluyorlar size ne”, “onlar dinen emir olduğuna inanıyorlar size ne”, “siz de kendi inandığınızı yapın, kendi inancınıza göre giyinin, herkes özgür olsun” diye tekrarlayıp duranlar var ya onların daha dikkatle izlemesi gerekiyor “hızlanan” gelişmeleri..
Demokrasi bu değil!
Demokrasi “isteyenin dilediği her şeyi yaptığı, sınırsız özgürlük içeren” bir rejim değildir, tam aksine “insan haklarına saygı gösteren ama ülkelerin şartlarına göre sınırlamalar getirilebilen” bir rejimdir ve “içinde ‘LAİKLİK’ barındırmayan bir demokrasinin mümkün olmadığı” da sayısız örnekle görülmüştür. Devlet “bir din veya mezhebe taraf” olduğu takdirde bu din ve mezhebe bağlı yasaklamaların arkasının kesilmeyeceği, o din ve mezhep kurallarına göre “tüm vatandaşların hayatının istenen şekle sokulacağı” kesindir. İşte biz yıllardır “sadece bir din ve inanca değil, hepsine aynı şartlar sağlanmalı, devlet hepsine karşı tarafsız olmalı” derken bugün gelinmeye başlanan noktayı kastediyorduk.
‘Din emri’ baskısı!
Daha Meclis’te türban serbest bırakılırken Başbakan Erdoğan “Başörtüsü dinimizin emridir, bunu bilmeyecek kadar cahiller” dedi.. Oysa “özel yaşamda, sosyal yaşamın her alanında zaten serbest” olan başörtüsüne “devlet alanlarında” kısıtlamanın kalkması konusu tartışılırken yıllarca “herkes dini, Kur’anı istediği gibi yorumlayabilir, din açısından şart olduğuna inanlar takar, kimse karışamaz” deniyordu. “Türbanın bir DİN EMRİ olduğunu” Diyanet İşleri eski Başkanı Ali Bardakoğlu da ısrarlı sorulara rağmen söylememiş, “1400 yıllık gelenektir” demişti.
Aradan yıllar geçip bu konu iyice siyaset malzemesi yapıldıktan sonra ise “Dinin ön şartı değildir, isteyen uyar ama takmayan kadın daha az dindardır” benzeri bir açıklama yapmıştı ki bunu söylemeye de din açısından Diyanet Başkanları dahil kimse dinen yetkili değildir. Tavsiye niteliğinde ve “başörtüsü ile saç” kelimeleri kullanılmadan yazılmış bir ayeti kendine göre yorumlayıp sunma hakkı ona da ait değildir. Şimdi Başbakan’ın (üstelik laik bir ülkede) başı açık tüm Müslüman kadınları din emrine karşı geliyor durumuna düşürecek şekilde bunu “bir emir” olarak söylemesi son derece önemli bir durumdur, önemli bir hatadır ve üstelik bilerek yapılmış, “milyonlarca insanın şuur altına girecek” bir yanlıştır.
Söylüyor, düzeltiyorlar!
Siyasi getirisi düşünülerek yapılan bu baskılar başladığı takdirde arkasının gelmeyeceğini tartışmıştık ve öyle oluyor. “Kız ve erkek öğrencilerin aynı evde kaldığı, bunun muhafazakar görüşlerine ters olduğunu” söyleyen Başbakan’ı hemen başdanışmanı Yalçın Akdoğan “Ev, otel, yurt statüsünde olmayan yerler için söyledi” diyerek düzeltti. Ki “ev” statüsünde olmayan yer nasıl olur da kiralanır belli değil, arkadan Bülent Arınç “Bizim üniversite çağına gelmiş insanların yaşantısına müdahale hakkımız yok” dedi. Ama sonuç; söylenenin yanlış olduğu düzeltmelerden belli bu tartışma beyinlere kazınmış, evini kiraya verecek insanlara mesaj gitmiş oldu.
Bu vurgulardan da önce “üniversite bahçesinde oturan kızlı erkekli gruplar” için söylenen sözleri hatırlayalım.. Bir süre sonra üniversite bahçelerine, arkasından “kız-erkek karışık sınıflar”a hatta “maça giden kadınlar”a, dansa, eğlenceye, kadının yalnız dolaşmasına “muhafazakar görüşlere ters” denerek yeni düzenlemeler gelemez mi acaba? Gelen ülke örnekleri önümüzde değil mi? İnsanların sezaryenle doğum kararına bile geliyorsa neden olmasın?
Suriye’deki savaş bahanesiyle özgürce Türkiye’ye girip Güneydoğu illerinden başlayarak yerleşmiş olan “cihatçı” örgütler “tesettürün din emri olduğunu söylediniz, hadi bakalım tüm kadınları bu emre uydurun” diye ortaya çıkarlarsa ne olacak? Din “devlet işleri”ne tamamen karışmış, insanların özel alanlarına direkt müdahaleler maalesef açıkça başlamıştır, Türkiye’yi zor günler bekliyor!
Özel alanda yasak yoktu, şimdi var!
Haberin Devamı